Mute Seferi

Mûte Savaşı kimler arasında yapıldı? Mûte Savaşı’nda şehit olan komutanların isimleri nelerdir? Câfer Bin Tayyar (r.a) nasıl şehit oldu? Mûte Savaşı’nda gerçekleşen hadiseler.

Cihâdın teşrî kılınması, Arap kabilelerini boyun eğdirmeye ve İslâm’ın alanını genişletmeye devam etmeyi gerektiriyordu. Bu sebeple Bizans’a bağlanmış olan Arap Hristiyan devletçiklerini de İslâm’a boyun eğdirmek îcâb ediyordu.

MUTE SAVAŞI’NDA ŞEHİT OLAN KOMUTANLAR

Kazâ Umresi’nden dönen Allah Rasûlü (s.a.v), Zi’l-Hicce’nin kalan kısmı Muharrem, Safer, Rabîü’l-Evvel ve Sânî aylarında Medîne’de kaldılar. Cümâdi’l-Ûlâ ayında 3000 kişilik bir orduyu Şam’a gönderdiler. Zeyd ibn-i Hârise’yi kumandan tâyin ettiler. O şehîd olursa Câfer ibn-i Ebî Tâlib (r.a), o da şehîd edilirse Abdullah ibn-i Revâha (r.a) kumandan olacaktı. İlk defâ böylesine ihtiyatlı davranılıyordu. Çünkü yol uzun, tehlike büyük idi. Bizans gibi büyük ve kuvvetli bir devletin nüfûzu altındaki bir bölgede daha evvel hiç çarpışma yapılmamıştı. Şam kabileleri ve etrâfı da siyâsî olarak Bizans’a bağlıydı.

Hirakl’in 100.000 Rum, 100.000 de diğer Arap Hristiyanlarından müteşekkil ordusuyla Meâb’a (Belkâ’ya) indiği haberi geldiğinde Müslümanlar da Maân’a ulaşmışlardı.

Müslümanlar Maân’da iki gün durup vaziyeti istişâre ettiler. Bazıları Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e mektup yazarak düşmanın kuvvetini bildirmeyi, O’ndan yardım ve emir beklemeyi teklif ediyordu. Abdullah ibn-i Revâha (r.a) orduyu cesaretlendirip harbe teşvik etti. Onun sözleri orduyu heyecâna getirdi ve bekleme taraftarı olanların görüşlerini zayıflattı.

Zeyd ibn-i Hârise (r.a) ordusunu Mü’te’ye götürerek Rumlarla orada karşılaşmayı istedi. Çok büyük bir savaş oldu. Üç kumandan da muazzam kahramanlıklar gösterdiler ve şehîd oldular.

MUTE SAVAŞI’NI KAZANDIRAN KOMUTAN

Kumandayı Hâlid ibn-i Velîd (r.a) aldı. Hâlid (r.a) vaziyetin tehlikesini düşündü. Orduyu yeniden tanzim ederek sağdakilerle soldakilerin yerini değiştirdi. Ordunun bir kısmını da biraz arkadan getirerek düşmana, yeni kuvvetler geldiği vehmini verdi. Bu esnâda ordusunu düzenli bir şekilde geri çekti. Çok az bir kayıp verdi. Kaynaklar 13 şehîdin ismini zikrederler.

Bu nizâmî geri çekiliş de büyük bir fetih olarak kabul edilir.

Mûte’de iki ordu karşı karşıya gelince, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Medîne’de minberi üze­rine oturmuş ve Medine ile Şâm arası mesafe kendisine açılmış, askerin muha­rebesini açıktan görerek üç kumandanın arka arkaya şehîd düştüklerini ve en sonunda Hâlid’in kumandayı ele alıp zafere ulaştığını sahâbîlerine haber verdiler. Şöyle buyurdular:

“Şu anda İslâm sancağını Zeyd eline aldı ve vuruldu. Son­ra sancağı Caʻfer aldı ve o da vuruldu. Sonra sancağı Abdullah bin Revâha aldı, o da şehîd edildi. Sonra sancağı emîr tâyîn edilmeksi­zin Hâlid bin Velîd aldı ve ona fetih müyesser kılındı. Onların bizim yanı­mızda olması, beni (veya) onları sevindirmezdi! (Zira onlar şu anda şehidlere lûtfedilen nimetlerin hayal ötesi ihtişâmını gördüler.)”

Bu esnâda Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in mübârek gözlerinden yaşlar boşanıyordu. (Buhârî, Cihâd, 183)

CAFER BİN TAYYAR (R.A.) NASIL ŞEHİT DÜŞTÜ?

Hz. Câfer’in vücûdunda 90’dan fazla ok ve mızrak yarası vardı. Bunların hiçbiri onu, kanının son damlasına kadar savaşmaktan alıkoyamamıştı. İbn-i Ömer (r.a) şöyle buyurur:

“Câfer’i aradık. Onu şehîdler arasında bulduk. O hâldeydi ki cesedinin ön tarafında doksan küsur ok ve mızrak yarası saydık. Bunların hiçbirisi de arkasında değildi.” (Buhârî, Meğâzî, 44)

Câfer (r.a) şehîd edildiğinde otuz üç yaşındaydı. (İbn-i Hişâm, III, 434)

Demek ki Habeşistan’a hicret edip Necâşî’nin huzûrunda ilim, hikmet ve cesâretle konuştuğunda on yedi yaşlarında bir delikanlı idi.

Hâlid ibn-i Velîd’in elinde 9 kılıç kırıldı. Hz. Câfer’in zevcesi Esmâ bint-i Umeys (r.a) der ki:

“Câfer ve arkadaşları şehîd oldukları zaman, Rasûlullâh (s.a.v) yanımıza geldiler. O gün kırk deri tabaklamıştım. Ekmeklik hamurumu yoğurduktan sonra çocuklarımın yüzlerini yıkamış, başlarını tarayıp yağlamıştım. Allâh Rasûlü (s.a.v) bana:

«–Ey Esmâ! Câfer’in çocukları nerede?» buyurdular. Onları bağrına bastı, öptü ve kokladılar. Bu esnâda gözlerinden yaşlar akmaya başladı:

«–Yâ Rasûlallâh! Babam, anam Sana fedâ olsun! Niçin ağlıyorsunuz? Niçin yavrularıma, yetimlere yaptığınız gibi muâmele ediyorsunuz? Yoksa Câfer ve arkadaşlarından acı bir haber mi geldi?» dedim. Rasûlullâh (s.a.v):

«–Evet! Onlar bugün şehîd oldular!» buyurdular.

«–Vâh efendim! Vâh Câfer’im!» diyerek feryâd etmeye başladım. Efendimiz (s.a.v) kalkıp kızı Fâtıma’nın yanına gittiler ve:

«–Câfer âilesi için yemek yapın! Onlar bugün başlarına gelen acıyla meşguldür» buyurdular.”

Câfer’ın âilesine üç gün yemek götürüldü. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi, Câfer’in evine üç gün uğramayıp onları kendi hâllerine bıraktılar. Sonra yanlarına varıp:

“–Kardeşime ağlamayınız artık! Bugünden sonra kardeşimin evlâtlarına bakmak bana âittir!” buyurdular. Hz. Câfer’in oğlu Abdullâh (r.a) der ki:

“Allâh Rasûlü, bizi kuş yavrusu gibi evine getirtti ve:

«–Bana bir berber çağırın!» buyurdular. Berber gelip başımızı tıraş etti. Rasûlullâh (s.a.v) ellerini kaldırdılar ve:

«Allâh’ım! Câfer’in ev halkına hayırla halef ol! Abdullâh’ın elini, alışverişte bereketli kıl!» diyerek duâ ettiler ve bunu üç kere tekrarladılar. Annemiz gelince bunu ona anlattım, çok sevindi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz kendisine:

«–Sen bu çocukların geçim ve bakımları hakkında hiç endişelenme! Dünyâda ve âhirette onların velîsi benim!» buyurdular.”[1]

Efendimiz (s.a.v) Abdullah ile yakından ilgilendiler. “Abdullah’ın görünüşü de, huyu da bana benzer” diye ona iltifat ederlerdi. Bir gün onu, çocuklarla tüccarlık oynarken gördüler ve: “Allah’ım! Onun ticaretini bereketli kıl!” diye dua ettiler.[2] Abdullah, Efendimiz’in bu duâsı sâyesinde çok zengin oldu. “Bahrü’l-cûd: Cömertlik denizi” ve “Kutbü’s-sehâ: Cömertliğin merkezi” diye şöhret bulacak kadar da cömertti. (M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 106)

Abdullâh bin Câfer (r.a), Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kendileriyle yakından alâkadar olduğunu gösteren şu güzel hâtırayı nakletmektedir:

“İyi hatırlıyorum; ben ve Hz. Abbâs’ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullâh çocukken sokakta oynuyorduk. Bir gün Allâh Rasûlü (s.a.v) bir binekle yanımıza çıkageldiler. Beni göstererek:

«−Şunu bana kaldırın!» buyurdular ve beni bineğinin ön tarafına oturttular. Kusem’i de göstererek:

«−Şunu da kaldırın!» buyurdular. Onu da terkisine aldılar.

Allâh Rasûlü’nün amcası Abbâs (r.a), oğulları içinde Kusem’den çok Ubeydullâh’ı severdi. Buna rağmen Rasûlullâh (s.a.v) amcasından çekinmeyip terkisine Kusem’i bindirdiler. Sonra üç defâ başımı okşadılar ve her defasında:

«Allâh’ım! Câfer’in evlâtlarına Sen sâhip çık!» diye duâ buyurdular.”[3] (Ahmed, I, 205; Hâkim, III, 655/6411)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz vefât ettiğinde Abdullah ibni Ca’fer daha on yaşındaydı.

Müslümanlar Rumlarla yaptıkları bu karşılaşmadan, gelecek cihâd hareketleri için pek çok tecrübeler elde ettiler. Onların adedini, kuvvetini, savaş taktiklerini, planlarını ve arazinin yapısını öğrendiler.

SAĞ ELİ MUTE’DE KESİLDİ

Bir defasında insanlar bir yerde toplu olarak yemek yerken Hz. Ömer (r.a) da onların başında dolaşıyordu. Sol eliyle yemek yiyen birini gördü:

“‒Ey Allah’ın kulu sağ elinle ye!” buyurdu. O da:

“‒Sağ elim meşgul!” dedi. Ömer (r.a) bir müddet sonra gelip onun yine sol elle yediğini görünce aynı şeyi söyledi. Üçüncüsünde de o kişi “Sağ elim meşgul!” deyince Ömer (r.a):

“‒Sağ elinin meşgûliyeti nedir?” diye sordu. O zât:

“‒Mûte günü kesildi!” deyince Ömer (r.a) birden dehşete düştü. Hemen yanına oturup:

“‒Senin elbiselerini kim yıkıyor, başını kim kokuluyor, hizmetini kim görüyor?” diye bunun gibi birkaç husus daha saydı. Sonra ona bir hizmetçi ile yiyecek yüklü bir binek verilmesini ve nafakasının düzenli olarak temin edilmesini emretti. Bunu gören insanlar:

“Allah, Ömer’i, halkına gösterdiği bu ihtimam sebebiyle hayırla mükâfatlandırsın!” diye dua ettiler. (İmâm Ebû Yûsuf, el-Âsâr, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, s. 208/927)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Ahmed, I, 204-205; Ebû Dâvûd, Tereccül, 13/4192; İbn-i Hişâm, III, 436; Vâkıdî, II, 766; İbn-i Sa’d, IV, 37. [2] Ahmed, I, 203; Ebû Ya’la, Müsned (Esed), III, 47, nr. 1467; Heysemi, V, 286. [3] Hadîsin râvîlerinden biri şöyle diyor:

“Abdullâh bin Câfer’e dedim ki:

«−Kusem daha sonra ne oldu?» O da:

«−Şehîd oldu.» dedi. Bunun üzerine

«−Allâh ve Rasûlü daha hayırlı olanı en iyi bilendir!» dedim. O da:

«−Evet!» dedi. (Hâkim, III, 655/6411)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

MUTE SAVAŞI

Mute Savaşı

MUTE ÜZERİNE GÖNDERİLEN KOMUTANLAR

Mute Üzerine Gönderilen Komutanlar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.