Müslümanlara Mekke’de Yapılan Boykot

Mekke’de Müslümanlara uygulanan boykot kaç yıl sürmüştür? İşte Müslümanların boykotla imtihanı..

Müşrikler, Habeşistan hicretinden sonra Müslümanlar ve onları koruyan Hâşimoğulları ile her türlü alışverişi, kız alıp vermek gibi medenî muâmele­leri ve bütün beşerî münasebetleri kestiler. Bunu bir ahitnâme ile de perçinleyerek Kâbe’nin duvarına astılar. Bu boykot ve ambargo üç sene bütün şiddetiyle devam etti. Müslümanlar çok büyük sıkıntılar çektiler. Açlıktan ağaçların kabuklarını ve yapraklarını yediler. Çocukların ağlama sesleri çok uzaklardan duyuluyordu. Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a) şöyle der:

“Boykot günlerinde bir gece açlıktan dolayı dışarı çıkmıştım. Ayağım ıslak bir şeye dokundu. Hemen onu ağzıma attım. Hâlâ onun ne olduğunu bilmiyorum.” (Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf, Beyrut 2000, III, 216)

HÜZÜN YILLARI

Sonunda boykot nihayete erdi ancak tam o günlerde Peygamber Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib ve hanımı Hz. Hatîce (r.a.) vefat etti. Bunun üzerine düşmanca saldırılar, vahşet derecesine ulaştı. Öyle ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in tâkatini zorlamaya başladı. Allah Resûlü, Zeyd bin Hârise’yi yanına alarak Mekke’nin 160 km. ilerisin­deki Tâif şehrine gitti. Akrabalarının da bulunduğu bu şehirde on gün kaldı. Onlar da önce alay ettiler. Sonra hakârete başladılar. Ardından kölelerini Allah Resûlü’nün geçtiği yolların iki kenarına sıralayıp onu hakâretlerle taşlattılar. Her tarafı kanlar içinde kalan o rahmet menbaı ve merhamet Peygamberi, uğradığı bu fecî muâmele karşısında bile beddua etmek bir tarafa, vazifesinde herhangi bir kusuru olmasından korkarak şöyle niyazda bu­lundu:

“Allah’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi sana arz ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı ga­zaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam! İlâhî! Sen kavmime hidâyet ver; on­lar bilmiyorlar. İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum...” (İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)

Efendimiz’in tek gâyesi Cenâb-ı Hakk’ı râzı edebilmek ve O’nun verdiği vazifeyi en güzel şekilde yerine getirebilmekti. Bu uğurda karşılaştığı en ağır işkence ve zorluklar bile gözüne görünmüyordu.

Allah Resûlü, Tâif’ten dönüşünü şöyle anlatır:

“...Ben geri dönmüş, derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnü’s-Seâlib mevkiine varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâîl’i fark ettim. Bana:

«−Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini işitiyor. Onlara dilediğini yapması için sana Dağlar Meleği’ni gönderdi» diye seslendi. Bunun üzerine melek bana selâm verip aynı şeyleri tekrarladı ve:

«−Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim!» dedi. O zaman:

«−Hayır, ben Cenâb-ı Hak’tan onların neslinden sadece Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar çıkarmasını dilerim!» dedim.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)

“İSLAM’IN GİRMEDİĞİ EV KALMADI”

O günlerde Medîne’den gelen bir grup Müslüman oldu. Bunlar Medîne’de İslâm’ı anlatmaya başladılar. Peygamber Efendimiz’den de muallim istediler. Mus‘ab bin Umeyr ile İbn-i Ümmi Mektûm v vazifelendirildi. Onların gayretleri neticesinde kısa sürede İslâm’ın girmediği bir ev kalmadı. Sonunda Müslümanlar, Resûlullah Efendimiz’i Medîne’ye dâvet ederek onu muhafaza edeceklerine söz verdiler.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PEYGAMBERİMİZİN HÜZÜN SENESİ

Peygamberimizin Hüzün Senesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.