Müslüman Olmanın Şartları

HAYATIMIZ

Müslüman olmanın şartları nelerdir? Namazsız Müslümanlık olur mu? İslam’da namaz ne ifade eder? Mehmet Lütfi Arslan yazdı...

Mekke’nin fethinden sonra Rasûlullah Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in tebliğiyle arasındaki engellerin kaldırılması gereken iki büyük kabile kalmıştı. Bunlar Hevazin ve Sakif kabileleri idi. Huneyn Savaşı Hevazin’in önündeki engellerin bertaraf edildiği savaştır. Huneyn’den sonra Sakif kuşatılmış ancak muhkem surlar arkasında yaşayan Taif halkına karşı galibiyet nasip olmamıştı. Sakif kuşatmasının ardında Cir’ane mevkiine gelen Peygamber Efendimiz burada Hevazin lideri Malik bin Avf’la görüştü. Müslüman olan Malik’e esir edilmiş yakınlarını ve malını geri verdi, ayrıca yüz deve hediye etti. Gördüğü muameleden etkilenen Malik: “Yâ Rasûlallah! Senin için ben Sakiflilerin hakkından gelir, kendileri sana Müslüman olarak gelinceye kadar, onların yaylım hayvanları üzerine baskınlar yaparım!” dedi.

Malik bin Avf yurduna döndükten sonra Sakifliler üzerine baskınlar düzenlemeye başladı. Sakifliler sürülerini korunaklı surlarının dışına çıkaramaz oldular. Nihayet bin koyunluk bir sürünün Malik tarafından ele geçirilmesi Sakiflileri bir karara varmaya zorladı. Artık daha fazla direnemeyeceklerini gördüklerinden Rasûlullah Efendimiz ile müzakere etmeye karar verdiler. Altısı lider mevkiinde olmak üzere on kişiden fazla bir heyeti Medine’ye gönderdiler. Ancak heyettekilerin hiçbirisi Medine’ye rahat gitmiyordu. En uluları Urve bin Mesud İslam’ı seçmiş ama kavminin gadrine uğramıştı. Urve’yi taşlayarak şehit etmişlerdi. Heyettekiler Müslüman olarak geri dönerlerse aynı akıbete uğrayacakları endişesini taşıyorlardı.

MÜSLÜMAN OLMANIN ŞARTLARI

Sakif heyeti Hicretin 9. yılı Ramazan ayında Medine’ye vardı. Peygamber Efendimiz Tebük’ten yeni dönmüştü. Medine’nin hemen dışında Peygamberimizin develerini otlatan, kendi kabilelerinden olan Muğire bin Şûbe ile karşılaştılar. Muğire’ye ne maksatla geldiklerini söyleyerek kendileri için aracılık yapmasını istediler. Sakiflilerin geliş amacına çok sevinen Muğire koşarak mescide gitti. Mescidin önüne geldiğinde Hz. Ebubekir radıyallahu anh ile karşılaştı. Hz. Ebubekir Muğire’ye bu sevinçli haberi bizzat kendisinin ulaştırmak istediğini söyledi ve Peygamberimizin yanına girerek Sakîflerin Müslüman olmak üzere geldiklerini haber verdi. Peygamberimiz habere çok memnun oldu. O arada içeri girip, durumu izah eden Muğire’ye: “İstedikleri her şartı ve her yazıyı, hiç kimseye vermediğimi kendilerine vereceğim. Müjdele onlara!” buyurdu.

Peygamber Efendimiz Sakif temsilcileri için mescidin kenarına üç tane çadır kurdurdu. Muğire onları kendi evinde misafir etmek istese de Peygamberimiz kalpleri yumuşasın diye onların mescitte kalmalarını arzu etmişti. Sakifliler burada kılınan namazları izlediler, teheccüd vakti okunan Kur’an’ı dinlediler, Rasûlullah’ın ve ashabının birbirleri ile muamelelerini gözlemlediler. Günler bu şekilde geçti. Peygamberimiz arada onları ziyarete gelir ve kendilerini İslam’a davet ederdi. En sonunda Sakifliler beş şart karşılığında Müslüman olmaya karar verdiler. Buna göre başlarına, içlerinden birisi dışında başkan kabul etmeyecekler, namaz, cihad ve sadakadan muaf olacaklar ve Rabbe adını verdikleri putlarını kendileri yıkmayacak, ancak kendileri dışında birisinin yıkmasına ise ses çıkarmayacaklardı.

Rasûlullah Efendimiz onlara kendi içlerinden birisini başkan tayin etmeyi kabul etti. Putlarını kendi içlerinden birisinin yıkmaması şartını da kabul etti. Sadakadan ve cihaddan muaf olmalarına da ses çıkarmadı. Ama namaz konusunda çok net bir duruş sergiledi. “İçinde namaz bulunmayan bir dinde hayır yoktur” buyurarak Sakiflilerin her hal ve kârda namaz kılmaları gerektiğini kesin bir dille emretti. Sakifliler şartlarının büyük oranda kabul edilmesinden duydukları memnuniyetle beldelerine geri döndüler. Rasûlullah Efendimiz arkalarından: “Müslüman olduktan sonra sadaka da verecekler, cihada da katılacaklar” buyurdu. Bugün Sakif yorumu diye sadakasız ve cihadsız bir din bilmediğimize göre Peygamber Efendimizin namaz şartındaki ısrarı nasıl bir netice vermiştir, dikkat kesilmeliyiz.

Heyetler Senesi denen ve sadece Sakif değil birçok Arap kabilesinin fevç fevç Medine’ye din-i Mübin-i İslam’ı öğrenmek için geldiği sene yaşananlar çok ibretliktir. Her bir heyetin yaşadığı ayrı ayrı tecrübeler nebevî hakikatin mucize olarak tezahürünün muhteşem örnekleridir. Medine’de, Mescid-i Nebevi’de kimisi iki vakit, kimisi üç gün, kimisi on beş gün kalan ve beldelerine Müslümanlığı anlatmak üzere geri dönen misafirler Peygamberimizle geçirdikleri o vakitlerde yaşadıkları tecellilerle ebedi hakikatin şahitleri olmuşlardır. Bu tecellilerin ortak paydasında namaz, cemaat ve mescid vardır. Hepsi önce namazı fark etmiş, namazın önemini idrak etmiş ve bu ibadetin sadece safları değil, vakti, ilişkileri ve hayatı tanzim edişini görerek, İslam’ın namaz kılmakla ayrılmaz bağına şahit olarak sağlam bir dini bakış elde etmişlerdi.

Bugün de öyledir. Kim İslam’ı nasıl tarif ederse etsin, namaz merkezdedir. Namazın ikâme edilmediği bir yerin, namazın tanzim etmediği bir hayatın hayrı yoktur. Müslümanlığın en kıymetli ameli vaktinde kılınan namazdır. Namaz Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçasıdır. Bir yerde namaz ikâme ediliyor, ezan okunuyor, insanlar işlerini bırakıp namaz için camiye gidiyorsa orada Müslümanlık cari demektir. Bir yerde İslam’ın inkişaf edişi camilerin yayılması ile değil, namazın cem edişi iledir. Namaz bedenleri toplar, kalpleri bir araya getirir. Cemaatle durulan saflar yan yana duran kalpleri toplu vuran yüreklere dönüştürür. Safların çokluğu ve sıklığı İslam kardeşliğinin kalitesinin göstergesidir. Safta öne geçmek, İslam’ı yaşamada öne geçmektir. Geri kalan, geri bırakılır.

Pandemi sonrası camilerde bir sarsıntı oldu. Önce safların arası açıldı. Safların arası açılınca kalpler ayrı düştü. Kalpler ayrı düşünce cami ile bağ koptu. Hâlâ o sarsıntının yaralarını saramadık. Namaz edepsizlik ve kötülükten bizi koruyacak yegâne dayanağımızdır. Camilerimiz ise namazlarımızın hayrını ve bereketini göreceğimiz mekânlardır. O mekânlarda ikâme edilen namaz Müslüman şahsiyet ve karakterinin ikamesidir. Cemaatle kıldığımız namaz kalplerimizi telif eder. Bizi kimseye eğilmeyeceğimiz bir vakara ve Rabbimizden başka kimseye temennada bulunmayacağımız bir duruşa kavuşturur. Namaz bizi inşa eder; kıyamıyla izzet sahibi kılar, rükûuyla mütevazı eder, kadesiyle hikmete erdirir ve secdesiyle Yaratan’a yaklaştırır.

NAMAZ TELKİN, TEKLİF VE TEBLİĞDİR

Namaz şahsiyet ve karakterimizin bizden sonraki nesillere transferinin de en mühim şartıdır. Çocuklar anne babalarını evvela namazları ile hatırlamalıdır. Namaz bu mânâda bir telkin, teklif ve tebliğdir. Namazı kılmak, namazı anlatmaktır. Namazı ikâme etmek, namazı teklif etmektir. Namazda huşuyu yaşamak, namazı arzulatmaktır. İki namaz arasını namazdaymış gibi yaşamak namazı cazip kılmaktır. Namazı her durum ve şartta öncelemek, namaza rağbeti artırmaktır. Ezan okunur okunmaz hayatı namaz için durdurmak, namazı hayata katmaktır. Namaz, sözle değil halle tebliğin en görünür ve dikkat çekici örneğidir. Nesillerine namazı benimsetmek isteyenler, namazı hayatlarının bir numaralı önceliği yapmalıdırlar.

Taif bedduasının değil duasının muhatabı Sakifliler namazı ikâme ettikleri için sadaka da verdiler, cihaddan da geri kalmadılar. Allah Rasûlü onlara nefislerinin hoşuna gidecek şartlara ses çıkarmadı. Ama namaz şartında ısrar etti. Namaz Müslüman olmanın farkıdır. Müslüman namazla hayat bulur, hayatını namazla kurar; tarzını, tavrını, yolunu, dahası dostunu, düşmanını namazla bulur. Biz, namazımızın biçimlendirdiği bir hayat tarzının çocuğuyuz. Biz namazımız kadar varız. Biz namazımızla varız. Bizim adımız bellidir; biz namaz kılanlarız. Çoluğumuz çocuğumuz da bizi öyle tanır ve bizden olmak için şartın namaz olduğunu bilir. Ailemiz ve ehlimiz namaz ile bilinmelidir. Namaz hem kendimizin hem de ailemizin üzerindeki İslam nimetinin kemalinin vesilesidir.

İSLAM ŞAHSİYETİNİN KAYNAĞI

Namaz İslam şahsiyetinin kaynağıdır. Namazı olmayanın İslami bir duruşu olamaz. Namaz kılmayanın, namazla işi olmayanın, camiden ve cemaatten uzak olanın İslam’a ve Müslümanlara bir faydası da olmaz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti insanlığın umudu olacaksa ki öyledir, bunun yolu namazla dirilmekten geçiyor. Namaz ile dirilemeyen başkasına namaz merkezli bir hayat teklif edemez. Hayatının merkezine namazı koymayan, Müslümanlığın izzet ve vakarına kavuşamaz. Allah namazı ve hususiyle secdeyi inananların markası yapmıştır. O marka ile temayüz edemeyen, başkasının uydusu olmaya mahkûmdur, çünkü İslam’ın izzeti sözde değil özdedir. Özü inşa ve imar eden en büyük imkân namazdır. Namazını ikâme hususunda titizlik gösteren, Allah’ın inâyet ve vikâyesine mazhardır. O’nun başını kimse eğemez.

Heyetler senesinde gelenlerden bir heyet de Beni Süheym kabilesindendi. Rasûlullah Efendimiz heyetin başındaki Ek’as radıyallahu anh’ı kabilesine geri gönderirken eline bir kap okunmuş su verdi ve şöyle buyurdu: “Beni Süheym’e bunu götürün de okunmuş bu suyu mescidlerine serpsinler. Söyleyin, başlarını dik tutsunlar. Çünkü Müslüman oldukları için Allah onların başlarını dimdik yapmıştır.” Hz. Ek’as elinde bir matara ile Beni Süheym’in mescidine geldi, mataradaki suyu mescide serpti. Sonraki fitnelerde Beni Süheym’den hiç kimse yalancı peygamber Müseylime’ye tabi olmadı, yine bu kabileden tek bir kişi bile Harici olmadı. Mescid, başı dik tutmak için baş eğilen bir yerdir. Mescid, Allah’ın anıldığı ve cemaat olma duygusunun hissedildiği bir yerdir. Başı dimdik tutmanın yolu, yöntemi ve usulü namazdadır. Namaz başımızı dimdik tutmamızın vesilesidir.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 464