Müslümanın Kaderinde 'kardeşlik' Var!

Rabbimizin bizim için yazdığı değişmez yazıya "kaderimiz" diyoruz. O kaderle doğup nefes alıyoruz bu âlemde. Yediğimiz içtiğimiz, baktığımız duyduğumuz, düşünüp yaptığımız her şey o kaderin tecellisidir.

Kader bizim için iman konusudur. İman ederiz ki: Allah Teâlâ, Hakîm ismi ile her şeyin kaderini yazmıştır. İnsandan tek bir çakıl taşına kadar her mahlûk o kaderle var olur, o kadere teslim olarak varlığını sürdürür. Allah’ın yazdığı kaderin dışında kalmak yoktur, olamaz da. İnsan olarak kadere iman ediyor olmamız bizi mü’min yapmaktadır. Bunun için de Rabbimizin bizim için yazdığı kadere teslimiyetimiz, kör bir teslimiyet değildir. Kadere teslim olur ve akıbetimizin hayır olmasını umarız. Kadere teslimiyet eksikliği olanlar için de akıbet endişesi duyarız.

Ne zaman, nerede hayatla buluşacağımız ve hayatın bizim için nerede biteceği en çok bilinen kader konularındandır. Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in bizim Peygamber’imiz olması da bir kader konusudur. Musa aleyhisselamın ümmetinin kaderi de Musa aleyhisselama iman etmekti. Herkes kaderini bulur ya da kaderi herkesi muhakkak bulur. Böyle iman ediyoruz.

Eğer kader, Rabbimizin bizim için yazdığı değiştirilemez yazının adı ise ki, öyledir; kaderimiz olan şeylerden biri de bizim gibi kelime-i tevhit ikrar ederek mü’min olan bütün Âdemoğulları ile kardeş olmamızdır. Allah Teâlâ’nın muradı bu şekildedir. Anneleri ve babaları farklı belki de deri renkleri bile farklı kalabalıkların iman çatısı altında kardeşleşmeleri Allah’ın muradıdır. O muradı da bizim kaderimizdir. Bizi belli bir renkte deri ile yaratmayı murat ettiği gibi imanın bizi farklı renklere rağmen birleştirmesini de murat etmiştir. Bu aynı zamanda, bize din olarak seçmiş olduğu İslam’ın kuşatan şemsiyesinin çapıdır.

Müslüman olanların, bütün beşeri ve etnik farklılıkları aşarak ‘Müslüman kardeşler’ olabilmeleri, camilere sabah namazına gitmeleri kadar Kur’an emridir. Müslüman olmak camide namaz kılmak ile ölçülürken hangi gerekçelere dayanılıyorsa, Müslüman’ın Müslüman ile kardeşliğinin Müslümanlık pratiği olarak kullanılması da o gerekçelere dayanmaktadır. Namazı, orucu, haccı emreden Kur’an ayetleri, Peygamber aleyhisselamın hadisleri kardeşliği de emretmektedir. Veda hutbesinin cümleleri arasında bile bu kardeşliği pekiştiren ayrıntılar vardır.

KARDEŞLİK HİSSİYATIMIZIN KAYBOLMASININ TEHLİKESİ

Namaz ibadetinin seccadesinden secdesine kadar elle tutulabilir, kamera ile görüntülenebilir şekilleri bulunuyorken, kardeşlik ve gereklerinin kalpte gizli kalabilecek duygulara daraltılması kardeşliği, iman ve İslam gerçeğimizin vazgeçilebilir parçası yapmayacaktır. Mesela kader de, namaz gibi elle tutulabilir bir emir değildir ama imanımızın en az altıda birini oluşturmaktadır. Emredeni Allah olduktan sonra fiziki hacmine dikkat etme hakkımız yoktur. Camileri namaz maksadı ile doldurduğumuz kadar yüreklerimizi de kardeşlik hissiyatı ile doldurmak mecburiyetimiz imanımızın gereğidir. Bunu yaparken de etnik farklılıklarımızı dikkate almadan yapmak durumundayız. Annelerimiz veya topraklarımız değil imanımız birleştirici olmalıdır. Mü’min olmanın farkı budur. Camilerin boşalmasının oluşturduğu tehlike ve kalplerimizden kardeşlik hissiyatımızın kaybolmasının oluşturduğu tehlike, bizi aynı oranda ürkütmelidir.

Mü’minler olarak birbirimizin etnik niteliğini etkin kabul etmeyeceğimiz gibi, birbirimizin hataları veya yanlışları üzerinden de kardeşlik sıralaması yapamayız. Kardeşliğin temel mantığı iman üzerine kuruludur. İman yok duruma gelmedikçe, imanın gereği olarak bulunan kardeşliğimiz de yok olamaz, yok kabul edilemez.

Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in Medine’de örneğini oluşturduğu İslam böyle bir İslam’dır. Bugünkü mahzun camiler hangi mü’mini ne kadar üzüyorsa, kardeşliği tesis ettirememiş iki mü’minin tablosu da o derece üzmelidir. Zira İslam, kalp sahibi insanların dinidir. Kalbi ve kalbî hissiyatı erimiş mü’minler olarak Allah’ın rızasına ermede yolumuzu uzatıp duruyoruz.

Allah’ın bize takdir buyurduğu kaderi, kardeşler olmamızdı. O kardeşlik de sözde veya kâğıtta değil pratikte olacaktı. Artık büyük büyük camiler yapar gibi kitle kitle kardeş olma projeleri yapmalı ve bunu din olarak görmeliyiz.

Kaynak: Nureddin Yıldız, Altınoluk Dergisi, 362. Sayı, Nisan 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.