Müslüman Gencin Sorumlulukları
Selîm bir akıl ve muhâkemeye sahip olan insan düşünmez mi ki, bir tek çekirdeğin çatlamasından bahar şenliğine, mikro âlemlerden makro âlemlere kadar kâinattaki her şey, ne kadar da müthiş bir nizam ve âhenk içinde devam edip gitmektedir. Peki, bu âhengin sanatkârı kimdir? Kâinâtta insan idrâkini âciz bırakan bu mükemmel nizam, tefekkür ehli için hikmet ve ibretler manzûmesi değil midir?
Bu suâllerin cevabı, en güzel bir şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuttur. Allah Teâlâ buyurur:
“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (ed-Duhân, 38)
“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakîkaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)
“İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?!” (el-Kıyâme, 36)
İnsan bu hakîkatlerin idrâki içinde yaşamalıdır. Bilhassa gençlik devresinde bu şuura ulaşmak, pek mühim bir meseledir.
GENÇLİK İMAN VE İDRÂK
Gençlik, îman heyecanının idrâk edilebildiği nisbette değer kazanır. Îman, ölüm, âhiret gibi hakîkatleri unutarak hayatını sadece bu dünyaya hasredip ebedî âlemi arkasına atan bir gençlik, hem kendini hem de toplumunu helâke sürükler.
Mevlânâ Hazretleri bu tür insanlara şöyle seslenir:
“Kendine gel ey yolcu! Akşam oldu, ömür güneşi batmak üzere... Gücün kuvvetin varken, şu iki günlük ömründe olsun cömertlikte bulun, sâlih ameller işle!..
Elde kalan ömür tohumunu iyi ek de şu iki nefeslik fânî dünyadan sonsuz bir cennet ömrü elde et... Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da fitilini düzelt, çabucak yağını koy, yani hayr u hasenât yaparak son günlerini amel-i sâlih ve ibadetle geçir, gönül kandilini uyandır.
Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tevbe ve istiğfâr ile işe başla ki, ekim mevsimi geçip gitmesin.
Nasihatimi dinle, nefis güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkoyar. Hak yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene âit isteklerden vazgeç; rûhânî zevkleri, mânevî heyecan ve lezzetleri ara!”
Cenâb-ı Hak, insanı sadece kendisine kul olması için yaratmıştır. Îmânın kemâli, insanın yalnız Allah Teâlâ’ya kul olup fânîlerin ve menfaatlerinin kulu kölesi olmamasıdır.
Muhammed İkbâl, nefsinin ve fânîlerin putperesti olanları;
“Ben hiçbir köpeğin diğer bir köpeğin önünde eğilip secde ettiğini görmedim.” sözleriyle hâllerini düşünmeye ve intibâha davet eder.
Cenâb-ı Hak, gökte ve yerde ne varsa hepsini, kendisine kulluk yapacak insanların hizmetine âmâde kılmıştır.[1] Bu kulluğu da, aşk, şevk ve vecd içinde yaşayabilmeleri için onlara tefekkür, tahassüs, muhabbet gibi kalbî hassâsiyetler lûtfetmiştir.
Bir Hak dostu şöyle buyurur:
“Bu cihan, akıl sahipleri için seyr-i bedâyî, yani her biri ilâhî bir sanat hârikası olan mahlûkâtı ibretle temâşâ etmek; ahmaklar için ise yemek ile şehvetten ibârettir.”
Âmâ bir kimse bile güneşin doğduğunu, harâretinden anlar. Hâl böyleyken, akıl ve idrak sahibi bir insanın ilâhî kudret akışları ve azamet tecellîleri karşısında alık ve abus kalması ne kadar acıdır. Kalbi diri olanlar için zerreden kürreye kadar her şey, ilâhî kudret ve azametin kuvvetli bir şâhidi, ilâhî sanatın bir vitrini değil midir?!
Dolayısıyla hakîkati anlayıp onunla meşgul olmak, gerçek istikbâl olan âhiret hazırlığında bulunmak, kulun hedefi olmalıdır. Fânî nîmetlerin süsüne ve yaldızlarına aldanmamak îcâb eder.
GENÇLİK VE İHTİYARLIK ARASINDA MUKAYESE
Hazret-i Mevlânâ, gençlik ile ihtiyarlığı ne güzel mukâyese eder:
“Sen, ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış hâline ve soğukluğuna bak! Şafak vaktinde güzel Güneşʼin doğuşunu görünce, gurûb zamanı, onun ölümü demek olan batışını da hatırla! Bu hoş çardakta, yani mehtaplı gecede, Bedir hâlindeki Ayʼın letâfetini görürsün; onun bir de ay sonlarında zayıflayıp yay gibi iki büklüm olarak Bedir hâline duyduğu hasreti düşün!
İnsan da aynen bu mâcerâyı yaşar. Olgunluk ve güzelliği, nihâyetinde yok olmaya mahkûmdur. Bakarsın, bir çocuk, güzelliği ile halkın sevgilisi olmuştur. Bir müddet sonra, ihtiyar bir bunak hâline gelir ve halka rezil olur!
Eğer gümüş tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak! Ey yağlı-ballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen kişi! Kalk helâya git de, onların âkıbetini gör! Pisliğe de ki: «Senin o güzelliğin, tabak içindeki zevk, letâfet ve güzel kokun nerede?» Cevâben der ki: «O saydığın şeyler gonca idi. Ben de kurulmuş bir tuzaktım. Sen gelip tuzağa düşünce, gonca eridi, soldu ve cürufa döndü.»
Ustaları hayran bırakan öyle mahâretli eller vardır ki, sonunda titrek olmuştur. Kezâ cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çıpıl çıpıl olmuş ve suları akmaya başlamış bir hâlde görürsün! Kezâ arslanların safında giden yiğit bir cengâver, gün gelir fare gibi âciz birine mağlûb olur.
Kezâ, akılları baştan alan misk kokulu ve kıvırcık bir zülf, ihtiyarlıkta, kır merkebin kuyruğu gibi çirkinleşir!
Her kim, ne kadar nefsin esiri olmaktan ve mecazlara (gölgelere) aldanmaktan kurtulmuş ise, Allâh’a o kadar yakındır.
Ey insan, dünyadan birbirine zıt iki ses gelir. Acaba senin gönül kulağın hangisini almaya kâbiliyetli? O seslerden biri Allâh’a yaklaşanların, diğeri ise aldananların hâlidir. Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile! Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı âdeta kör ve sağır kesilir. Ey sâlik; aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binânın harâbe hâline geleceğini düşün de aynadaki yalana aldanma!..” (el-Câsiye, 13.)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları
KONU İLE İLGİLİ VİDEOLAR
YORUMLAR