Müslüman Tüccarların Özellikleri

Rabbimiz ticaret yapan bir Müslümanda hangi özelliklerin olmasını istemektedir? İslam’a göre Müslüman tüccarlar nasıl olmalıdır?

Ticaret, insanlık âleminin başlaması ile başlayan bir gerçektir. İnsanın, hayatının devamı için çalışıp rızkını temin etmek gibi kadim bir faaliyet bu gün var olduğu gibi gelecekte de insanlığın en önemli konularından biri olacaktır. Paranın îcat edilmesi ile farklı bir boyut kazanan ticaret, ilâhi emirlerle sınırları çizilmiş, özellikle helal-haram kavramlarının beraberinde çokça telaffuz edildiği bir alan olmuştur. Ticaret kavramının Kur’ânî ifadesi, bir yönü ile mânevî olarak Müslümanın Rabbinin rızası ve cenneti karşılığında canını ve malını feda etmesi olarak telakki edilse de zâhiri olarak anladığımız ticaret, bizi Kur’ân’ın dikkat çektiği noktaya götürmesi lazım.

MÜSLÜMAN TÜCCARLARIN KENDİLERİNE SORMALARI GEREKEN SORULAR

Ticaret yolu ile kazanılan malların nihâi olarak neye hizmet etmesi gerektiği ve insanın hangi yönlerini beslemesi gerektiği de ayrıca düşünülmesi gereken hususlardan biridir. Şu önemli soruları kendimize sormalıyız:

  • Rızkın, ilâhi bir taksîmat neticesinde insanlara dağıtıldığı inancını taşıyan inanmış bir tüccarın bu konulara bakış açısı nasıl olmalıdır?
  • Kapitalizm gibi tamamen insan benliğini yükselten, kazandıkça daha çok kazanmayı teşvik eden ve hatta gücü daha çok mal ve para biriktirmekte gören bir anlayışın dünyayı bu denli etkisi altında tutması karşısında bir Müslüman olarak nasıl bir çıkış yolu izlememiz lazım?
  • Modern dünya anlayışında insan onurunun ve şahsiyetinin daha çok güç ve para bağlamında düşünüldüğünü varsayarsak, bizim için gerçek erdem değerleri neler olmalıdır ve Rabbimiz ticaret yapan bir Müslümanda hangi özelliklerin olmasını istemektedir?

Miktarı ne olursa olsun, en küçük esnaftan, uluslararası ticaret hacmi, devasa boyutlarda olan şahıslar veya şirketler neticede beşerî mânâda belli kanunlara bağlı işlem yapmaktadırlar. Ticaretlerinde, alışveriş veya satın aldıkları malda mevcut devlet kanunlarının aleyhine bir durum söz konusu ise kanun koyucu tarafından büyük yaptırımlarla muhatap olmaktadırlar. Şunun farkında olmak icap eder ki; bu işin beşerî kanunlara bakan yönlerinden daha önemlisi Allah’ın koyduğu kuralların ticaretimizin neresinde olduğu ve bizim Allah’ın kurallarını ne kadar dikkate aldığımızdır.

Ticarette en önemli ve başta gelmesi gereken hassas nokta, tüccarın dürüst olması ve her yaptığı işin vicdânen mâkul olmasıdır. Yaptığı ticaretin içinde hem kendisini hem de muhatabını zor duruma düşürecek davranışlar olmamalıdır. zellikle ticaret yaparken asla yalana tevessül edilmemeli ve ticarete konu olan malın muhataba her yönünü açık bir şekilde anlatılmalıdır.

TÜCCARDA OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER

Konu ile ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadis-i şerifi, ölçüyü net bir şekilde ortaya koymaktadır.

‘‘Şüphesiz ki kazancın helal ve temizi, konuştukları zaman yalan söylemeyen, kendilerine emanet teslim edildiği zaman hıyanetlik yapmayan, söz verdikleri zaman sözlerinden dönmeyen, satın aldıkları zaman (aldıklarını) kötülemeyen, sattıkları zaman (sattıkları şeyi) övmeyen, başkalarına borçlu oldukları zaman borçlarını ödemeyi geciktirmeyen, alacakları olduğu zaman, borçlularını zorlamayan kimselerin kazancıdır." (Tirmizî, Kıyâme, 58)

Bu hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.), bir tüccarda olması gereken bütün özellikleri zikretmiştir. Sözüne sâdık, malını satarken abartmayan, borçluya karşı müsâmahakâr davranan tüccar, Allah’ın hoşuna giden tüccardır.

İMAM EBU HANİFE’NİN TİCARET İNSANI OLARAK 4 ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ

Mâlum olduğu üzere İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), ilimle meşguliyetin yanında, ticari hayatını da ölünceye kadar sürdürmüş bir tâcirdir. Ancak, ticaretle yakından ilgilendiği gibi bir taraftan da bir mezhep imamı olabilecek donanımda bir ilmî birikime sahip âlim bir zâttır.  O ticari hayatında dört önemli niteliği kendisinde toplamış bir insandı:

  1. Son derece kanaatkâr ve gönlü zengindi.
  2. Emanete riayette çok titizdi.
  3. Oldukça cömert ve eli açık olup; cimrilikten uzaktı.
  4. Dindar ve ibadete düşkündü. Ticareti buna asla engel olmadı. Günah şüphesi olan şeylerden sakınır; bir mala haram karıştığından şüphelense, onu yoksul ve muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı.

Ticari hayatta en fazla düşülen hatalardan biri de fâize bulaşma mevzusudur. Her yönü ile fâiz sisteminin dört bir yanı kuşattığı bir ortamda faizden uzak durmayı başarmak ayrı bir hassasiyet istemektedir. Fâiz alarak ticarette başarılı olacağını düşünen bir Müslüman tacir, büyük bir aldanışın içine sürüklenmiş demektir. Çünkü ticareti yaparken helâl yollardan ve meşru kurallar çerçevesinde ilerlemek en başta yapılması gereken bir durumdur. Daha çok kazanmak ve daha çok insan istihdam etmek ve daha çok hayırda bulunmak gibi iyi görünümlü gerekçelere haram yoldan yani fâizle kazanılan paradan varılmayacağını da bilmek gerekir.

TİCARETTE FAİZ YASAĞI

Fâiz konusu Kitabımızda farklı yerlerde şiddetle reddedilmiş, en ağır ifadelerle yerilmiştir. Müslüman bir tüccarın bilerek ve isteyerek fâizle iştigal etmesi asla kabul edilir bir davranış değildir. Hiçbir meşru gerekçesi de olamaz. Rabbimiz konu ile ilgili ayet-i kerimelerde şu şekilde buyuruyor:

‘‘Fâiz yiyen kimseler, kıyamet gününde kabirlerinden şeytan çarpmış kimsenin kalkışı gibi kalkarlar.’’ (Bakara sûresi, 27)

Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmuştur: ‘‘Ey iman edenler! Fâizi kat kat yemeyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.’’ (Âli İmran sûresi, 130)

Ticarette ilahi çerçeveye uygun bir davranış biçimi, müminin Allah korkusundan ileri gelmelidir. Aşırı dünya hırsı, sadece kendisinin kazanma isteği ve tûl-i emel sayılabilecek duygular insanı farklı mecrâlara sürükleyebilir.

Unutmamak lazım ki ticaret insan hayatının merkezinde olan bir gerçektir. Bugün tüccar olsun veya olmasın aslında insanlar günlük hayatlarında her daim bir ticarî faaliyet içinde bulunuyorlar. Pazardan meyve alırken, marketten alış veriş yaparken veya bir seyahatte iken sürekli bir ticaretle meşguliyetimiz söz konusudur. Dolayısı ile hayatımızın merkezinde olan bir hakikati en doğru bir şekilde algılamalı ve Allah’ın rızasına uygun bir şekilde devam ettirmeliyiz.

Müslüman, kendisine paranın hükmettiği insan değil, paraya hükmeden ve onu Rabbinin rızasına uygun bir şekilde idare edebilmeyi bilen insandır. Çünkü Müslüman bu dünyaya çok para kazanmak ve maddi güç elde etmek için değil ahiretini kurtarmak ve Rabbinin huzuruna temiz bir şekilde gitmek için gelmiştir.

Kaynak: Salih Zeki Meriç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 443

İslam ve İhsan

MÜSLÜMAN BİR TÜCCAR NASIL OLMALIDIR?

Müslüman Bir Tüccar Nasıl Olmalıdır?

SADIK VE EMİN TÜCCARLARIN AHİRETTEKİ YERİ

Sadık Ve Emin Tüccarların Ahiretteki Yeri

İSLAM'DA TİCARET NASIL OLMALIDIR?

İslam'da Ticaret Nasıl Olmalıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.