Musibetlere Karşı Sabır, Rızâ ve Teslimiyet
Her musîbet, ona müstehak olunduğu için başa gelmez. Bâzen bir müʼmin, mazlûmiyetle taçlanmak, sabır neticesi mânen derece elde etmek ve mükâfatlandırılmak üzere bir musîbete mâruz kalır.
Eğer musîbetler hep müstehak olma karşılığında başa gelseydi, mâsumiyet/günahsızlık sıfatına sahip olan peygamberler üzerine hiçbir musîbet gelmezdi. Hâlbuki insanlık tarihinde en büyük musîbetlere mâruz kalanlar; başta nebîler silsilesi, sonra evliyâullah ve derece derece sâlih müʼminlerdir. Onlar bu sûretle; sabrın muhteşem mükâfatlarına nâil olmuşlardır.
CAFER-İ SÂDIK HAZRETLERİ'NİN MUSİBETLERE KARŞI RIZÂ HALİ
Nitekim Câfer-i Sâdık Hazretleri, başına gelen musîbetler karşısında da Hakk’ın takdîrine büyük bir rızâ ve teslîmiyet gösterirdi. Öyle ki küçük çocuğu kucağında vefât ettiğinde, rızâ hâlinden başka bir tavır sergilemedi. Babalık şefkatiyle gözlerinden yaşlar süzüldü. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın diğer nîmetlerini düşündü ve:
“Bir nîmetini aldıysan, pek çok nîmet lûtfetmeye devam ediyorsun! Bir defa iptilâya uğrattıysan, devamlı âfiyet veriyorsun!” diye ilticâ ve niyazda bulundu.
Sonra da çocuğunu alıp hanımının ve diğer akraba kadınların yanına götürdü. Kadınlar, küçük yavrunun vefât ettiğini görünce feryâda başladılar. Câfer-i Sâdık Hazretleri onlara, kesinlikle feryâd ile ağlamamaları hususunda tembihlerde bulundu. Yavrusunu defnetmeye giderken de rızâ zirvelerindeki kalbinden şu samimî ifâdeler dökülüyordu:
“Evlâdımızı alan Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ederim, bizim O’na karşı ancak muhabbetimiz artmıştır!”
Yavrusunu toprağa verdikten sonra da şöyle buyurdu:
“Biz öyle bir kavimiz ki sevdiğimiz kişilere sevdiğimiz şeyleri ihsân eylemesi için Allah Teâlâ Hazretleri’ne duâ ederiz, O da bize lûtfeder. Eğer, sevdiğimiz kişiler hakkında sevmediğimiz şeyler takdîr ederse, ona da râzı oluruz.” [1]
SAMİ EFENDİ HAZRETLERİ'NİN MUSİBETLERİN DEF'İ İÇİN TAVSİYESİ
Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh-, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı, hastalıkların ve musîbetlerin def’i için dâimâ kurban kesmeyi ve sadaka vermeyi tavsiye ederdi.
Kendisinin de bedelini vererek sık sık kurban kestirmek âdeti idi. Kesilecek kurbanın besili, âzâları noksansız bir koç olmasına çok dikkat ederdi. Kesimden evvel çukurun îtinâ ile kazılmasını, bıçağın çok keskin olmasını ve hayvanın gözlerinin büyük ve temiz bir sargı ile iyice kapatılmasını arzu ederdi.
Kesimden evvel kurban mahallinde hazır bulunur, kurban kesilip derisi yüzülünceye kadar âdeta namazdaymış gibi, orada büyük bir huşû, huzûr ve tâzim ile ayakta bekler, kesim işi tamam olunca içeri girip iki rekât namaz kılardı.
Dipnotlar: [1] Muhammed Ebû Zehra, el-İmâmu’s-Sâdık, s. 80.,
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, Altınoluk.
YORUMLAR