Münafık Kime Denir?

Münâfıklık, ağır bir kalp hastalığı… Zaafları çok olan bir kalbin dışa yansıması... Allâh’a ve göndermiş olduğu emirlerine kalben inanmayıp, dili ile inandığını söyleyen, müslümanları en önemlisi de Allâh’ı aldatmaya çalışan bedbahtlığa “münâfık” deriz.

Genel mânâda münâfık ise, içi-dışı bir olmayan insanlar demektir. Münâfık, “nâfıku’l-yerbu” deyiminden türeyen bir kelimedir. Tarla faresi, iki yuva edinir; birini saklar, diğerini gösterir. Birine “nâfika”, diğerine “kâsia” denir. Bir yuvasından gelen olursa, öbürüne kaçar.

Medîne döneminde müslümanlara en büyük sıkıntıları yaşatan münâfık zümresi başta olmak üzere, kıyamete kadar mevcut olacak olan münâfıkların hâlet-i rûhiyesini Medîneli münâfıkların lideri Abdullah bin Ubey nezdinde tanımak, yerinde bir davranış olur.

KOCA MÜNAFIK

Abdullah bin Ubey, “Medîne kralı” olacakken, Peygamber Efendimizin hicreti ve İslâm Devleti’ni kurmasının ardından, bu hayalleri suya düşmüştü. Kalbinde zaafları olmayan bir insan olsa idi, bir sıkıntı olmayacaktı; olup biteni kabullenip hayatına devam edecekti. Lâkin istek ve arzuları, hayalleri, dünya sevgisi ile dolu kalbinde zaaf ve hastalıkları çok olduğu için münâfıklık yolunu tercih etti.

Koca münafık, mücâdele ederek hakkını geri alabilirdi; fakat çaldığı düdük, güttüğü sürüye denk düşmediği için, yani taraftarlarının çoğunluğu samimî bir îmanla müslüman olduğu için kendi safında işe yarar bir grup kalmamıştı. Olmayan teb’aya krallığını îlan etmek, komik duruma düşmek olacağı için çok istese de bunu yapamadı. Talihine küsüp uzaklaşmak da fıtratına uygun bir davranış değildi. Zira hiçbir münâfık, böyle bir yol denemez; onlar için menfaatleri çok önemlidir ve onlardan ferâgat etmezler. Açıktan muhalif tavırlar takınmak da işe yaramayacaktı. Bu durum, insanların kendisinden uzaklaşmasına, yanında sır vermekten sakınmalarına sebep olacağından, haber kaynaklarını kaybedip olan bitenden haberdar olamayacağı için bu usûlü kullanmazdı. Tek bir yol vardı münâfık için… İstemediği insanların safındaymış gibi dost görünmek, ama inceden inceden de düşmanlık yapmak... Madem insanların çoğu senin düşmanını seviyor, o zaman açıktan düşmanlık yapmayacaksın. Hele düşmanına ilk başlarda toplulukların içinde mümkünse en büyük ilgiyi, hem de abartılı ilgiyi göstereceksin ki:

“-Ben de sizdenim!” inancını karşındakinde uyandırasın; sevgi dolu hâllerine şâhit olan çevredeki insanlar, aleyhine sözlere îtibar etmesinler.

Görünüşte tatlı dilli, güler yüzlü insanlardır. Rabbimiz:

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara yaslanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın!..” (el-Münâfıkûn, 4) buyurarak onların zâhirî görünüşüne aldanmamak gerektiğini bizlere beyan etmektedir.

MÜNAFIKLARIN EN BÜYÜK MARİFETLERİ

Münâfık, hızlı mesâîsine bundan sonra başlar. Dost görünüp düşman olduğu kişiyi yakın takibe alır. Nerelerde oturuyor, nerelerde namaz kılıyor, kimlerle görüşüyor, neler söylüyor, bunların hepsini öğrenmek zorundadır. Bu takibin sebebi, yıkmayı hedeflediği rakibini iyi tanıyıp açıklarını yakalayıp ilerde koz olarak kullanmaktır. Bir diğeri ise, etrafındaki kişilerle ilişkilerinin hangi boyutta olduğunu da takip etmektir ki, ilişkileri iyi bilip onların gözünde rakibini îtibarsızlaştırma çalışmaları yapabilsin.

Münâfık daima tedirgindir; zira düşmanı olduğu kişinin başarıları kendisinde büyük hüsran yaratacağı için onun attığı her adımın önüne bir taş koymak, ayağının sürçmesi için çaba sarf etmek gerekecektir. Fitne çıkarmak, zor zamanda yalnız bırakmak, mâneviyatı yıpratmak en büyük mârifetleridir. Âyet-i kerîmede, bu karakterin özellikleri şöyle tahlil edilir:

“…Fitneye her çağrıldıklarında koşarak giderler…” (en-Nisâ, 91)

“…İnanan insanların aralarına nifak sokmak için var güçleriyle savaşırlar…” (et-Tevbe, 107)

“Onlara, yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.” (el-Bakara, 11-12)

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, 145. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.