Mü'minlerin Yürüdüğü Sağlam Yol
Kalbiniz sağlam olursa “Allah’ın koruluğu” demek olan “Haramlara dikkat edersiniz” onu didiklemeye, oradan bir helal çıkarmaya, haramlar etrafında nefis otlatmaya ya da otlanmaya yönelmezsiniz. Belli ki orada gözünüzle, kulağınızla, diliniz - damağınızla, eliniz ayağınızla nefsinizi otlatırsanız, kalbiniz puslu alanlara kayar ve diriliği - hassasiyeti - duyarlılığı kaybolmaya başlar. Haramı haram görmemeye, helaller üzerinde titiz davranmamaya yönelir.
“Eğrilik, kayma, sapma” manasına “Zeyğ” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçiyor. Allah Teala bizi “Kalb kayması”na karşı uyarıyor ve bir dua öğretiyor: Al-i İmran Suresi 8’inci ayet şöyle:
“Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, saptırma, kaydırma. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”
Ayetten anlıyoruz ki “kalblerin kaymaması” da “Allah’ın rahmeti” ile mümkün olabilecek bir şey. Yani insan duyarlı olmalı, evet, ama yine de “Allah’ın rahmeti”ne sığınmalı. Tıpkı Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in duasında sığındığı gibi:
KALBİMİ DİNİN ÜZERE SABİT KIL
“Ey kalpleri halden hale değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl” (Tirmizi, deavat, 89, 124)
Aslında Rabbimizin her namazda okuduğumuz Fatiha ile bize öğrettiği dua da yine bir kalb hassasiyeti ile alakalıdır; Rabbimiz orada hem “Sırat-ı müstekıym”i işaret buyurur hem de sapma alanlarını:
“Bizi doğru yola, sırat-ı müstekıyme, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” (Fatiha, 6-7)
Bu ayetin hemen öncesinde (5’inci ayet) “Ancak Sana kulluk ederiz, ancak Sen’den yardım dileriz” buyurularak da kalblerin kayma alanlarına karşı sürekli bir zırhlanma hassasiyeti kuşanılır.
“Zeyğ – kalb kayması”na karşı duayı öğreten Rabbimiz, onun gerçekleşeceği alana ilişkin bilgiyi de lutfediyor. Bu duanın hemen öncesindeki ayette yer alıyor:
“O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar. (Al-i İmran, 7)
KALBİ HASSASİYET
Ayette geçen “Muhkem” ve “Müteşabih” Tefsir Usulü ilminin önemli başlıklarındandır. Genelde “Muhkem”, “hükmü net, kesin” ayetler için, “Müteşabih” de, “farklı anlamlar çıkarılabilecek” ayetler için kullanılmıştır. Ancak Kur’an’daki ayetlerin hangisinin muhkem, yani hükmü açık – kesin, hangisinin müteşabih, yani hükmünün net olmadığı konusunda da farklı görüşler vardır.
Buradan çıkarılacak sonuç şu olmalı ki, “kalb kayması” gibi çok hayati bir riskten kaçınmak için çok derin bir “kalbi hassasiyet” yüklenmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
Ayeti hem çok dikkatli hem de ibret almak ve kendi hattu hareketimizi bu hassasiyet içinde değerlendirmek için okumak lazımdır.
Rabbimiz “Müteşabih ayetlerin peşine düşme”yi, hem “fitne çıkarmak” hem de “olmadık yorumlar üretmek” amacına hamletmektedir. “Ayetlerin gerçek manasını Allah’ın bildiği”ne işaret edildikten sonra bir rivayete göre ayetteki “Vav” “Atıf vavı” sayılarak “İlimde derinleşmiş olanlar”a da bir kapı açılmakta, bir başka rivayete göre de “ilimde derinleşmiş olanlar”ın “O’na inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” diyeceklerine işaret edilmektedir.
KALBİNİZ SAĞLAM OLSUN!
Müteşabih ayetler konusundaki hassasiyet bir hadisi şerifte Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) tarafından da hatırlatılmaktadır.
Numan b. Beşir’in (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak helal belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, çok kimse bunları bilemez. Şüpheli şeylerden sakınan, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan kişi ise, harama düşer. Nitekim (içine girmek yasak olan) koru etrafında (davarlarını) otlatan çobanın hayvanları da her an bu yasak sahaya girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın (kendisine mahsus) bir korusu olur. Dikkat edin, Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa da bütün vücut bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir.” (Buhârî, Îmân, 39, Müslim, Müsakat, 2996)
Bu hadis-i şerifi sondan başa doğru okumaya ve anlamaya çalışırsak, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) “Uyanık olunuz” diyerek kalbi diriliğe dikkat çekiyor ve “Kalbiniz sağlam olsun” buyuruyor. Çünkü “Kalbiniz sağlam olmazsa tüm varlık alanınız harab olabilir.”
Kalbiniz sağlam olursa “Allah’ın koruluğu” demek olan “Haramlara dikkat edersiniz” onu didiklemeye, oradan bir helal çıkarmaya, haramlar etrafında nefis otlatmaya ya da otlanmaya yönelmezsiniz. Belli ki orada gözünüzle, kulağınızla, diliniz - damağınızla, eliniz ayağınızla nefsinizi otlatırsanız, kalbiniz puslu alanlara kayar ve diriliği - hassasiyeti - duyarlılığı kaybolmaya başlar. Haramı haram görmemeye, helaller üzerinde titiz davranmamaya yönelir. Dinin hayatınızdaki insicamı bozulur.
EHL-İ KİTABIN YOLU
Rabbimizin böyle bir alan bırakması, insanı sürekli müteyakkız bulundurmak içindir. İmanın odaklaştığı mahal olan kalb evrilip çevrilebilen bir şahsiyet merkezidir ve iman, gel-giti kabul etmeyen, her an müteyakkız olunması gereken bir bağlılıktır. Bir kere kayma başladığında onun nerede duracağı bilinmeyebilir.
Dikkat edilirse ayette, “Bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma” buyuruluyor. Demek kalb kayması, mü’min için bir risktir. İman, bir kalbi istikamet işidir. Kalbin koordinatları tam netleşecek demektir imanda. Onun için “La ilahe – İlah yoktur” diye, yani bir “külli nefiy” ile başlanır kelime-i tevhide. Yani kalb “İllallah – Ancak Allah vardır” noktasına gelmeden önce, kendisine ilah gibi sunulacak her şeyi bertaraf eder. Yok, yok, yok... “Sadece Allah var!” Aslında belki “Yoklar”ın da şuurlu olarak görülmesi gerekir. Onun için İslam içinde “kalbin masivadan arındırılması” dersini veren ayrı bir mektep oluşmuştur.
Belki bu babda, yine Fatiha’da bize her gün onlarca kere tekrar ettirilen “Yol istikameti” konusundaki hassasiyeti de hatırlamak gerekiyor. “Bizi doğru yola, sırat-ı müstekıyme, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”
Mü’minin önünde “sırat-ı müstekıym” diye bir yürüyüş yolu var. O “muhkem” yol. “Gazaba uğrayanlar”ın ve “sapkınlar”ın yollarından farklı bir yol o. Acaba hangi yola gidilirse gazaba uğranılır, hangi yol sapkınlıktır? Müfessirlerimiz, bunları da “Ehl-i kitabın yolu” olarak okumuş.
Bu yoruma da dikkat etmekte yarar var.
Çünkü “Ehl-i kitab” dediğimizde, Kur’an’dan önce insanoğluna gelen ilahi kitapları kastediyoruz, ve bu ayete göre onlara yönelişi “müstekıym yoldan ayrılma” olarak telakki ediyoruz. Neden? Çünkü onlar evet “Allah’ın rasulleri”ne “Allah’ın ayetleri” olarak indirilmişler, ancak az bir baha karşılığında üzerlerinde oynanmış ve Allah Teala Kur’an-ı Kerim ile ayetlerinin asli ölçülerini yeniden bildirmiş. Öyleyse mü’minin kalbi, böyle muharref alanlarda dolaşmayacak, vahyin Kur’an’la gelen berrak ikliminde nefes alıp verecek.
MÜ'MİN HASSASİYETİ
Tıpkı bunun gibi, istikamet hassasiyeti söz konusu olunca sadece “Ehl-i kitabın inhirafları - yoldan çıkışları” değil, vahye aykırı tüm inhiraflar – yoldan çıkışlar, mü’minin hassasiyet alanına girecek.
Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin “Beni Hud suresi ihtiyarlattı” dediği ve Hud Suresi 112’inci ayette yer alan “Festekım kema ümirt – Emrolunduğun gibi istikamet üzere bulun” ifadesine işaret ettiği rivayet edilir.
O ayetlerin mealini yeniden okuyalım:
“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.
“Ve zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah’dan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud Suresi, 112-113)
Buradaki “İstikamet üzere bulun – dosdoğru ol” ifadesi ve ayetlerin diğer mesajları ile ilgili olarak Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an Dili’nde şunları kaydeder:
“Demek ki, Hakk’a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur.
“Herhangi iş olursa olsun, herhangi hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur.
“Böyle olmakla beraber her şeyden önce, bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur; ayrıca onunla ilgili çeşitli noktalardan ilişkisini kesip, sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur.
“Ve yine istenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur.
“Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu âyette Resulullah’a “beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerektir. Zira buyuruluyor ki: “Seninle beraber tevbe edenler de.” Yani şirkten tevbe edip de imanda seninle beraber bulunan, Müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah’ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey Müslümanlar Çünkü muhakkak ki O, (yani Rabb’in) bütün yapacağınızı görür. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Görür ve ona göre karşılığını verir; ceza veya mükafat, karşılıksız bırakmaz.”
GECEYE MÜ'MİN OLARAK GİRİP SABAHA KAFİR OLARAK ÇIKACAK
Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) de yine iman ve istikametin birbirini tamamlaması babında Abdullah bin Amr isimli sahabinin “Ey Allah’ın Rasulü, İslam’a dair bana öyle bir söz söyle ki, bu hususta senden başka kimseye soru sormayayım.” şeklindeki sözü üzerine şöyle buyuruyor: “Allah’a iman ettim, de, sonra da dosdoğru ol!”
Burada İsmail Lutfi Çakan Hocamızın Altınoluk’un 1991 Nisan, 62’inci sayısında “Kalb kayması” başlığı ile yazdığı çok kıymetli makalesinde (Kurtubi, Cami, IV, 120)’den naklen yer alan şu bilgiyi de paylaşmak gerekiyor:
“Ümmet-i Muhammed arasında ilk kez ortaya çıkan, dinden yan çizme olayı (“ridde”) günlerinde Hz. Ebû Bekr’in özellikle akşam namazlarında “rabbimiz, hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma” mealindeki ayeti okuduğuna dair rivayet de halifenin o günki olaylara hangi noktadan baktığının ve nasıl değerlendirdiğinin işaretidir.”
Yine Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) ‘in “Fiten hadisleri” içinde yer alan şu ikazını da dikkatle değerlendirmemiz gerekiyor: Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Müslim ve Tirmizî’nin rivayet ettiği hadisi şerifte Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Karanlık gecenin zifiri karanlığına benzeyen fitnelere karşı hayatınızı salih amellerle donatınız. Çünkü o vakit insan, güne mü’min olarak girecek, akşama kafir olarak çıkacak. Veya geceye mü’min olarak girip, sabaha kafir olarak çıkacak. Dinini bir dünya metaı karşılığında satacak.” (Ebu Davud, Fiten 2, Tirmizî, Fiten 33)
Hadisin farklı versiyonları var. Mesela bir başka rivayet şöyle:
“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse, Hz. Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil).”
Böyle zamanlarda mıyız?
Böyle zamanlarda kalb kaymasının insan davranışlarındaki yansıması nasıl olur?
Şunu diyebiliriz:
Kalblerimize mukayyet olmalıyız. Ayette “kalblerimiz” deniyor. Demek kalbi korumak için bile ümmetin kalbleri ile buluşma zarureti var.
Ümmet olarak dilimize, elimize, kalemimize, duruşumuza mukayyet olmalıyız, insan ilişkilerimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı, üstümüze veli edindiklerimizi belirlerken Allah’ın ölçülerini gözetmeye itina etmeliyiz.
Kalb kayar, yollar eğrilmeye başlar. Allah’a sığınmak lazım. Allah’a sığınmak lazım.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 367. Sayı