Mute Savaşı Komutanları

Zeyd Bin Harise, Abdullah Bin Revâha, Cafer Bin Ebû Talib radıyallahu anhüm hazerâtının Mute harbi sırasındaki kahramanlıkları…

Mute harbinin komutanları ile kahramanlıkları...

ON BİN İSLAM ERİNE KARŞI YÜZ BİN KAFİR

Hicretin sekizinci senesinde, on bin kişilik İslâm ordusu (birçok rivayetlere göre üç bin) ile yüz bin kişilik haçlı ordusu Şam yakınındaki Mute’de karşılaştılar. İki taraf arasında gerek sayı gerekse silah ve teçhizat bakımından, aslâ mukayese edilmeyecek kadar büyük fark vardı. İslâm mücahidlerinin çoğunda, yorulduğunda sırtına binecek bir deve, düşmana karşı koyacağı bir kılıç bile yoktu. Buna mukabil Herakliyus ve Rum Kayseri’nin kuvvetlerinden meydana gelmiş ordu, göm gök zırh içinde pür silahtılar. Hepsi de atlı veya insanın yetişmesi adeta güç vaziyette yüksek develerin üzerinde idiler.

ABDULLAH BİN REVAHA’NIN NUTKU

İlk bakışta, İslâm ordusunun ezilip mahvolması bir an meselesi idi. Ashâbdan, bazıları da tahminlerinin üzerinde bir silah ve sayı çokluğunda buldukları bu yüz bin kişilik silahlı ordu ile karşılaşmanın, iyi netice vermeyeceği kanaatinde idiler. Bu sırada tenha yerlerde sık sık: “Ya Rab! Bana şehidlik şerefini ihsan eyle, makamların en yükseği olan iman yolunda ölmek nimetinden beni mahrum eyleme!” diye yalvaran Abdullah bin Revaha’nın gür sesi duyuldu:

“Ey Müslümanlar! Sizler bu evlerinizden çıkar iken Din-i İslâm uğrunda şehit olmak niyeti ile çıkmadınız mı? Allah’a yemin ederim ki biz Müslümanlar, şimdiye kadar girdiğimiz harplerin hiç birisini, silahlarımızın mükemmelliği, bineklerimizin çokluğu ile kazanmadık. Bize, azlığımıza, maddî zaaf ve aczimize rağmen zaferler kazandıran kuvvet, sadece din kuvvetidir. Ölür isek şehit olur, bizden evvelki kardeşlerimize kavuşuruz. Kalır isek zaferi kazanır, İslâm’ın ulvî bayrağını Mute’ye dikeriz.”

Bu sözler, zaten İslâmî hassasiyeti kemâl derecesinde bulunan, İslâm mücahidlerinin coşmasına kâfi geldi. Serapa cesâret ve celâdet kesilen İslâm ordusu, yüzbin kişilik pür silah Rum ordusuna karşı koyma cesâretini kendisinde buldu. Ve Mute kasabasının önünde bir avuç denecek kadar az olan ashâb-ı kiram, koskoca bir haçlı ordusuna meydan okudu.

CAFER BİN EBİ TALİP’İN KAHRAMANLIĞI

Ordu kumandanı Zeyd bin Harise radıyallahu anh’ın elinde, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in teslim ettiği beyaz bayrak olduğu halde, ilk çarpışmada şehit olması üzerine, İslâm bayrağını Cafer bin Ebû Talib alarak atını düşman safları üzerine mahmuzladı. Onun girdiği saf iki tarafa yol açıyor, "Cafer geliyor!” diyen düşman askerleri selameti sağa sola dağılmakta buluyorlardı. Bu arada önünden kaçışan pür silah Rum askerleri, Cafer’in arkasına düşüyor ve arkadan vurmak istiyorlardı. Düşman o kadar çok idi ki her Müslümana, bir manga mücehhez düşman askerinden fazla düşüyordu.

Birbirine yardımdan ziyade her Müslüman hedefini haklamakla meşguldü. Nihayet arkadan gelen bir kılıç darbesi ile kumandan Cafer’in sağ kolu düştü. Ordunun bayrağını yere düşürmek istemeyen kumandan, İslâm bayrağını sol eline aldı. Ve bu hal ile etrafını saranlara mukabele etmeye devam etti.

Arkadan bir uğursuz kılıç daha gelmiş, bu da Cafer radıyallahu anh’ın diğer kolunu düşürmüştü. Buna rağmen ordu kumandanı Cafer, bayrağı yere bırakmak istemiyor, bu sefer de kolunun altına alarak muhafazaya çalışıyordu. Ne var ki düşman pek çoktu. Cafer radıyalahü anh’ın mukabele edecek ne sağ, ne de sol kolu kalmıştı. Daha fazla dayanamadı. Kılıç ve mızrak darbeleri arasında atından aşağı düşerek şehit olan yüce sahabinin mübarek vücudunda, sonraları doksandan fazla ok ve mızrak yarası saydılar.

KENDİ PARMAĞINI KOPARIP ATTI

Bu sırada, Cafer radıyallahu anh’ın şehâdet haberini duyan, Abdullah bin Revaha’ya, kendisini ayakta tutacak kadar bir et parçası vermişler, onu yemekle meşgul idi. “Cafer’in gittiği dünyada benim işim ne?” diyerek eti bir tarafa bırakıp, atına sıçradığı gibi düşman üzerine yürüdü. Çarpışma sırasında kırılan parmağı sallanıp duruyor, Abdullah bin Revaha’nın canını sıkıyordu. Bir fırsatını bulup atından indi. Hareketine mani olan parmağının ucuna basarak koparıp attı.

ŞEYTANIN VESVESESİ

Abdullah radıyallahu anh şehid olmak için kararlı idi. Ne var ki Medine’deki ailesi, köleleri, hurma bahçeleri ve daha bir sürü serveti vardı. Şeytan bunları, Abdullah’ın hatırına getiriyor “Vazgeç, dünyayı sen mi ıslah edeceksin, git Medine’deki hurmalıkları işlet, para kazan, yaşamaya bak!” diyordu.

Şeytanın, bu vesvesesini de susturmak için bir ayağı atının üzengisinde, biri de kumların üzerinde olan Abdullah bin Revaha’nın, kendi kendine şöyle konuştuğu duyuldu: “Ey nefis! Zevcen olan hanımını düşünerek, kendini sakınıyor isen ben onu boşadım. Sahip olduğun köleleri hatırlayarak geri çekilmek istiyor isen ben onların hepsini azad ettim. Eğer Medine’deki bağ ve hurmalıklarını merak ediyor isen iyi bil ki şu andan itibaren onları ben Rasûl-i Ekrem e hediye ettim. Şimdi bir diyeceğin, bir vesvesen kaldı mı?”

Bunları söyledikten sonra, eline aldığı bayrak ile birlikte düşman saflarına doğru hücuma geçen Abdullah radıyallahu anh, sayısı bilinemeyecek kadar düşman askeri düşürdü. Hiç boşuna çıkmayan kılıcı her sallayışta, bazen iki, bazan üç düşmanı birden yere seriyordu. Nihayet o da diğerleri gibi şehâdet şerbetini içti.

HALİD BİN VELİD’İN (R.A.) SAVAŞ KAZANDIRAN TAKTİĞİ

O gece Halid bin Velid, İslâm ordusunun sağ cenahını sola, sol cenahını da sağ tarafa yerleştirdiği için sabah, Rum ordusu, karşılarında yepyeni mücahidleri görünce, Müslümanlara yeni takviye gelmiş zannına kapılarak yer yer bozguna maruz kaldı. Ve en sonunda yüz bin kişilik bir ordu bir avuç Müslümanın karşısında selameti, kaçmakta bularak, bir gece karanlığında cepheden çekiliverdiler.

Sayı bakımından, küçük bir kitlenin koskoca bir orduyu kaçırışının hikmetini düşünür iken Abdullah bin Revaha hazretlerinin şu sözlerini hatırlayacağız: “Ey Müslümanlar! Şimdiye kadar kazandığımız harpleri sayımızın çokluğu ile, kuvvetimizin üstünlüğü ile kazanmadık. Bize zafer kazandıran kuvvet, din kuvvetidir. Ölürsek şehid, kalır isek gazi inancıdır.”

EFENDİMİZ’İN (S.A.V.) MUTE’Kİ MUCİZESİ

Enes bin Mâlik radıyallahu anh’den, Mute harbi hakkında şehâdet haberi gelmeden evvel, Rasûl-i Ekrem ssallallahu aleyhi ve sellem efendimiz minber-i seâdetine oturmuş. HakTeâlâ hazretleri, Habibine Mute harbinin safâhatını gözü önünde gibi gösteriyordu. Buyurdular ki: “İşte sancağı Zeyd aldı, ve şehid oldu. Şehadet getirip, salât ve selâmdan sonra siz de Zeyd için istiğfar ediniz. Zeyd cennete girdi. Orada safâdadır. Şimdi sancağı Cafer bin Ebî Talib aldı. O da şehid oldu. Buna da şehâdet, salât dua edip siz de istiğfar ediniz. İşte Cafer de cennete girdi. İstediği tarafa iki kanatlı uçuyor. Bu defa da sancağı Abdullah bin Revaha aldı. O da şehid oldu. Ona da şehâdet salât ile duâdan sonra, Abdullah için de istiğfar ediniz. Bu da cennete dahil olmuştur” buyurdu. Ve bu haberi verir iken mübarek iki gözü yaş döküyordu. En sonra sancağı Allah’ın kılıçlarından biri aldı. Nihayet “Allah” mücahidlere feth müyesser kıldı.

İslam ve İhsan

SAHABENİN PEYGAMBER SEVGİSİNE ÖRNEKLER

Sahabenin Peygamber Sevgisine Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.