Müslüman Neden Ağlar?

Allâh dostlarından Fudayl Bin Iyâz (r.a) neden ağlıyor? Bir Müslüman neden ağlamalı, nasıl dertlenmeli?

Allâh’ın rahmet ve merhametini ön plana çıkararak ümit verici bir üslûp ile telkînde bulunmak, zamanımızda -menfî materyalist tesirlerle- batıdakine benzer bir mânevî buhrân içinde kalan cemiyetimiz için de fevkalâde ehemmiyetlidir.

İnsanları akıl kavgalarına sürüklemek değil, hissen kazanmak, daha faydalı bir yoldur. Zîrâ birçokları, aklen yanlış bir şekilde şartlandırılmış olabilirler. Onun için “cedel ve münâkaşa” ile iknâ edilip kazanılmaları çoğunlukla imkân dâhilinde olmaz. Çünkü menfî şartlanmalar, aklî delilleri kabûle mânîdir. Kalblerin hakîkatle ülfet edebilmesi için, evvelâ müsâmaha ile yaklaşılıp, içlerdeki yüce temâyüllerin yeşermesine çalışmak, daha çok tesirli olacak bir metoddur.

Hatâ, isyân ve günahlara batmış bir insanı, tenkit etmeden, ayıplamadan ve dînî emirleri yerine getirmesini istemeden evvel, onun kalbini kazanmaya öncelik verilmelidir. Bunun için, şahsî yakınlık ve telkînin tesir zemînini oluşturacak muhabbetli bir alâka tesisine çalışılmalıdır. Muhâtabın kalbi böylece hazır bir hâle getirildikten sonra, hatâlar yavaş yavaş düzeltilebilir. Ayrıca, maddî ve mânevî ikrâm ve iltifatların, muhâtapta uyandıracağı rûhî alâkanın bereketli semeresini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu hususla ilgili olarak Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, günah dumanlarıyla boğulmuş gönüllere semâvî bir pencere açıp da, taze nefesler sunan: “Şefaatim ümmetimden büyük günah işlemiş olanlar içindir.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 20) beyânındaki inceliği kavramak lâzımdır. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in günahkârlara karşı bu tavır ve ifâdesini, Hazret-i Mevlânâ ne güzel îzâh eder: “İlaç, iyileştirmek için, hasta ve yaralı kimseler arar. Nerede bir dert varsa, devâ oraya gider. Nerede alçak ve çukur yer varsa, su oraya akar.” “Sana merhamet suyu gerekliyse, sen de böyle yap!” Ancak, ilâç ve merhemin tesiri için, öncelikle yaranın mikroplardan arındırılması îcab eder. Bu da, hasta gönüllerin günah mikrobundan temizlenmesi, yâni tevbe suyuyla yıkanması demektir. İlaç, yâni şefaat, bundan sonra gerçekleşir.

ALLÂH DOSTLARINDAN FUDAYL BİN IYÂZ’IN AĞLAMASININ SEBEBİ

Nitekim diğer bir hadîs-i şerîfteki: “Günahlarına (nedâmetle) tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur!” (İbn-i Mâce, Zühd, 30) beyânı, bir taraftan müjde, diğer taraftan da bu müjdenin şartını ifâde edici mâhiyette bir merhamet tezâhürüdür. Bu ölçü çerçevesinde hidâyet ve rahmet üslûbundaki ulvî inceliğe bütün peygamberler riâyet ettiği gibi, onların izinden giden evliyâullâh da hassâsiyetle riâyet etmiştir. Buna binâen îmânın ilk meyvesi merhamet olarak telakkî edilmiş ve kulluk, kısaca şu iki ölçü çerçevesinde târif edilmiştir:

  • a. “Ta’zîm li-emrillâh”, yâni Allâh’ın emirlerini ihtiram ile yerine getirmek.
  • b. “Şefkat li-halkillâh”, yâni Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat ve merhamet göstermek.

Allâh dostlarından Fudayl bin Iyâz’ın hâli, bu ölçülerle yaşayan mümin gönlüne ne güzel bir misâldir: Kendisini ağlarken gördüler:

“–Niçin ağlıyorsun?” dediler.

O da: “Bana zulmeden bir zavallı müslümana üzüldüğümden ağlıyorum! Bütün kederim, onun kıyamette rezil olacağından dolayıdır…” buyurdu.

Bu kâmil insanları, böylesi bir merhamete sevkeden husûsu Hazret-i Mevlânâ şöyle îzâh eder: “Rahmet denizleri coşunca, taşlar bile âb-ı hayat içer. Yüz yıllık ölü mezarından çıkar, şeytan ruhlu kara sîmâlar, hûrilerin bile kıskanacakları güzel bir melek olur.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları, İstanbul, 2008

İslam ve İhsan

FUDAYL BİN İYAZ HAZRETLERİ'NDEN ÖĞÜTLER

Fudayl Bin İyaz Hazretleri'nden Öğütler

HAK DOSTLARININ HAYAT DÜSTURLARI

Hak Dostlarının Hayat Düsturları

HAK DOSTLARININ HAYAT DÜSTURLARI

Hak Dostlarının Hayat Düsturları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.