Musa Efendi’den Hatıralar
Sahibül Vefa Hace Musa Topbaş Efendi’den hatıralar...
16 Temmuz 1999 tarihinde aramızdan ayrılan Sâhibü’l-vefâ merhum Musa Topbaş Efendi Hazretlerini vuslatının yirminci sene-i devriyesinde rahmetle anarken, bazı hâtıralarını gönül dostlarıyla paylaşmak o Allah dostunu tekrar yâd etmeye vesile olacaktır.
MUSA EFENDİ’NİN CÖMERTLİĞİ
1990’lı yılların başında Musa Topbaş Efendi Almanya’ya gitmiş ve bir camide vaaz ederek sohbet yapmıştı. O dönemde Türkiye’den Almanya’ya giden hocalar genellikle oradaki Türk işçilerden Türkiye’de yapılacak câmi ve Kur’an Kursu için yardım talep ediyorlardı. Musa Efendi’nin vaazını dinleyenler de, “Acaba ne zaman konuyu paraya getirecek?” diye beklerken, Musa Efendi vaazını bitirmiş, câmiden çıkarken de imama câmi için yüklü miktarda para vermişti. Bunu gören câmi cemaati çok şaşırmış ve: “Türkiye’den gelip para istemeyen, üstelik para veren bir insanı ilk defa görüyoruz” demişlerdi.
MUSA EFENDİ’NİN FUKARAYA SEVGİSİ VE ŞEFKATİ
İstanbul’da havaların soğumaya başladığı bir sonbahar günü Musa Topbaş Efendi’yi evinde ziyaret eden bir dostu, sobanın yanmadığını, Musa Efendi’nin de palto ile oturduğunu görmüş. “Efendim! Havalar soğudu, sobayı niçin yakmıyorsunuz?” diye sorunca, Musa Efendi şu cevabı vermiş: “İstanbul’da fakir âileler henüz sobalarını yakmadı. Sâmi Efendi üstâdımız da yakmadılar. O sebeple biz de yakmıyoruz.”
İlhan Armutçuoğlu hocamız bir gün Musa Topbaş Efendinin yanına gitmiş. Musa Efendi kırık pirinçten yapılmış pilav yiyormuş. İlham hocamız: “Efendim, tasarruf için mi ucuz pirinç yiyorsunuz?” diye sormuş. Musa Efendi: “Fakir insanlar pahalı pirinç alamıyor, pilav yaparken ucuz olan kırık pirinci kullanıyor, biz de kırık pirinç yersek onların hâliniz anlarız.” buyurmuşlar.
Milli Gazete yazarı Mehmed Şevket Eygi bey 27 Kasım 2008 tarihli ve “Sosyal Adalet” başlıklı köşe yazısında şöyle diyordu: “İşçileri ile birlikte yemek yiyen kaç fabrikatörümüz var. 1950’li yıllarda merhum Mustafa Runyun hoca ile Eyüp’te Topbaşların tekstil fabrikasına gitmiştik. Yemek zamanıydı, Hacı Musa Topbaş ve Hacı Muammer Topbaş beyler bizi yemeğe davet ettiler. Fabrikanın yemekhanesinde işçilerle birlikte aynı yemekleri yedik. Patron dediğin böyle olmalı. Musa ve Muammer beylerin üzerlerinde beyaz işçi gömlekleri vardı...”
Ali Hüsrevoğlu bey şöyle anlatıyor: 1980’li yıllarda Rusya Afganistan’ı işgal ettiğinde oraya yardım etmek gerekiyordu. Yardımın oraya selametle gitmesinin yolu, parayı bankayla değil güvenilir bir elle göndermek idi. Bu vasıfta bir insan Afganistan’dan Medine’ye kadar geldi. Musa Efendi onun eline teslim ederek yardımını gönderdiler. Fakat o yıllarda Medine’ye sığınmış sayısız Afgan mülteci bulunuyordu. Bunlar daha çok Uhud civarında buzdolabı kartonlarından, derme çatma toplanmış atık eşyalardan sığınak yapar, mesela bir aile yedi, diğeri sekiz, diğeri on çocukla kalırlardı. Medine’nin kışında soğuk, Erzurum’un soğuğundan daha etkilidir. Böyle bir soğuk şiddetlenince, sabah namazını mutlaka Harem’de kılmaya itina eden Musa Efendi: “Bu hafta sabah namazını evlerde kılalım” diyerek havanın yumuşamasına kadar ara vermişlerdi. Soğuklar başladığı günlerde merhum Cevad Öztürk beyi görevlendirerek ikiyüz kadar battaniye aldırıp bu mültecilere dağıttı. Bu insanlar Suud yönetimi tarafından o günlerde boş bulunan yüzlerce binadan hiçbirinde geçici de olsa barındırılmadılar ve açık alanda sefil yaşadılar. Şehrin öbür tarafında ise konforun her türlüsü bulunuyor ve bu insanların hâli kimsenin dikkatini çekmiyordu. Ama Musa Efendi’nin şefkati onlara da ulaşmıştı.
MUSA EFENDİ’NİN ÜMMET KAYGISI
Suudî Arabistan’da Kral Faysal döneminin Hac ve Evkaf Bakanı olan Hasan Kütbî bey, kendisini ziyarete gelen Musa Topbaş Efendi’ye, o dönemki veliahd Abdullah ile muhabbetinin ileri olduğundan, eğer arzu ederlerse Türkiye’deki İslamî hizmetlere katkı sağlamak için yüksek meblağda para temin edebileceğinden, bunun için de bir işaretinin yeterli olacağından bahsedince, Musa Efendi bu teklife hiç tereddüt etmeden şöyle cevap verir: “Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya çalışmaya giden Türk işçilerinin çocuklarını Hristiyan yapmak için misyonerler olağanüstü gayret sarf ediyorlar. Siz bu yoldan temin edebileceğiniz bir yardım olursa oralara yönlendirip Türk çocuklarının Müslüman yetişmesine çalışınız. Allah’a şükür Türkiye’de bu hizmetler bir şekilde yürüyor. Parası olan yardım ediyor, olmayan inşaatta çalışarak katkı sağlıyor.” Hasan Kütbî bey bu cevaptan şok olur ve yanındaki Ali Hüsrevoğlu beye: “Ben her gelişinizde bu üstaddaki derinliği anlamaya çalışıyorum. Her görüşmemde yeni bir şey öğreniyorum. Bu cevap beni hayran bıraktı” der.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli tefsir hocalarından Prof. Dr. Ali Özek bey Medreseden Üniversiteye adlı hâtıra kitabında Musa Topbaş Efendi hakkında şu bilgileri vermektedir: “Topbaşlar, Konyalı bir aile… Ticaret ehli bir ailedir. İlim çevrelerinde ilişkileri var… Topbaşların babası Ahmet Topbaş dedikleri zât belki ermişlerden biri olabilir. Herkese yardım eden, herkesle ilgilenen bir insandı. Çocukları da öyledir. Benim en çok yakın olduğum Mısır’dan tanıştığım Musa Topbaş’tı. Ben oradayken gelmişti. Kahire’de, Şam’da, Mekke ve Medine’de okuyan öğrencileri dolaşıp yardım ediyorlardı o zaman. Kesinlikle fâize karışmayan, zekâtını vermekle yetinmeyip fazlasını veren ve işleri de herhalde bu sebepten bozulmayan enteresan bir ailedir Topbaşlar.”
MUSA EFENDİ’NİN İHTİLAFTAN UZAK DURUŞU
1980’li ve 90’lı yıllarda Türkiye’de bazı insanlar Diyanet’in takvimine itibar etmez, Suudi Arabistan gibi bazı Arap ülkelerinden gelen habere göre Ramazan orucuna başlamayı veya bayram etmeyi tercih ederlerdi. O dönemde altı ay Medine’de, altı ay da Türkiye’de bulunan Musa Topbaş Efendi’ye sevenleri bu durumu sormuşlar. Musa Efendi: “Hangi ülkede bulunuyorsak o ülkenin takvimine uyalım” diye cevap vermiş. Çünkü bir insanın, içinde yaşadığı toplum oruç tutarken “bayram geldi” diyerek yemesi veya toplum bayram yaparken oruç tutması ihtilafa ve fitneye sebep olur, ümmetin birliğine zarar verir.
MUSA EFENDİ’NİN AİLE SAADETİNE VERDİĞİ ÖNEM
Sevenlerinden biri merhum Musa Topbaş Efendi’ye gelip: “Efendim! Bizim hanım avize isterim diye tutturdu. Ben de ne gerek var o kadar masrafa, israf, diyorum, anlaşamıyoruz” demiş. Musa Efendi adama: “Avize alacak paran var mı?” diye sormuş. Adam: “Var”, deyince, Musa Efendi: “O zaman al bir avize, tak tavana, hanımın gönlünde takılı duracağına evin tavanında takılı dursun” demiş.
Bu büyük Allah dostunu vefatının yirminci sene-i devriyesinde rahmetle anıyoruz. Kabri, İstanbul’da Sahrâ-yı Cedîd mezarlığındadır. Rûh-i münevverleri için bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs.
Kaynak: Necdet Tosun, Altınoluk Dergisi, Sayı: 401
YORUMLAR