Mü'minûn Suresi 69. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Mü'minûn Suresi 69. ayeti ne anlatıyor? Mü'minûn Suresi 69. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Mü'minûn Suresi 69. Ayetinin Arapçası:
اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ
Mü'minûn Suresi 69. Ayetinin Meali (Anlamı):
Yoksa peygamberlerini, onun doğruluk ve dürüstlüğünü tanımıyorlar da, bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
Mü'minûn Suresi 69. Ayetinin Tefsiri:
Burada
Yüce Allah, müşriklerin Peygamberimiz (s.a.s.)’e inanmama bahanelerini bir bir
ortadan kaldırarak ona iman etmenin gerekliliğini ispat eder:
Birincisi;
اَلْقَوْلُ (kavl) “söz”den maksat, yegâne gerçek söz
olan Kur’an’dır. O, anlaşılır bir dille gerçekleri haber vermektedir.
Âyetlerini okuyup üzerinde akl-i selîm ile biraz düşünen kişi, hemen onun ne
demek istediğini anlayacak ve gerçeği görecektir. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Acaba Kur’ân üzerinde hiç düşünmüyorlar mı? Şayet o, Allah’tan başkasının
sözü olsaydı, elbette onda pek çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.” (Nisâ 4/82) Dolayısıyla
müşrikler, Kur’an’ın ne demek istediğini çok iyi anlıyorlar, fakat işlerine
gelmediği için anlatılanlara uymak istemiyorlardı. Bu sebeple onu reddedip
karşı çıkıyorlardı.
İkincisi;
Kur’an, daha önce hiç duyulmayan, bilinmeyen bir mesaj da getirmiş değildir.
Cenâb-ı Hak her ümmete bir peygamber göndermiş ve davetini onlara bildirmiştir.
Kur’an gökten gelen ilk kitap, Peygamberimiz (s.a.s.) de insanlığa gönderilen
ilk peygamber değildir. Bunlar beşeriyete ihsan edilen ilâhî kitap ve nübüvvet
silsilesinin son halkasıdır. Zaten Kur’ân-ı Kerîm, kendinden önceki
peygamberlerden ve kitaplardan çokça bahsetmekte, onlardan nakillerde
bulunmakta, onların bir devamı ve tamamlayıcısı olduğunu hatırlatmaktadır.
Bununla birlikte Araplar, yakın bölgelere peygamber gönderilip tek Allah’a
ibâdeti emreden Hz. İbrâhim, Hz. İsmâil, Hz. Hûd, Hz. Sâlih ve Hz. Şuayb’ı da
tanıyorlardı. Dolayısıyla inkârlarının sebebi, bilgisizlik değil tamamen inat
ve düşmanlıkları idi.
Üçüncüsü;
peygamber olduğunu söyleyen Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de çok iyi tanıyorlardı.
Çünkü o, aralarında doğup büyümüştü. Güzel ahlâkına, faziletine, doğruluk ve
dürüstlüğüne, hayâ ve iffetine, güvenilirliğine herkes şâhitti. Ona
“Muhammedü’l-Emîn” vasfını bizzat kendileri vermişti. O son derece adâletli,
haklının yanında, haksızın karşısında, sözünde ve işinde doğru, cana yakın,
yoksulların hâmisi, zayıfların yardımcısı, gariplerin yoldaşı, kimsesizlerin
kimsesi idi. Nübüvvetten önce böyle idi; nübüvvetten sonra da aynı ahlâkî
erdemleri ısrarla tebliğe devam etti. Neyi emrederse onu öncelikle kendisi
yapıyor, neyi yasaklıyorsa öncelikle kendisi ondan uzak duruyordu. Sözü ile
ameli arasında hiçbir tezat olmuyordu. O, tebliğ ettiği Kur’an’ı bütün
yönleriyle hayatında canlı bir şekilde tatbik ediyor ve tüm insanlığa örnek
oluyordu. Bunu da inanan ve inanmayan herkes görüyordu. Dolayısıyla kâfirlerin
inanmaması onu tanımadıklarından değil, getirdiği hayat tarzının işlerine
gelmemesi ve nefs-i emmârelerine ağır gelmesi sebebiyle idi.
Dördüncüsü;
onlar, Resûlullah (s.a.s.)’in cinlerle irtibat kurduğunu, dolayısıyla
cinlendiğini, delirdiğini iddia ediyor, getirdiklerinin de deli saçması
olduğunu söylüyorlardı. Halbuki onda deliliğin hiçbir emâresi yoktu. Getirdiği
Kur’an gerçeğin ta kendisiydi. O, bütün esaslarıyla hak dini, tevhidi beyân
ediyordu. Dolayısıyla bu tür bahanelerin arkasına sığınarak gerçeği
yalanlamanın bir anlamı yoktur. Doğrusu onlar, sadece kıskançlıklarından, haddi
aştıklarından ve geçmişlerini taklit ettiklerinden dolayı haktan hoşlanmıyor ve
onu reddediyorlar.
Halbuki:
Mü'minûn Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Mü'minûn Suresi 69. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...