Müslümanın Ekonomisi Nasıl Olmalı?

Cemiyet Hayatımız

Ekonomi disiplini adına (ya da hayatla ilgili bütün başlıklar adına) söylenecek her prensip, Allah ile ilişkimize nasıl baktığımızla alakalıdır. Ölçü için O’na bakıyorsak başka insan oluruz, O’nu unutarak yaşıyor, tutkularımız - hevamız bize yön veriyorsa başka insan oluruz. İnsanın bu ayrışmayı unutması da, kendi kendine kurduğu bir psikolojik tuzaktır. Ekonomi disiplini, Müslümanın kendine özgü karakterinin eseri olacaktır.

Dalgalı denizler tekin değildir. Bir yerde durduğunuzu zannedersiniz halbuki bir de bakmışsınız kıyıdan çok uzaklardasınız.

Fırtınalı ortamlar da tekin değildir. Tutunduğunuz dallar kopabilir ve fırtına önünde sürüklenir gidersiniz.

Tevbe suresinde bir ayet (122) bize savaş ortamının da insanı savurabileceğine işaret eder. Ayetin meali şöyledir:

“Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 122)

Yani “Allah yolunda” can pazarına gidersiniz, ölüm korkusu, geride kalanlar, ganimet paylaşımı vs... niyetlerinizi tarümar eder, kalbinizi karıştırır. Allah Teala diyor ki: Bir grup geride kalsın, dinde derinleşsin, kalbini ve aklını korusun, din eksenli bakmakta sabit kadem olsun, sabitelerini sağlam tutsun ve yıpranmış halde dönüp gelenlerin kalb yaralarını sarsın.

Ekonomik türbülanslar...Gelgitler... Çalkantılar...

Ya da İslam’ın ölçüleri gözetilmeden inşa edilen ve insanı kuşatan toplumsal yapılar...

İnsan çalkantıların içine düşer ya da kurulu düzenin içinde yol alır.

Müslümana düşen sorumluluk, her hal içinde Müslümanlığının gereklerini yapabilmek, ona göre bir hayat kurabilmektir.

Tıpkı cihad için sefere çıkıp, geriye çok daha kavi bir imanla dönebilme gereği gibi.

Ama Allah Teala, her türlü donanımı sağlayarak, can bedeli ödemeyi göze alarak İslam için savaş gibi bir ortama girip çıkan insanda bile kalb yaraları oluşabileceğini, Müslümanların bunun tedavisini düşünmeleri gerektiğini bildiriyor.

Savaş yine de çerçevesi belli bir olaydır. Hayat ise insanın çok girift işlem ve eylemlerin içinde yürüdüğü bir hadisedir. Cephe yoktur, cephede herkesin birbirinin canını koruduğu bir diğergâmlık yoktur, her taraftan müdahaleye maruz kalmak ve paylaşım ortamlarının getirdiği ben - merkezcilik kaçınılmazdır. Bu durumda hani o meşhur ifadede “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır ve o satıh bütün vatandır.” dendiği gibi “müdafaa edilecek satıh bütün hayattır.”

Belli ki hayat dönüştürüyor. Zihinlerden alıyor, kalblerden alıyor, davranışlardan alıyor. Bir de bakmışsınız, inandığınız gibi yaşayamıyor ve yaşadığınız gibi inanmaya başlıyorsunuz.

İnsan bir musibetle karşı karşıya kalırsa... ne gibi... korku gibi, açlık gibi, mal - can kaybı gibi, “sabır” tavsiye ediyor Rabbimiz. “Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz deyin” diyor.

Yani işte onlar, açlık, can kaybı, korku gibi ortamlar, insan kişiliğinin savrulabileceği ortamlardır. Bir de insanın Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemin bildirdiği gibi “bir vadi dolusu altını olsa, ikincisini isteyebileceği, insanın gözünü ancak toprağın dolduracağı” bilgisini - tesbitini dikkate aldığımızda, savruluş zemininin ne kadar derin olduğunu görürüz.

Yani hayat kıymık kıymık alır götürür kişilik dokularımızdan...

MÜ'MİNİN YAPACAĞI İKİ ŞEY

Mü’min, iki şeyi yapmaya çalışmalı:

Bir, Müslümanca yaşayabileceği, Müslümanca nefes alıp vermeyi kolaylaştıran bütüncül bir hayat iklimi inşa etme gayretinde olmalı.

İki, her ne vasat içinde yaşamak zorunda kalırsa kalsın, kendi hayatında İslam’ın ölçülerini seçmeye gayret etmeli.

Zaman zaman Kur’an’da “zorlukta ve kolaylıkta...” şerhi düşülür. “Zor zamanda” Müslüman olmak, Müslüman kalmak da hayati bir imtihandır.

Şimdi gelin böyle bir hayat disiplini için ana kaynaklarımızdan (Kur’anımızdan ve Rasulullah’ın öğütlerinden) önümüze konan ölçüleri görmeye ve hücre hücre inşaya başlayalım:

-Müslüman hayatın bütün alanlarında, safhalarında, kıvrımlarında Allah’ı unutmayan insandır. Yaratan O, yaşatan O, rızık veren O, hayata sınır - miad koyan O...

-Ekonomi disiplini adına (ya da hayatla ilgili bütün başlıklar adına) söylenecek her prensip, Allah ile ilişkimize nasıl baktığımızla alakalıdır. Ölçü için O’na bakıyorsak başka insan oluruz, O’nu unutarak yaşıyor, tutkularımız - hevamız bize yön veriyorsa başka insan oluruz. İnsanın bu ayrışmayı unutması da, kendi kendine kurduğu bir psikolojik tuzaktır. Ekonomi disiplini, Müslümanın kendine özgü karakterinin eseri olacaktır.

MAL TUTKUSU

Bu ana çerçeve istikametinde;

-Öncelikle mal tutkusunun çetin bir tutku olduğunu, Rabbimizin o konuda bizleri uyardığını unutmamalıyız. İnsan toplar onu, sayıp durur sürekli. Üç oldu, beş oldu, bir oldu, milyon oldu... Düşkündür ona. Sever onu. Hatta Allah Teala’nın “hubben cemma – tutkulu sevgi” diye nitelediği biçimde sever. Mal ile ilişki bütün bu psikolojiyi dizginleme, bir çerçeveye oturtan ilişkisidir. Bu sebeple;

-Kendinin ve sorumluluğun altındaki insanların kursağından haram lokma girmeyecek. Onun için kazancının helal olmasına itina edeceksin.

-Kimseden bir şey çalmayacaksın. Devletten, patronundan, işçinden, toplumun tümüne ait olan varlıklardan, gökten, yerden, havadan, sudan, topraktan, trafikten, yoldan çalmayacaksın.

-Bilgi çalmayacaksın.

-İnfak diye bir gündemin olacak. Bollukta ve darlıkta vereceksin. Vermek mü’mince bir kişilik karakterinin ifadesi olacak. Tebessüm olsa dahi, yarım hurma ile olsa dahi, yoldaki bir taşı alıp kenara koymak olsa dahi.... vereceksin.

VEREN EL OL!

-Veren el olma çabasında olacaksın.

-Verme ile Rabbin lütufları arasında bir ilişki olduğuna, Rabbin infak edilene bereket verdiğine iman edeceksin.

-Fakirleri, ihtiyaç sahiplerini göreceksin, gözeteceksin, isteyemeyenlerin halinden anlayacaksın. Fakirleri, zayıfları asla küçük görmeyeceksin. Onlara tepeden bakmayacaksın. Gösteriş yapmayacaksın. “Allah isteseydi onlara da verirdi” gibi çarpık bir anlayış içine girmeyeceksin. Malını başkasına tahakküm aracı haline getirmeyeceksin.

SORUMLULUK DUYGUSU İLE HAREKET ET!

-Başkalarına karşı sorumluluk duyacaksın.

-Merhametli olacaksın.

-Yüreğini cimrilikten korumak için ne gerekiyorsa yapacaksın.

-Allah yolunda harcamak ayrı bir Müslümanlık kıvamıdır. Bu sebeple “Allah can ve mal karşılığında mü’minlerin canını satın alır” hükmü ilahisi, her an içimizde deveran etmelidir.

-Asla zulmetmeyeceksin. Mali gücünü zulüm aracı haline getirmeyeceksin. Gaddarlığı kişiliğine yaklaştırmayacaksın.

-Kıskanmayacaksın. Onun var benim yok dalgası savurur insanın yüreğini. Yüreğini koruyacaksın.

-Hased etmeyeceksin. Bir başkasındaki malın yok olmasını istemeyeceksin. Bende yoksa onda da olmasın demeyeceksin.

YOKSULLUK SEBEBİYLE İSYAN ETME!

-Yoksulluk sebebiyle isyan etmeyeceksin.

-Açlık korkusu ile çocuğunu öldürmeyeceksin.

-Şükredeceksin. Bu öncelikle var olanın değerini ve vereni bilmek demektir ve şükür duygusu, insanı sahip olduğu şeyle mutlu olmaya götürür.

-Kanaat sahibi olacaksın. Bu insana, mevcutla yetinme duygusu verir ve çılgınca bir şeyleri elde etmek için koşuşmaktan alıkoyar.

-İsraf etmeyeceksin. Irmak kenarında abdest alırken bile israf etmeme uyarısı, ne kadar büyük mali imkana sahip olunursa olunsun, onu emanet gibi kullanma hassasiyetini gerektirir. Zenginliği bir emanet gibi bileceksin.

-İstif etmeyeceksin. Yani malı saklayıp pahalılanmasını beklemeyeceksin.

TÜKETİM ÇILGINLIĞI

-Tüketim yarışına girmeyeceksin. “Tüketim çılgınlığı” diye nitelenen özentiler, mü’min kişiliği ile bağdaşmaz.

-Ölümü ve Ahireti unutturacak bir mal tutkusundan sakınmak, korunmak, varsa gidermek gerekir. Malın insanı ebedileştireceğini zannetmek, Allah Teala’nın kerih gördüğü bir ruh halidir.

-Malın “Allah vergisi” niteliğini unutulmayacaksın. “Ben kazandım” tarzında Karun türü bir psikolojinin yüreklerimize çöreklenmesine asla müsaade etmemeliyiz.

-Rızkı arayacaksın. Onun için çalışacaksın. Yatıp beklemeyeceksin. Yatıp beklemeyi tevekkül gibi görmeyeceksin.

-Zora düştüğünde isyan etmeyeceksin. Rabbin bildirdiği “Sabır güzeldir” hükmü, kalb kıvamın olacak.

-Faize asla bulaşmayacaksın. Açık - örtülü her türlü faize karşı teyakkuz halinde olacaksın.

-Borçlanırken dikkat edeceksin. Ödeme imkanlarını gözardı eden bir borçlanmadan kaçınacaksın.

-Alacaklı isen karz-ı hasen dışındaki borç vermelerden sakınacaksın.

-Emanete riayet edeceksin.

-Yetim malını tasarruf ederken şahsi hesaplar içine girmeyeceksin.

-Aldatıcı davranışlardan kaçınacaksın. Bu çerçevede hileli - kusurlu mal, yanlış ve gayrı meşru tanıtım, söz verip sözünde durmamak gibi davranışlardan kaçınacaksın.

-Ticaretin hiçbir safhasında İslam’ın ölçülerinin dışına çıkmayacaksın.

-Şeytanın amelleri süsleme taktiğinin en çok insanın mal tutkusuna yönelik olduğunu unutmayacak, dolayısıyla bu tür şeytan taktiklerine karşı savunma sedleri geliştireceksin.

-Dini satıp dünyalık kazanmak, en kötü yollardan birisidir. Böyle bir fesat için Allah’ın ayetleri ile oynamanın buğz-u ilahiyi celbeden bir davranış olduğunu unutmayacaksın.

-Mukaddes bilinen şeyleri rant aracı haline getirmeyeceksin.

-Kafirlerin zenginliğine özen duymayacak, gıpta etmeyecek, onların zenginliğini inançlarıyla alakalı bir olay gibi görmeyeceksin.

-Bütün işlerde Allah’ın huzurunda savunulabilir bir nitelik bulunmasına itina edeceksin. Sonunda gidiş orayadır. Kendimizi aldatmak, şeytanın iğvalarına kapılmak sadece bize Mahkeme-i kübrada bedel ödetir.

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 392