Müslümanın Hedefi!

Bu dünyada insandan istenen şey, ibadet ve kulluktur. Nihâî hedef ise kalbî merhaleler katederek mârifetullâh’ı elde etmek, yani Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanıyabilmektir. Kul, bunun gayreti içinde olmalıdır. Asıl kerâmet de, kulun Kitap ve Sünnet istikâmetinde mesâfe alarak mârifetullâh’a nâil olmasıdır.

Muhammed Mâsûm Hazretleri bu hususta şöyle buyurur:

“Mâlûmdur ki insanın yaratılışından maksat, Hak Teâlâ’nın mârifetini tahsildir… Bir mü’min mârifetullah yolunda mesâfeler almazsa, bu, büyük bir hazineyi elden kaçırmaktır. O kişi yaratılış maksadını yerine getirmemiş, bu hayatta kendisinden taleb edilen şeyi yapmamış, faydasız işlerle meşgul olmuş demektir. O, nefsânî arzularına ehemmiyet vermiş, kıymetli ömür sermâyesini ziyan etmiş, ömrünü mâlâyânî işlere sarf etmiştir. Kendisine lûtfedilen istîdâdı, maksadını elde etmek için kullanması mümkün iken âtıl bırakmıştır. Şu kısacık ömründe ebedî saâdete dâvet edildiği hâlde, onunla meşgul olmamıştır. O kişi, yarın bu dünyayı terk edip âhirete vardığında Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna ne yüzle çıkacak!? Bu büyük gaflet ve ihmâli için nasıl bir özür ve bahâne bulacak!?

[Bu tür insanların kavurucu bir pişmanlık ateşiyle feryâd edecekleri, âyet-i kerîmede şöyle haber verilir:

“Onlar orada: «Rabbimiz! Bizi buradan çıkar da daha önce yapmakta olduğumuz amellerin yerine (Sen’in emrettiğin) sâlih amelleri işleyelim!» diye feryâd ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı peygamber de geldi! (Niçin inanmadınız?) O hâlde tadın (azâbı)! Zâlimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)]

Şunu iyi bilmek lâzım ki Cenâb-ı Hakk’a vuslat, cennet nîmetlerinden çok daha lezzetlidir. O’nun cemâl-i ilâhîsinden uzak ve mahrum kalmak da en büyük hüsrandır. [Zira iki Cennet vardır. Birincisi, kulluğun mükâfat mekânı olan Cennet, ikincisi ise Cemâlullah cennetidir.]

SON NEFESE KADAR İMTİHAN

Dünya, âhiretin imtihan mekânıdır. İnsan buraya bir sefere mahsus olmak üzere gelir. (Son nefese kadar imtihanı devam eder, sonra da ebedî bir hayat başlar.) Rabbimiz buyurur:

«Kim bu dünyada âmâ ise, o âhirette de âmâdır, hattâ daha da şaşkındır.» (el-İsrâ, 72)

Nakledildiğine göre İmâm Kuşeyrî Hazretleri, üstâdı Ebû Ali Dekkâk Hazretleri’ni vefâtından sonra rüyasında gördü. Üstâdı son derece mahzun olup gözyaşı döküyordu. İmâm Kuşeyrî Hazretleri:

«–Efendim, niçin muzdaripsiniz, yoksa tekrar dünyaya mı dönmek istiyorsunuz?» diye sordu.

Ebû Ali Dekkâk Hazretleri şu cevâbı verdi:

«–Evet! Tekrar dünyaya dönüp, her gün tek tek hâneleri dolaşarak kapılarını çalmak ve:

“–Ey insanlar! Sakın kerîm olan Rabbinizden gâfil kalmayın! Siz nasıl sonsuz bir kudretten gâfil kaldığınızın farkında mısınız?!” diye îkâz etmek istiyorum. Onlara, insanın, nereden gelip nereye gittiğini mutlakâ bilmesi gerektiğini iyice tembihlemeyi arzu ediyorum!»

O hâlde, bizim gibi gâfillere mutlakâ lâzım olan şey şudur ki, kıymetli ömrümüzü bu ulvî ve bediî mânâları kazanmak için sarf edelim. Şu fânî hayatta mârifetullâh’ı idrâk edebilmenin usullerini taleb edip sâlihlerden ve âriflerden bu muammânın îzâhını can kulağıyla dinleyelim. O feyzi nereden alırsak oraya koşalım. Her ne kadar bu kıymetli hazineyi lâyıkıyla elde edemesek de, hiç değilse ona vâsıl olma derdinden mahrum kalmayalım…

Hak yolcusuna lâzım olan, bu yoldaki gayretlerine hiç ara vermeden, daha ileri gitmek için dâimâ dertli ve gayretli olması, her an mes’ûliyet hissi içinde bulunmasıdır… Böyle olursa ümid edilir ki lûtuf ve ihsan denizi coşar ve âşık-ı sâdık bu dalgalardan kurtularak, mârifetten gönlünde bir pencere açılır ve Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanımaya başlar…

Kıymetli dostlarımdan ricam şudur ki, bu uzak düşmüş âciz kardeşinizi duâlarınızdan mahrum bırakmayınız ve ilâhî mârifete nâil olması için niyazda bulununuz!”[1]

İLAHİ MARİFET

Yine Muhammed Mâsûm Hazretleri şöyle buyurur:

“İlâhî mârifet, keşif ve kerâmetlerden daha üstündür. Zira mârifet, ilâhî esrârı keşfetmektir; hârikulâde hâller ve kerâmetler ise yaratılmış varlıkların hâllerini keşfetmektir. O hâlde ilâhî mârifet ile kerâmetler arasındaki fark, Hâlık ile mahlûkun farkı gibidir. Sahih mârifet, îmânı kemâle erdirmeye ve terakkî ettirmeye yardımcı olur. Kerametler ise böyle değildir, insanın kemâle ermesi ona bağlı değildir… Keşif ve kerâmete tâlip olan kişi, küçük şeylere tâlip ve esir olmuştur. O, Cenâb-ı Hakk’a yakınlıktan ve O’nu kalben tanıyabilmekten nasipsizdir… Kişi kerâmet göstermek sûretiyle kendisini diğer insanlardan farklı görmeye başlarsa, kibir ve ucba sürüklenerek ibadet ve seyr u sülûkün faydasından mahrum kalır ve mârifet yolunu kendisine kapatmış olur.”[2]

Hayatın gençlik devresi, bu ulvî gâyeye vâsıl olmanın en güzel zamanıdır. Hazret bu hususta da şöyle buyurur:

“Yavrum! Ömrün en kıymetli zamanı, gençlik günleridir. İnsanın güçlü-kuvvetli, âzâlarının sağlam olduğu bu günler geçer ve ömrün en zayıf vakti gelip çatar. Ne yazıktır ki insanlar, en şerefli kazanç olan mârifetullâh’ı, gelip gelmeyeceği belli olmayan ihtiyarlık vaktine havâle ederler. Ömrün en şerefli vakitlerini, en rezil şey olan hevâ ve hevese sarf ederler. Unutma ki; «Yarın yaparım diyenler helâk oldu!»”[3]

DİPNOTLAR

[1] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 87, no: 102.

[2] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 52, no: 50.

[3] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 63, no: 65.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.