Mü'minûn Suresi 2. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Mü'minûn Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Mü'minûn Suresi 2. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Mü'minûn Suresi 2. Ayetinin Arapçası:

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ

Mü'minûn Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):

Onlar namazlarında tam bir tevazu, teslimiyet ve derin bir saygı içindedirler.

Mü'minûn Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:

Namaz dinin direğidir. Fakat onu, dinin direği olacak şekilde kılmak şarttır. Bu sebeple mü’minlerin ilk vasfı olarak, “namazda huşû” sayılır. اَلْخُشُوعُ (huşû‘); bir yönden korku, çekingenlik gibi kalbî fiilleri, bir yönden de sallanmayı bırakıp sükûnet içinde olmak gibi dış azalara ait fiilleri ifade eder. Kalbin huşûu, korkmak ve güçlü bir şahsın karşısında heybet hissine kapılmaktır. Bedenin huşûu ise, böyle bir şahsın huzurunda baş eğmek, boyun bükmek, bakışları aşağı çevirip sesi alçaltmaktır. Bu bakımdan huşû, kökleri kalpte, görüntüleri bedende olmak üzere her iki mânayı da içinde bulundurur. Bunun kalbe ait tarafı; Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi Hakk’ın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek ve edep ve tâzimden başka bir şeye yönelmeyecek biçimde kalbin son derece güçlü bir saygı duygusu hissetmesidir. Dış görünüşle ilgili yönü ise, bu duygunun kalpte yerleşmesiyle birlikte vücut organlarında bir sükûnet meydana gelmesi, gözlerinin önüne, secde yerine bakıp, sağa sola, şuna buna iltifat etmemesidir. Bundan dolayı, huşûun aslı namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile; tezahürleri de namazın adâb ve diğer şartlarıyla alakalıdır. Rivayete göre Resûlullah ve ashâbı namazda gözlerini gökyüzüne kaldırırlardı, bu âyetin inmesi üzerine önlerine eğdiler. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 4)[1] Dolayısıyla namazda hem kalbin, hem de bedenin huşû içinde olması istenmektedir ki namazın özü de budur.

Gerçek mü’minlerin kalpleri, namazda Allah’ın huzurunda bulunmanın heybeti ile titrer, derinden ürperir. Bu ürperti oradan azalara, duygu ve hareketlere akseder. Ruhları, Allah’ın huzurunda O’nun azamet ve yüceliğine bürünür. Zihinlerini kurcalayan tüm meşguliyetler yok olur. Allah’ın yüceliğinin idrakine vardıkları, O’na kulluğun verdiği huzuru hissettikleri için başka bir şeyle uğraşmazlar. Bu yüce huzurdayken, çevrelerinde bulunan, akıllarında yer eden her şeyden bir kenara çekilirler. Allah’tan başkasını görmezler. Dikkatlerini sadece namazdaki sözlerin anlamlarını düşünmeye teksif ederler ve namazdan derin bir zevk alırlar. Vicdanları her türlü kirden arınır. İşte bu noktada boşlukta yüzen zerre, ana kaynağıyla buluşur. Şaşkın ruh yolunu bulur, ürkek kalp sığınağını tanır. Bu anda Allah’ın dışındaki bütün değerler, eşyalar ve şahıslar gözlerinde küçülür.

Ha­dîs-i şe­rîf­te şöyle bu­yru­lur: “Bir mü­min gü­zel­ce ab­dest alır, son­ra da başından so­nuna kadar kal­p-beden âhengi içinde tam bir hu­zur ve hu­şû ile  iki re­kat na­maz kı­lar­sa cen­net ona vâ­cip olur.” (Müs­lim, Ta­hâ­ret 17)

Bahâüddîn Nakşibend (k.s.)’a sordular:

“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?” O da cevâben:

“–Dört şeyle!” buyurup şunları beyân etti:

    “Helâl lokma,

    Abdest sırasında gafletten uzak durmak,

    İlk tekbîri alırken kendini huzurda bilmek,

    Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzur, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devam ettirebilmek.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 561)

Böy­le bir na­maz için, Hak’tan gay­rı her şe­yin hat­tâ in­sa­nın ken­di nef­si­nin bile göz­den ve gö­nül­den düş­me­si ge­re­kir. Böyle bir namaz hakkında Sü­ley­man Dâ­râ­nî (k.s.) şu açıklamayı yapar:

“İki re­kat na­maz kıl­mak ile Fir­devs cen­ne­tine gir­mek ara­sın­da mu­hay­yer bı­ra­kıl­sam, iki re­kat na­ma­zı ter­cih eder­im. Çün­kü Fir­devs cen­ne­tine gir­mek nef­sin hoş­la­na­ca­ğı bir is­tek­tir. Fa­kat iki re­kat na­maz kı­lar­sam Rab­bim­le beraber bu­lun­muş olu­rum.”

Sa­hâ­be-i kirâmdan Ab­dul­lah b. Şıh­hîr (r.a.), Allah Resûlü (s.a.s.)’in na­maz­da­ki hâ­li­ni şöy­le tas­vîr eder: “Resûlullah (s.av)’i na­maz kı­lar­ken gör­düm. Ağ­la­mak­tan do­la­yı göğ­sün­den ten­ce­re kay­na­ma­sı­na ben­ze­yen bir ses du­yu­lu­yor­du.” (Ebû Dâ­vud, Sa­lât 156-157; Ahmed b. Hanbel, Müs­ned, IV, 25)

Hz. Ali, na­ma­za dur­du­ğun­da ben­zi sa­ra­rır, ken­di varlığı dâ­hil her şey­den sıy­rı­lır­dı. Bir savaşta mü­bâ­rek aya­ğı­na ba­tan okun çı­ka­rıl­ma­sı için na­ma­za dur­muş­tu. Zira bu takdir­de okun çı­ka­rı­lı­şın­da­ki ız­dı­râ­bı his­set­me­ye­ce­ği­ni bi­li­yor­du. İşte bu öl­çü­de dünya ile alâ­ka­yı ke­se­rek na­maz kı­lmaya çalışmak lazımdır.

Gerçek bir mü’min şahsiyetinde huşu ile namazdan sonra “faydasız her türlü söz ve davranışlardan yüz çevirme” özelliği vardır:

[1] Ümmü Ruman (r.a.) şöyle anlatır: “Namazımda sallanıyordum. Ebû Bekir (r.a.) gördü, beni öyle bir azarladı ki, az daha namazdan çıkacaktım. Sonra da Resûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu işittiğini söyledi: «Biriniz namaza durduğunda her tarafı sakin olsun, yahudiler gibi sallanmasın. Zira namazda azaların sükûneti namazın tamamındandır.»” (Alûsi, Ruhu’l-me‘ânî, XVIII, 3)

 

Mü'minûn Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mü'minûn Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.