Müslüman Yüreğinin Kıvamı
Altınoluk Dergisi yazarı Ahmet Taşgetiren, kalbi bir hayat için altın öğütleri sıralıyor.
“Güzel ahlaklı, geniş yürekli, derya gönüllü ol.”
Bu sözü, Altın Öğütler isimli eserimizi hazırlarken, Muhammed Ebu Zehra’nın “Ebu Hanife” isimli kitabından almış, ve kitapta o bölümün başlığına koymuştuk. Bu söz, Ebu Hanife’nin talebesi Yusuf b. Halid Semti’yi Basra’ya gönderirken ona verdiği öğütlerden ibaretti. Bir mü’minin “insan ilişkileri” çerçevesini oluşturmaktaydı. Ebu Hanife Hazretleri, “Derya gönüllü olmak ne demek, bu sözün içi nasıl dolar?” sorusuna da cevap veriyordu.
İYİ GEÇİNMEK
Altın Öğütler kitabımızda ayrıca Ebu Hanife’nin öğütlerinin daha geniş bir kısmı Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetname’sinden alınarak da sunulmuştur. Biz burada, Muhammed Ebu Zehra’nın Ebu Hanife kitabında yer verdiği bölümü sizlerle paylaşacağız. Hazret talebesine şunları tenbih ediyor:
“Bilmiş ol ki, insanlarla iyi geçinmezsen onlar sana düşman kesilirler, velev ki anan baban bile olsa senden hoşlanmazlar. Akrabandan olmayan bir cemaatle iyi geçinirsen sana ana baba olurlar.
Şimdi gözümün önünden şöyle geçiyorsun: Basra’ya gidiyorsun, onlara muhalefete başlıyorsun, aralarına karışmıyorsun. Sen onları terkediyorsun, onlar da seni terkediyorlar. Sen onlara sövüyorsun, onlar da sana. Sen onları dalâlette addediyorsun, onlar da seni dalâlette sayıyorlar. Böyle yaparsan bu hem sana, hem bize bir leke olur.
Onlardan kaçmak istersin. Bu akıl işi değildir. Zira hoş geçinmek gereken yerde müdârât yapmayan akıllı sayılmaz...
Basra’ya girdiğin zaman insanlar seni karşılar ve ziyaret ederler. Senin kadrini bilirler.
Herkese mertebesine göre itibar et. Şeref ehline ikramda bulun, İlim ehlini büyük tanı. Üstadlara hürmet göster. Gençlerle latife yap. Avamla yakından görüş. Facirlere müdârât göster. Hayırlı kimselerle arkadaşlık yap. Sultana lakaytlık gösterme. Kimseyi hakir görme. Mürüvvette kusur etme, sırrını kimseye açma.
Denenmedikçe kimsenin dostluğuna güvenme.
Alçak ve hasis olan kimseyle dost olma.
Sefihlerle düşüp kalkma. Hoş geçin.
Sabırlı ve mütehammil ol.
Güzel ahlâklı, geniş yürekli, derya gönüllü ol.
Elbisen temiz ve yeni olsun.
Binek atın iyi olsun.
Güzel kokular kullan...
Yemek yedirmekte çok cömert ol, herkesi doyur, bahil ve cimri kimse asla başa geçip efendi olamaz.
Halkın ahvalini araştırıp öğrenen adamların olsun.
Bir fitne ve fesat duydun mu onu ıslaha koş. Bir yerde salaha yüz tutmuş iyi işler duydun mu onları da arttır.
Seni ziyaret edenleri de, etmeyenleri de sen ziyaret et.
Sana ister iyilik yapsınlar ister kötülük, sen herkese daima iyilik yap. Her vakit iyilikte bulun.
Affet, bazı şeylere gözyum.
Sana eziyet veren şeyi terket, hakkı yerine getirmeğe çalış.
Arkadaşlarından hastalananları kendin ziyaret et. Göremediklerinin ahvalini soruştur. Sana gelmeyenlerle sen alakadar ol...
HERKESE SELÂM VER!
Elinden geldiği kadar insanlara sevgi göster. Herkese selâm ver, isterse aşağı kimseler olsun.
Başkalarıyla bir mecliste toplanır veya bir mescitte beraber bulunur da aranızda bazi mes’eleler münakaşa edilirse ve senin bildiğine muhalif birşey söylerlerse sen onlara muhalefet gösterme. Şayet sana da sorarlarsa onların bildiği gibi haber ver, sonra bu hususta şöyle şöyle başka kavil de vardır, delili de şudur, diyerek kendi bildiğini söyle, böylelikle seni dinlerler ve senin ilimde dereceni anlarlar. Eğer bu kimin kavli diye sorarlarsa bazı fukahanın kavli de. Bu hal böylece devam ederse alışırlar, senin kadrini bilirler ve senin mevkiin yükselir.
Sana gelenlerin hepsine bir nevi ilim göster, her biri senden bir şey bellemiş olsun. Onlara kıymetli bilgiler ver, ehemmiyetsiz şeylerle uğraşma. Onlarla arkadaş gibi ol. Hatta bazan şaka yollu latifeler bile yap. Zira dostluk ve samimiyet ilme devamı sağlar. Onlara ara sıra yemek yedir, onların hacetlerini gör. Kadirlerini bil. Kusurlarına göz yum.
Onlara yumuşak davran, hoş muamele et. Onlardan hiç birine can sıkıntısı ve bezginlik gösterme. Kendini onlardan biri imiş gibi tut..
İnsanlara onların yapmağa alışık olmadıkları birşeyi teklif etme. Onların beğendikleri şeyi sen de beğen. Onlara daima iyi niyet göster. Doğruluk yap. Kibiri bir yana bırak. Sana gadir etseler de sen sakın gadretme. Sana hiyanet etseler de sen emaneti yerine getir. Vefadan ayrılma. Takvaya sarıl. Her din erbabına muaşeretleri veçhile muaşerette bulun.”
İSLAM ŞAHSİYETİNİ KUŞANMAK
Hani bir söz var ya:
İslam alimlerinin bütün kitapları bir kitabı anlamak içindir, diye. Bu sözü şöyle çoğaltabiliriz: İslam alimlerinin bütün sözleri de, O kitaba şerh – tefsir ve Rasulü Ekrem’in üsve-i hasene vasfını tasvir niteliğindedir. Belki şunu da söyleyebiliriz: Mü’minin İslam şahsiyetini kuşanma gayretlerinin tamamı, Allah Rasulü aleyhissalatü vesselamın güzelliklerini hayatına taşımaktan ibarettir.
Şu ayet, Uhud Savaşında Rasulü Ekrem (s.a.v.) ile sahabe-i kiram arasında savaş müzakereleri sırasında ortaya çıkan bazı farklılaşmalar üzerine inzal buyurulmuştur:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmran, 159)
Rasulullah orada peygamberdir, devlet başkanıdır, komutandır. Rasulullah’ın risalet hayatının belki de en çetin safhasının yaşandığı yer olan Uhud’da bu üç vasıf da kendi muhtevasıyla devreye girecektir. Görüyoruz ki o muhteva “Allah’ın rahmeti” ile buluşmak, onun sonucu “yumuşak davranmak, affetmek”tir ve o davranışın da özünde “kaba ve katı yürekli olmamak” vardır. Hangi meselede ve hangi seviyede olursa olsun yönetilen kimselerle istişare bu “yürek vasfı” ile yapılacaktır. Ayetin sonundan anladığımıza göre bu yürek vasfının özünde de “karar ve azim” süreçleri en iyi şekilde işledikten sonra “Allah’a tevekkül hassasiyeti” bulunacaktır. “Allah’a tevekkül hassasiyeti” ise, insana “Her şeyi kendi kudretinle çözebilecek güce sahip değilsin, her işte Allah’ın nihai kudretini ve belirleyiciliğini unutma, onun için büyük – küçük her türlü kararın nihai hükmünü Allah’a bırak ki, O’na teslimiyetin ecrini, bereketini bulasın” bilincini taşır.
CAHİLLERE KARŞI MÜ'MİN VASFI
Rasulü Ekrem aleyhissalatü vesselam’ın bir yandan sade bir insan olmak, diğer yandan risalet gibi son derece çetin bir görevi ifa etme süreci içinde engelleri böyle bir kalbi sekinet içinde aştığına şahit olmaktayız.
Mekke hayatını düşünün, ilk tebliğ yıllarında akrabaları tarafından dışlanmaları – boykotları düşünün, kendisine inananların en ağır işkencelere – göçlere maruz bırakıldığını, sığınacak bir dal kalmadığını, ölüm tehdidini, memleketi terketmek zorunda kaldığını, Medine hayatında savaşları, galibiyetlerin – mağlubiyetlerin bizzat mü’minlerin safında meydana getirdiği duygusal iniş – çıkışları göğüslemeyi düşünün, Hazreti Hamza gibi Mus’ab gibi Rasulullah’ın kalbinde derin sevgilerle var olan Uhud şehidlerinin yüreğinde açtığı yarayı düşünün, ganimet mallarının dağıtımında ilk mü’minler arasında ortaya çıkan gerilimleri düşünün, Peygamberimizin aile hayatında meydana gelen ve O’nun gönül dünyasını etkileyen insani hareketlenmeleri düşünün, ümmetin geleceğine yönelik endişelerin Peygamberimizin yüreğine yansımalarını düşünün.....
En mahrem alanlarına kadar neredeyse bütün hayatı göz önünde bulunan bir insan olarak, sevgisi, önderliği hep yükselerek yaşanmış bir 23 yıllık ömür... o kalbi sekinetin eseri olabilir.
Mü’minden beklenen de, Allah Rasulü (s.a.v.)’nün kalbi hayatından kendi kalbi hayatına izdüşümler taşıyabilmektir.
İnsan olarak da Rasulü Ekrem Efendimizle ayniyetlere sahibiz, iş -güç sahibi oluruz, kazanırız, harcarız, evleniriz, çoluk çocuğa kavuşuruz, insanlarla binlerce çeşitte ilişki kurarız... Mü’min olarak da Rasulü Ekrem (s.a.v.)’le ayniyetleri bulmakla yükümlüyüz; inanırız, mü’mince bir hayat yaşarız, İslam’ı ikinci bir insana taşımak anlamına tebliğ sorumluluğunu yükleniriz...
Bütün bunlar da bir kalbi kaliteyi zaruri kılar. Rasulullah’ın kalbi mukavemetine aynı kıvamda sahip olamasak da, hem sade insan olarak hem kulluk bilinci içinde “Emaneti” taşımaya hazır bir kalbe sahip olabilmek ulaşılması gereken bir hedef olmalıdır.
Dışlayan bir kalble hayat içinde yürümek son derece zordur. Aile kurmak zordur, evladü ıyal ile saadet içinde yaşamak zordur, iş hayatında ilişkileri sağlıkla sürdürmek zordur, yönetici olunduğunda emrimiz altındakilerden verim almak zordur, devlet yönettiğimizde halkımızla ve emrimiz altındakilerle huzuru bulmak zordur, bir inanç topluluğu içinde sekinet ortamı inşa etmek zordur... Elhasıl “katı kalbli olmak” insicamın değil infiradın kaynağı olacaktır. Ahenkli bir buluşmanın değil, savrulmanın kaynağı yani.
Allah Teala (c.c.) buyuruyor:
“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler. (Furkan, 63)
Hayatta her zaman düzgün insanlarla karşılaşılmaz, dünyadaki varoluş sorumluluğunun farkında olmayan “cahiller” her zaman bulunacaktır. Onlara karşı bile mü’minin vasfı “Selam” ile mukabeledir.
“Selam” diyebilmek selamette bir kalbin eseridir. Arı, duru, sekinete ulaşmış, onu öldürmeye geleni diriltebilecek vüs’atte, dirilikte bir gönüle yani.
Ne diyelim, Rabbimiz her birimize böyle bir gönül kıvamı lütfetsin.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Şubat 2015, 348. Sayı
YORUMLAR