Müminlerin, Amellerin ve Kuran’ın Şefaati
Ahirette Peygamber Efendimizin yanı sıra şefaatçi olacağı bildirilen mü’minlerin, amellerin ve Kuran’ın şefaati nasıl olacak?
Peygamber Efendimizin “şefaat-i uzmâ”sı dışında, mü’minlerin birbirlerine şefaatçi olmaları da mevzubahistir. Nitekim bir defasında Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“‒Ümmetimden bir kişinin şefaatiyle Temîm Oğulları Kabîlesi’nden daha çok kişi Cennet’e girecektir.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm şaşkınlıkla:
“‒Ey Allâh’ın Rasûlü! Sizden başka bir kişinin şefaatiyle mi?” diye sordular.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“‒Evet, benden başka birinin şefaatiyle!” buyurdular. (Tirmizî, Kıyâmet, 12/2438; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Rikāk, 86; Ahmed, III, 469)
MÜMİNLERİN DUASININ FAZİLETİ
Yine Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyâmet günü insanlar (Cennet ehli) saf saf olur. Cehennem ehlinden biri Cennetliklerden birine varıp:
«–Ey filân! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der (ve bu sûretle şefaat ister). O da ona şefaat eder.
Başka biri gelip:
«–Sana abdest suyu verdiğim günü hatırlamıyor musun?» diyerek (şefaat ister.) O da ona şefaat eder.
Bir diğeri:
«–Ey filân! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlamıyor musun? Ben de senin için gitmiştim!» der. O da ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8)
Bu hadîs-i şerîften almamız gereken ders; Allâh’ın kullarına, büyük-küçük ayırt etmeden her türlü hizmette bulunmanın ne kadar mühim olduğudur. Mü’minlerin duâsını alabilmek, bu kadar kıymetli bir âhiret sermayesidir.
KUR’AN ŞEFAATÇİ OLACAK MI?
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kıyâmet günü Kur’ân-ı Kerîm’in de şefaatçi olarak geleceğini şöyle haber vermişlerdir:
“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyâmet günü kendisiyle hemhâl olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252)
Yine Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kur’ân’da bir sûre vardır, otuz âyet… O sûre, mağfiret edilinceye kadar bir adama şefaat etti. O; « تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُ » Sûresi’dir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân (Sevâbu’l-Kur’ân), 9/2891)
Kur’ân-ı Kerîm, dünya ve âhiret hayatının huzur ve saâdet baharını yaşatan mûcizevî bir kitaptır. Kur’ân istikâmetinde bir hayat yaşamak, her mü’minin aslî vazifesidir. Aksi hâlde âhirette Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şefaat-i uzmâsına ve Kur’ân-ı Kerîm’in hakkımızda güzel şâhitliğine nâil olmayı ümid ederken -Allah korusun- onların şikâyetine muhatap olmak gibi bir felâketle karşılaşabiliriz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in hilâfına bir hayat yaşayanlar hakkında Peygamber Efendimiz’in kıyâmet günü Cenâb-ı Hakk’a şikâyette bulunacağı, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
“Peygamber der ki: «Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’ân’ı büsbütün terk ettiler!»” (el-Furkân, 30)
Rivâyete göre kıyâmet günü Kur’ân’ın temessül ederek şu şekilde şikâyette bulunacağı bildirilmektedir:
“Her kim Kur’ân’ı öğrenir de (mushafı asar) onunla ilgilenmez, ona bakmaz (onunla istikâmetlenmez) ise, kıyâmet günü Kur’ân o kişinin yakasına yapışır ve:
«–Yâ Rabbi! Bu kulun beni hapsetti. Beni terk edip benden uzak durdu. Benimle amel etmedi. Benimle onun arasında Sen hüküm ver.» der.”[1]
Demek ki âhirette bu nevî şikâyetlere muhâtap olmamak için Kur’ân-ı Kerîm’i mahrecine, tecvîdine riâyetle bol bol tilâvet etmeli, derûnundaki mânâlara âşinâ olmalı ve duygu derinliği içinde hayatımıza tatbik etmeye gayret göstermeliyiz.
Kıyâmete kadar devam edecek bir mûcize olan Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılınmak, biz mü’minler için büyük bir şeref ve bahtiyarlıktır. Cenâb-ı Hak’tan gelen bu ilâhî mektuba muhabbetle gönül vermek, hepimiz için bir saâdet reçetesidir. Lâkin; “Ben Kurʼânʼı seviyorum.” demenin kâfî olmadığını da bilmeliyiz. Kur’ân’ı seviyorsak, onunla ne kadar hemhâl oluyoruz? Kur’ân ahlâkı bize ne kadar sirâyet ediyor? Kurʼân hükümleriyle ne kadar amel edebiliyoruz? Yavrularımızı ne kadar Kurʼân kurslarına gönderip onlara Kurʼân kültürünü ve ahlâkını kazandırabiliyoruz?..
İşte bu nevî sualleri kendimize sık sık sormalı ve bu husustaki kusurlarımızı gecikmeden telâfî etmeye gayret göstermeliyiz.
Zira Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Biliniz ki Kur’ân, sizler için bir sevap ve şeref hazinesidir. Ona tâbî olunuz. Onu kendinize uydurmayınız. Kim Kur’ân’ı kendisine uydurursa Kur’ân o kimseyi tepe üstü düşürür, tâ Cehennem’e atıverir. Her kim de Kur’ân’a tâbî olursa, Kur’ân onu Firdevs Cennetleri’ne ulaştırır. Gücünüz yeterse Kur’ân’ın sizlere şefaatçi olmasını, hasmınız olmamasını temine çalışınız. Zira Kur’ân’ın şefaat ettiği kimse Cennet’e, dâvâcı olduğu kimse de Cehennem’e gider. Biliniz ki bu Kur’ân, hidâyet menbaı ve ilimlerin en parlağıdır. O, Rahman’dan gelen ve kendisiyle âmâ gözlerin, sağır kulakların ve kilitli kalplerin açıldığı en son kitaptır...”[2]
Velhâsıl, Kur’ân-ı Kerîm’in, kıyâmet günü bizler için ya şefaatçi ya da -Allah korusun- şikâyetçi olacağını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Dipnotlar:
[1] Âlûsî, Rûhu’l-Meâni, Beyrut ts., XIX, 14.
[2] Kenzü’l-Ummâl, II, 285-286/4019.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
ŞEFAAT NEDİR? KİMLER ŞEFAAT EDEBİLİR?
YORUMLAR