Müslümanın Hayatında Denge: İtidal

Hizmet

Her işte olduğu gibi hizmette de itidale riâyet etmek, son derece mühimdir. Hizmet ehlinin, hizmet adına çoluk-çocuğunu, anne-babasını ve rızkını kazandığı işini bir kenara bırakıp ihmâl etmesi nasıl doğru değilse, bunları bahâne ederek hizmetten geri durması da aynı şekilde mahzurludur.

Allâh Teâlâ, ümmet-i Muhammedi îtidâl üzere bulunmakla tavsif etmiş ve:

“Böylece sizi orta (îtidâl üzere, ifrât ve tefritten uzak, âdil) bir ümmet kıldık…” (el-Bakara, 143) buyurmuştur.

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

“İşlerin hayırlısı, (ifrât ve tefrite düşmeden) îtidâl üzere olandır.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, V, 261) buyurmak sûretiyle, ümmetine her hususta nasıl davranmaları gerektiğini gösteren bir ölçü sunmuştur.

Yine bir hadîs-i şerîflerinde:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz, kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.” (Buhârî, İlim, 28) buyurmuşlardır.

Bu âyet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere, dünyevî ve uhrevî her işte dengeyi muhâfaza etmek, Allâh ve Rasûlü’nün koyduğu müstesnâ bir ölçüdür. Bu ölçüye riâyet edildiği takdirde gerek ferdî ve gerekse ictimâî huzur, sükûn, âhenk ve intizâmın gerçekleşeceği muhakkaktır. Bu bakımdan hizmet ehli, bir denge insanı olmalıdır. Meselâ bir vâiz efendi, ezan ile birlikte vaazını bitirmelidir. Bütün cemaatin hissiyatını dikkate alarak onların ibâdet huzuruna halel getirmemelidir. Zîrâ vakti dar olan kimselerin, bilhassa memur kardeşlerimizin durumlarını göz önünde bulundurmalıdır. Bu itibarla hizmet insanı, gönlü ve aklı basîret nûruyla parıldayan, engin görüşlü ve firâsetli olmalıdır. Muhabbetinde, buğzunda, iltifatında, tenkidinde, methinde ve zemminde ölçüyü kaçırmamalı, orta bir yol üzere bulunmalıdır. Lâubâliliğe varmayan bir samîmiyet ve kibre düşmeyen bir vakar sâhibi olmalı, mütevâzî olmakla berâber, zillet çukuruna da düşmemelidir.

EŞİT VE ADİL OLMAk

Hizmet ehli, idâresi altında bulunan kimselere karşı müşfik, âdil ve insaflı olmalı, kaldıramayacakları bir vazife yüklemeyip, herkesi gücü nispetinde değerlendirmelidir. Ayrıca adâleti gözetmenin, herkese eşit davranmak değil, hakkı neyse onu vermek olduğunu bilmelidir. Adâleti zedeleyecek her türlü davranıştan da kaçınmalıdır. Zîrâ âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Ey îmân edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve yakın akrabâlarınızın aleyhinde bile olsa, Allâh için doğru dürüst şâhidlik yaparak, adâleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun! Hakkında şâhidlik yaptığınız kimse zengin de olsa fakir de olsa böyle davranın. Çünkü Allâh, ikisine de (sizden) daha yakındır, (hâllerini daha iyi bilir). Şu hâlde, sakın âdil davranmaktan yüz çevirip nefsin arzularına uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir) veya büsbütün ondan yüz çevirirseniz (başınıza geleceği siz düşünün!) Zîrâ Allâh, yaptığınız her şeyden hakkıyla haberdârdır.” (en-Nisâ, 135)

Îtidâle riâyet, idârecilikte daha büyük bir ehemmiyet arz eder. Bu, aynı zamanda o kişinin dirâyet ve firâsetini de gösterir. Sahâbe-i kirâmdan, Mısır’da başarılı bir vâlilik vazifesi icrâ etmiş olan Amr bin As -radıyallâhu anh-’a bu başarısının neye bağlı olduğu sorulduğunda o, şu cevâbı vermiştir:

“−Etrâfımdaki her bir insanla aramda bir ip varmış gibi düşünürüm. Bu ip gerilip kopma noktasına yaklaşınca, onu biraz gevşetirim. Gereğinden fazla gevşediğini hissettiğim anda ise onu hemen gererim. Böylece bütün insanlarla ilişkimi muvâzene içinde devâm ettiririm.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Vakıf-İnfâk-Hizmet, Erkam Yayınları