Mümkün Olmayan Kaçış

Ahiret inancı, insanın iç dünyasının genişlemesi ve düşüncenin derinlik kazanması bakımından önemlidir; kişinin kendisini bekleyen görevi üstlenmeye elverişli bir nitelik kazanması için mühimdir; nefsin basit arzularını kısa görüşlü ihtiraslarını kontrol altına almak için elzemdir. Bu itibarla Allah tarafından gönderilen bütün dinlerde ahiret inancı üzerinde önemle durulmuştur.

İlâhî dinlerin sonuncusu olan İslâm dininde ise ahiret inancı, îmân esasları içinde en ideal şekliyle ifadesini bulmuştur. Öyle ki, Müslüman toplumların duygu dünyasında ahiret hayatı, bizzat içinde yaşadıkları dünya hayatından daha köklü bir tarzda yer alır. Ve bu özelliğiyle İslâm ümmeti, beşeriyete rehberlik etme mevkiindedir.

Ölüm kapısından girilen ahiret hayatı, dünyadaki anlamda zamanla mukayyet değildir. Ve o sonsuzluk deryasında kabir hayatı, mahşer, mîzan ve sırat gibi merhaleler vardır. İnsanın yolu bütün bu aşamalardan geçerek ya cennet bahçelerinden birine ya da cehennem çukuruna varır. Bu gün, bu zorlu safhalardan hesap gününde cereyan edecek bir sahneyi hatırlatan bazı âyetleri okuyalım istiyoruz.

ÂHİRETİ HATIRLATAN ÂYETLER

Âhireti hatırlatan âyetlerde şunu görüyoruz ki; mahşer gününde bütün ayrıntılarıyla önüne getirilecek hesabı görünce, “bir takım yüzler pırıl pırıl olup sahipleri mesrûr olacak, birtakım yüzleri de keder bürüyecek, hüzünden kapkara olacaklar.”1 Amel defteri önlerine konulduğunda yüzleri ağaranlar; “Alın, kitabımı okuyun. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı biliyordum.”2 diyecekler. Küfür ve isyanda ısrar etmeleri sebebiyle yüzleri kararanları ise Cenâb-ı Hak tezkiye etmeyecek. Onlara rahmetiyle konuşmayacak.3 Onlar için bu merhalelerin her biri çetin ve zorlu geçecek...

Hesap günündeki şaşkınlığa dair en dikkat çekici örneklerden biri Abese sûresinde bulunuyor. Buyruluyor ki; “O gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, ba­ba­sından, eşinden ve çocuklarından (kaçar.) O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.4 Görüldüğü üzere burada bir kaçış ve kurtulma isteğinden söz ediliyor. Demek ki buna teşebbüs edenler, kendilerinden kaçtıklarının hukukuna dünyada iken riayet etmemişlerdir; onları incitmişlerdir yahut da böyle bir günde yakasına yapışacakları şeyler yapmışlardır. Hâlbuki “O gün insan, “Kaçacak yer neresi!” diyecektir. Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur...5 âyetiyle, böyle bir kaçışın mümkün olmayacağı ilan edilmiştir.

Kanaatimizce Abese sûresi âyet­lerinin, dikkatimize sunulan âhi­ret tabloları içinde önemli bir yeri vardır. Çünkü burada, tahakku­ku aslâ mümkün olmayacak bir kaçış isteğinin vaki olacağı insana hatırlatılıyor. Öncelikle böyle bir hatırlatmanın yapılmış olması üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Sonra burada en yakınların zikredilmiş olması, ifadenin umumî manada sevk edilmesi, hepsinden önemlisi de kendilerinden kaçmak istenenlerin kardeşler, ebeveyn, eş ve çocuklar şeklinde sıralanmış olmasını düşünmek gerekiyor. Hakikaten, dünyada iken en çok birlikte olmak istediklerinden kaçmak isteyen kişi nasıl bir pişmanlık içindedir, düşünebiliyor musunuz? Yahut da en yakınlarından bile kaçıp kurtulmak isteyenin diğerleriyle olan hesabı nicedir?

ÂYETLERİN MÂNÂSI

Herhalde bu âyetlerin mânâsı; “Hayatınızı, böyle bir kaçış planı kurmayacağınız durulukta yaşayın demektir. Belli aralıklarla bu kabil hatalarınız olup olmadığının muhasebesini yapın demektir. Varsa telafi edin, helâlleşin, tövbe edin demektir. O günde yüzünüzü ağartacak ameller işleyin demektir.

Nitekim Hz. Ömer (r.a.); “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Büyük duruşma için hazırlık yapın. Umulur ki ahiretteki hesap, ancak dünyada nefsini hesaba çekmiş olanlar için hafif ve kolay geçer.” demiştir. Meymûn bin Mihrân ise “Kul, yediğini ve giydiğini nereden karşılıyor diyerek ortağını gözetleyip durduğu gibi, kendi nefsini de denetlemedikçe takva sahibi olamaz.”6 demiştir.

Velhasıl istikbalde bütün detaylarıyla önümüze getirilecek bir hesap var. Ve o gün herkes kendi başının derdine düşecek; en yakınlarına bile fayda sağlamaya mecali kalmayacak. Niceleri onlardan da kaçıp kurtulmak isteyecek. Hesabının kolay geçmesi sebebiyle o günde yüzü ağaracak olanların başarısının, büyük kurtuluş olacağı7 müjdesi veriliyor. Şunu unutmamalı; büyük başarılar ciddî emek ve muhasebe gerektirir.

Dipnotlar: 1) Bkz; 80/38-42. 2) Hakka sûresi, 69/19-20. 3) Âl-i İmrân sûresi, 3/77. 4) Bkz; 80/34-37. 5) Kıyâmet sûresi, 75/10-14) 6) Riyâzü’s-Sâlihîn, Erkam Yayınları, c. 1, s. 315-316. 7) Bkz; Saffât sûresi, 37/60.

ASIL TEHLİKE NEDİR?

“Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (Bakara sûresi, 2/195)

Buradaki “Allah yolunda har­ca­ma”nın sınırlarına, dîni tebliğ ve neşretmek üzere yapılan bütün çalışmalar da dâhildir. Çünkü bu uğurda yapılan harcamalar, Müslümanların mânevî hayatlarını canlı tutma açısından önemli olduğu gibi, emniyetin sağlanması için de mühimdir. Bu sebeple Müslümanların imkânlarını sadece nefsânî isteklerine hasretmeleri, kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmak demektir. Bu durumda dünyada mağlubiyet ve zillete düşerler, âhirette de hesapları çetin olur.

Bu âyetin nüzul sebebi, şöyle bir hâdise münasebetiyle bizlere ulaşmıştır: İstanbul’un fethiyle ilgili müjdeye nâil olmak ümîdiyle yola çıkan bir orduda Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) da bulunmaktaydı. Rumlar arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırlarken ensârdan bir zât, atını Bizanslıların ortasına kadar sürdü. Bunu görenler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın!” âyetini hatırlayarak: “Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor.” dediler. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) ise şöyle dedi: “Bu âyet, biz ensârın davranışları sebebiyle nâzil oldu. Allah Teâlâ, Peygamberi’ne yardım edip dînini gâlip kıldığında; “Artık mallarımızın başında durup onların ıslâhı ile meşgul olalım.” demiştik. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti vahyetti.”

Dolayısıyla asıl tehlike, Allah yolunda mücâhede ve mücadele rûhunun zayıflamasıdır; bunu besleyen infak ve ihsân duygularının körelmesidir. Bundan sonraki âyetlerde, mü’minler arasındaki kardeşlik ve dayanışmayı güçlendiren hac ve umrenin önemine işaret edilmesi bunun şâhididir.

Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 370, Aralık 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.