Müslümanları Parçalayan Büyük Oyun!
İslam’ın ruhuna ters, Allah’a kulluk ve Rasûlüne ümmetlikle bağdaşmayan Müslüman imajından rahatsız olan herkes Müslümanların arasını açacak her türlü oyuna girişiyor. Bunu ırk, mezhep ve meşrep taassubunu kullanarak yapıyorlar çoğu zaman. Müslümanların bu farklılıklarını bir kenara koyup ortaklaşa hareket etmeliler çünkü düşmanları birdir.
Bizim inancımıza göre herkes kendi amelinin karşılığını görür. Suç da ferdidir, ceza da ferdidir. Bu gerçek yüce kitabımızda şöyle belirtiliyor: “Herkesin kazandığı kendisine aittir. Hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz.” (Enam, 164) Bu ayet-i kerime Kur’an-ı Kerim’de beş yerde tekrar edilmişti. Bu da, meselenin önemini göstermektedir.
Bu imtihan dünyasında gerek fertler, gerekse toplumlar iyi veya kötü rollerini oynayarak sahneyi terk etmişlerdir. İyi veya kötü hatıralarıyla yâd edilir olmuşlardır. Aslolan kubbede hoş sadâ bırakabilmek, güzel bir çığır açabilmektir.
Geçmişlerin hayatları, maceraları bizim için birer ders ve ibretten ibarettir. Aynı iyilikleri işleyerek yükselmek veya aynı kötülükleri işleyerek alçalmak... Kur’an kıssalarından maksad da tarihten ders çıkarmaktır.
Geçmişteki kavga, düşmanlık ve fitneleri günümüze taşıyıp yeni kavga ve düşmanlık sebebi haline getirmek ahmaklıktır. Olaylardan ders çıkarmak yerine kavga ve fitne çıkarmak öncelikle düşmanların ekmeğine yağ sürmek, dostlukların temeline dinamit koymak demektir.
“Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız vardır. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.” (Bakara, 134) Geçmişi yargılamak bizim işimiz değildir. Herkes hesabını Allah’a verecektir. En âdil mahkeme Mahkeme-i kübrâ, en âdil hakim “Hak Teâlâ” dır. Son ve en doğru kararı verecek olan O (c.c.)’dur. “Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, anlaşmazlığa düştüğünüz şeylerin hükmünü size bildirecektir.” (Enam, 164)
MÜSLÜMANLARI AYIRAN OYUNLAR: FİTNE VE TEFRİKA
Tarihteki ihtilafların kavga ve düşmanlığa dönüştürülmesi genellikle Şiilik ve Sünnilik şeklinde tezahür etmektedir. Bunun da temeli; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra halifenin kim olacağı meselesidir. Halifelik Hz. Ebu Bekir’in değil, Hz. Ali’nin hakkıydı tartışmasıdır. Şu şekilde veya bu şekilde olup bitmiş bir olayı hep gündemde tutup kavga ve suçlama vasıtası yapmak kime ne fayda sağlar? Böyle bir kavganın tarihte ve günümüzde nelere mal olduğu ortadadır. Şu ilahi prensibe sarılmak varken, ihtilaf ve düşmanlık üretmenin zarardan başka nesi olabilir? “Allah’a ve Peygamberine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider.” (Enfal, 46)
Hz. Ali’nin halifelik davasını ve kavgasını sürdürenler fitne ve düşmanlığı körüklememek için neden Hz. Ali’nin tavrını sergilemiyorlar? Hz. Ali, Ali Şeriati’nin de belirttiği gibi; bu genç ümmet iç çekişmelerle ve siyasi oyunlarla zayıflamasın, İslam’ın yeryüzündeki tek merkezi olan Medine pusudaki bedevi kabilelerin, Rum ve İran emperyalizminin düzenleyeceği âni bir komployla dağılmasın diye sabretti, halife oluncaya kadar geçen 25 senelik sürede sükût etti, fitneye mahal vermedi. Ali’yi övüp Ömer’e sövenler Ali’den hiç ders almıyorlar mı? Hz. Ali, kendinden önceki halifelere müsteşarlık yaptı ve onlara vefasızlık yapmadı. On dört erkek çocuğundan üçünün adı: Ebu Bekir, Ömer ve Osman’dı. (İbn Cevzî, Sıfatü’s-Safve c. 1, sh: 309) Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e düşman olmak bir bakıma Hz. Ali’ye de düşman olmaktır. Ali’den fazla Alici olmak da neyin nesi?
HZ ALİ (R.A.) KAVGASI
Şii kardeşlerimiz, en muteber kaynaklarından saydıkları Nechü’l Belağa’da kayıtlı olan şu gerçeği nasıl göz ardı edebilirler? Hz. Ali, Hz. Ömer’e: İran savaşına bizzat katılma, sen yenilirsen Müslümanların sığınacakları bir kimse kalmaz. Yerine yiğit bir komutan tayin et, Müslümanlığın sığınağı ve güvencesi olursun.” (Neklu’l-Belağa, sh. 172. A.B. Gölpınarlı)
Kırkdört yaşında Savak tarafından şehit edilen ünlü sosyolog İranlı Ali Şeriati, Hz. Ali’nin müspet tavrını şöyle belirtiyor: Ali evine çekiliyor, sükût ediyor, muhaliflerine kılıç çekmiyor. Sonra biat ediyor, onların arkasında namaz kılıyor, savaşlarda danışma mercii oluyor. Onların hayrını ve iyiliğini düşünüyor. Öyle ki İran savaşlarında Arap ve İslam kuvvetleri önce yenilgiye uğradığında Ömer şöyle dedi: “Bu kez savaşa ben de gideceğim.” Ancak Ali onu bundan men ederek şöyle dedi: “Sen bu ordunun başısın, gidersen ve öldürülürsen ordu tümüyle dağılır. Sen merkezde olmalısın ki, eğer ordu yenilgiye uğrarsa düşman arkada başkalarının olduğunu bilsin. Bu, hayırhah birinin yapıcı düşüncesidir. Hz. Ali onlarla daha sonra da iyi geçindi. Onlarla dostluğu vardı ve bir an bile ihtilaflarının genç vahdete zarar vermesine ve dahili münafık kesimlerle harici düşmanların bundan faydalanmasına izin vermedi.
MÜSLÜMANLARIN DÜŞMANI ŞİİSİYLE SÜNNİSİYLE ORTAKTIR
İnanç ve fikirde şiilerle sünniler arasında tam bir mutabakat mümkün olmasa da ortak düşmanlara karşı ortak bir tavır takınmak farzdır. Ali Şeriati, yetiştiği ortam ve kültürün etkisiyle bir takım yanlışlara düşmüşse de, Müslümanların düşmanlara karşı şiisiyle sünnisiyle ortak hareket etmeleri konusunda son derce insaflı ve yapıcı tavırlar sergilemiştir. Onun şu tespitlerine katılmamak mümkün değildir. “İslam toplumu, insani bir güç olarak ortak inançlara, ortak hedeflere, ortak kadere, hepsinden de önemlisi ortak düşmana sahiptir. Bu toplumun beraberce bir güç, bir bilek ve bir yumruk teşkil etmesi son derece doğaldır.” Onun “Ali” adlı eserinden aktaracağımız şu anekdot son derece çarpıcıdır:
“Filistinliler yenilsin” diyen ve Filistinliler yenildiğinde buna sevinen bir şiiye: “Peki neden Filistinlilerin yenilmesini istiyorsun?” diye sorulunca şöyle diyor: “Onlar ehl-i beytin düşmanıydılar?” Beyefendi, onlar ne zaman ehl-i beyt düşmanı oldular? Ehl-i beyt nerede onlar nerede, onlar ne kusur işlediler? Ayrıca senin ehl-i beytin, intikamını Ben Gurion tarafından alınan ehl-i beyt midir? Senin bu Şiiliğin nasıl bir Şiilik ki, intikamını Moşe Dayan ile Ben Gurion alıyor? Müslüman halklar bombardımana tabi tutulurken bunlar, “onlar Peygamber ailesine yapılan zulmün hesabını veriyorlar” diyor. Beyler, bu tarihi hadiseleri neden bu şekilde toplumsal meseleler haline getiriyorsunuz? Eğer sen şii isen bunun anlamı şu olmalıdır: Sen Hz. Ali’nin yolundan gitmelisin, Onun savaştığı şey için savaşmalısın ve onun hayatını feda ettiği şey için hayatını feda etmelisin. Yoksa bunun senin gibi bedbah olan kimseleri, ortak düşmanımın ayaklarının altına atmak ya da onların ezilmesinden hoşlanmak Hz. Ali’nin şiası olmak değildir. (Ali Şeriati, Ali sh: 168-69) Ali sevgisi ve aşkı ile ortaya çıkan Safevi Şiiliği faydasız ve abartılı övgülerle Hz. Ali’yi efsaneye çevirdi. Bazıları Hz. Ali sevgisinin ahirette şefaate sebep olacağını düşünebilirler, ama cahilce bir sevgi ahirette de işe yaramayacaktır.
Hz. Aliyi sevmek Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e, Hz. Osman’a düşman olmayı gerektirmez. Esasen bugün özellikle Safevi Şiası içinde hakim olan durum Hz. Ali sevgisinden ziyade Ömer düşmanlığı, Ebu Bekir nefretidir.
Hz. Ömer’in suçu, İran’ın fethine ve İslamiyetin orada yayılmasına sebep olmak mıdır? Pers imparatorluğunun, Mecusiliğin yerine İslam’ın ikamesi, Rieby b. Amir ifadesiyle: İnsanların insanlara kul olmaktan kurtarılması, batıl inançların baskısına son verilmesi suç mudur? Hz. Ömer’e, hidayetlerine vesile olduğu için en çok teşekkür etmesi gerekenler İranlılar olması gerekirken, Ömer isminden bile nefret etmek neyin nesi?
MÜSLÜMANLARA DÜŞMANLIĞIN BİRİNCİ SEBEBİ
Müslümanların ortak değerlerine dil uzatmak ortaklığın düşmanı, düşmanlığın birinci sebebidir. Şii kardeşler de Kur’ân-ı Kerim’i ortak değer olarak kabul ettiklerini söylediklerine göre, başka hususlarda birleşemesek de Kur’an Sofrasında buluşmak pek âlâ mümkündür.
Ali Şeriati’nin dediği gibi; İslam toplumları arasındaki ayrılık; İslam gücünün Doğu Avrupa’dan İspanya sınırına dayandığı ve din adına Doğuyu Yağmalamak isteyen haçlı saldırılarının önünde set oluşturduğu vakit başladı. Haçlı savaşlarının başlamasından bugüne kadar tüm İslam toplumlarını soyların, kavimlerin, kabilelerin, mezheplerin ihyası adı altında lokma haline getirmek için çalıştılar. Fransa’da sunulan bir raporda: “Biz yeni bir şey keşfettik. Cezayirliler iki kısımdır. Onların bazıları “Berberi”dir, bazıları da “Arap”. Biz bu iki grup arasında ihtilaf çıkarabiliriz” deniyordu. Bir “Arabizm” bir de “Berberizm” şeklinde iki görüş ortaya atıldı. Onlar birbirlerini yerken Fransa onlara yıllarca hükmetti ve iki grubu da sömürdü.
GEÇMİŞTEKİ ACI HADİSELERİ ISITIP ISITIP GÜNÜMÜZE TAŞIYORLAR
Irkçılık zayıflayınca mezhebi ayrılıkları körüklediler. Emperyalistlerin en büyük silahı fitne ve tefrikadır. Alevi, Şii, Sünni gibi hassas konuları hep gündemde tutmak, kerbelâ gibi acı hadiseleri sünni-şii kavgasını alevlendirmek için yakıt olarak kullanmak emperyalizmin en güçlü silahlarındandır.
Tarihte olmuş, geçmiş acı hadiseleri ısıtıp ısıtıp günümüze taşımak, kayıkçı kavgasına dönüştürmek ahmaklıktır. Müslümanları üzen, birliklerini, bütünlüklerini parçalayan acı olayları tasvib eden hiçbir Müslüman tasavvur edilemez. Bu olaylar karşılıklı suçlama aracı da yapılamaz.
Özellikle günümüzde İslam’ın ruhuna ters, Allah’a kulluk ve Rasûlüne ümmetlikle bağdaşmayan Müslüman imajından rahatsız olan herkes ırk, mezhep ve meşrep taassubunu bir kenara bırakıp geniş “Ümmet yelpazesi” içinde buluşma, bütünleşme seferberliğine girişmelidir.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 362. Sayı, Nisan 2016