Muteberlik Bakımından Evliliğin Çeşitleri

Sorularla İslam

İslam’a göre evlilik çeşitleri nelerdir? Muteberlik bakımından evliliğin çeşitleri nelerdir?

Evlenme akdi rükun ve şartlarının bulunup bulunmamasına göre sahih, fâsit, bâtıl, mevkuf ve gayri lâzım çeşitlerine ayrılır.

Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre fâsit ve bâtıl evlilik arasında bir fark yoktur.

EVLİLİK ÇEŞİTLERİ

1. SAHİH EVLİLİK

A. Sahih Evliliğin Tanımı:

Rükün ve şartları tam olarak bulunan evlilik akdi, taraflar için bağlayıcı olur. Akıllı ve ergen Müslüman bir erkekle, yine akıllı ve ergen Müslüman bir kadının, aralarında bir evlenme engeli bulunmaksızın iki şahit huzurunda yaptıkları evlenme akdi geçerli olur ve sonuçlarını meydana getirir.[1] Başkasının icazetine bağlı olan mevkûf evlenme, bu icazet verilince ve bir tarafın fesih hakkının bulunması yüzünden bağlayıcı olmayan (gayri lâzım olan) evlilik ise bu fesih hakkının kullanılmaması durumunda sahih hale gelir. Böyle bir evlenme akdi karı-koca ilişkisi, mehir, nafaka, sıhrî hısımlık, nesep ve karşılıklı mirasçılık gibi evliliğin bütün sonuçlarını doğurur. Bunları aşağıda açıklayacağız.

B. Sahih Evliliğin Sonuçları:

1) Eşlerin İslâmi ölçüler içinde birbirinin cinsel yönlerinden faydalanması caiz olur.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Öyleyse, tarlanıza dilediğiniz gibi yaklaşın! Kendiniz için (güzel söz söleyerek) ileriye hazırlık yapın.”[2]

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise gibisiniz.”[3]

(Savaş esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler dışında, evli kadınlar da (size haram kılındı.) Allâh’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin.”[4]

(Kurtuluşa eren mü’minler) iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri bunun dışındadır. Onlar bu (cinsel ilişkiden) dolayı kınanmış değillerdir.”[5]

Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kadınlarınız hakkında Allah’tan sakının. Şüphesiz onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Onları Allâh’ın emaneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarını Allâh’ın kelimesi ile helâl edindiniz.” [6]

Nikâh, eşe ancak önden yaklaşmayı helâl kılar. Eşine arkadan yaklaşmak, aybaşı, loğusalık veya hacda ihramlı hallerinde onunla cinsel temasta bulunmak caiz değildir.

Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O bir ezadır. Onun için aybaşı halindeki kadınlarınızla cinsel temastan uzak durun. Temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlenince Allâh’ın size emrettiği yerden onlara gidin.”[7] Loğusalık da aybaşı halinin benzeridir.[8]

Nebi (s.a.v.) eşine arkadan yaklaşan kimse için şöyle buyurmuştur: “Eşine arkadan yaklaşan lanetlenmiştir.[9] Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Aybaşı halindeki bir kadına yaklaşan veya bir kadına arkadan yaklaşan yahut gelecekten haber veren kimseye (kâhin) gidip onu doğrulayan kimse Muhammed’e indirileni yalanlamış olur.” [10]

Aybaşı veya loğusa olan kadına eşinin cinsel temasta bulunması halinde ona eziyet ve sıkıntı vermiş, ayrıca sağlığını da tehlikeye sokmuş olur. Eğer bunun haramlığını bilerek yapmışsa, bir veya yarım dinar,[11] altın parayı bir fakire tasadduk etmesi gerekir. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Bir erkek eşine aybaşı halinde yaklaştığında, eğer aybaşı kanı kırmızı ise bir dinar, sarı ise yarım dinar altını sadaka olarak versin.” [12]

Kocanın, eşinin bütün vücuduna çıplak olarak bakması ve dokunması caizdir. Çünkü cinsel ilişki bile helâl olunca, bunun altında kalan bakma ve dokunma öncelikle helâl olur. Ancak edep bakımından eşlerin birbirinin cinsel uzuvlarına bakmaması tavsiye edilmiştir. Nitekim Hz. Âişe’nin (r. anhâ), “Ben Rasûlüllah (s.a.v.)’in cinsel uzvundan bir şey görmedim, O da benden bir şey görmedi.”[13] dediği nakledilmiştir.

Hanefîlere göre kocanın ölümden sonra eşinin bedenine bakması ve dokunması helâl olmaz. Şâfiîler aksi görüştedir.

2) Evlilikle, kadın belirlenen mehre hak kazanır. Evlilik akdi sırasında mehirden hiç söz edilmemişse kadın emsalleri kadar bir mehir alma hakkına sahip olur.

3) Kadının koca evinde kalması gerekir. Peşin konuşulan mehrini alan kadının, kocasının belirlediği, İslâm’ın öngördüğü özelliklere sahip olan meskende oturması asıldır. Bu kalış, boşandıktan sonra da iddet süresince devam edebilir.

Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

(Ey Peygamber eşleri!) Evlerinizde oturun, eski câhiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.” [14]

(Boşanan) o kadınları, gücünüzün yettiği kadar oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları (gitmeleri için) sıkıştırıp kendilerine zarar vermeye kalkışmayın.” [15]

“Onları apaçık fuhuş işlemeleri dışında evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar.” [16]

Diğer yandan kadın, peşin konuşulan mehri almadıkça ortak ikametgâha gitmeye zorlanamaz. Koca, önceden eşinin sürekli olarak kendi babasının evinde oturacağını kabul etse, bu şart yok sayılır. Bu duruma göre, toplumda iç güveyi denilen ve erkeğin, kadının ailesi ile birlikte oturma esasına dayanan anlaşmanın kocayı bağlamadığında açıklık vardır. Erkek eşiyle birlikte istediği zaman kendisine ait başka bir eve geçme hakkına sahiptir.

Kocanın belirleyeceği mesken sağlığa elverişli olmalı, meskûn alanda bulunmalı, gerekli eşyaya sahip olmalı ve kocanın hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, kocasının hısımları ile birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini de görürse, bu onun ahlâkının güzelliğindendir.

4) Kadın nafaka hakkına sahip olur. Bu da yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını kapsar. Kadın haksız yere kocasının itaatından dışarı çıkarsa nafaka hakkı düşer. Kocanın nafaka yükümlülüğü şu delillere dayanır: Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

“...Onların (annelerin) toplumda iyi bilinen örfe göre (ma’ruf) yiyeceği ve giyeceği çocuk kendinin olan babaya aittir.”[17]

“Malî imkânları geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin, rızkı kendisine daraltılmış bulunan da nafakayı, Allâh’ın ona verdiğinden versin. Allah hiç kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder.”[18] Şu âyette de mesken ihtiyacından söz edilir:

“Boşanan kadınları gücünüzün yettiği kadar, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun.” [19]

Bir aile reisinin ömür boyu aile fertlerinin geçimini sağlaması, ona sürekli sadaka sevabı kazandırır. Hadiste şöyle buyurulur: “Bir erkeğin kendisine, ailesine ve çocuklarına yaptığı harcama, sadakadır.” [20]

5) Eşlerden her birinin, diğerinin usûl ve furûu ile kendi arasında “sıhrî hısımlık” meydana gelir. Buna göre, bir kadınla evlenen erkek, artık bu kadının annesi veya nineleri ile yahut kızı ya da torunları ile evlenemez. Kadın da kocasının babası, dedeleri yahut oğul ya da torunları ile evlenemez. Bu yasak evlilik; boşanma veya ölümle sona erse bile devam eder.

6) Çocukların baba bakımından nesebi sabit olur. Bir çocuğun ana tarafından nesebinde şüphe bulunmaz. Çünkü onun nesebi doğuran kadına bağlanır. Erkeğe bağlanması ise nikâh bağını gerektirir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: “Doğan çocuk yatağın sahibi olan erkeğe aittir. Zina edene ise taşlama vardır.” [21]

7) Eşlerin arasında miras cereyan eder. Eşlerden birisi evlilik devam ederken veya rıc’i (cayılabilen) boşamada iddet beklerken veya ölüm hastası olan kocanın bain (kesin) talakla boşadığı eşi iddet beklerken ölürse Şâfiîler dışındaki çoğunluğa göre diğer eş mirasçı olur.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Eşlerinizin çocuğu yoksa, mirasının yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size mirasından düşecek pay dörtte birdir. Eğer çocuğunuz yoksa, bıraktığınızdan dörette biri onların (karılarınızın)dır; eğer çocuğu nuz varsa, mirasınızdan sekizde biri yine onlarındır.”[22]

8) Peşin mehrini alan kadının, kocasının meşrû emirlerine itaat etmesi gerekir. Kocası eşine ahlâk ve edebe aykırı veya İslâm’ın kendisine tanıdığı hakları ihlâl edici emirler verirse, kadının bunlara uyması gerekmez. Aybaşı veya loğusalık günlerinde cinsel ilişki isteği, tesettürü veya namaz, oruç, zekât gibi farzları terketmesini istemesi durumlarında kadın kocasına itaat etmez ve farzları yerine getirir.

Ancak kadının aybaşı veya loğusalık günleri dışında kocasının cinsel isteklerine cevap vermesi de bu itaat kapsamına girer.

9) Koca eşine iyi davranmak ve insanca muamele yapmak zorundadır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur:

“Onlarla iyi bilinen örfe (ma’rûf) göre geçinin, Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa; olabilir ki, bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda bir çok hayır takdir eder.” [23]

Kur’ân-ı Kerîm’de 39 yerde geçen “ma’rûf” terimi toplumda iyi bilinen, ayet ve hadislerle çelişmeyen, ortak insanlık değerlerini kapsar. İbnü’l-Esîr ma’rûf’u şöyle tanımlamıştır: “Ma’rûf; Allâh’a itaati, O’na yaklaşmayı, insanlar arasında iyilik olarak bilinen her şeyi ve dinin yapılmasını güzel gördüğü bütün iyilikleri, tüm kötülüklerden kaçınmayı kapsayan bir terim olup, insanlar genel olarak onu gördükleri zaman güzel bulurlar ve red etmezler. Bunun zıddı haram ve mekruhları içine alan münker terimidir.”[24]

2. FASİT EVLİLİK

A. Fâsit Evliliğin Tanımı:

Meydana gelme (in’ikad) şartları tam olmakla birlikte sıhhat şartlarında eksiklik bulunan evliliğe “fâsit evlilik” denir. Evlenme ehliyeti, icap ve kabul gibi ana unsurlardan birisi olmaksızın yapılan evlilik ise “bâtıl evlilik” adını alır.

İbadetler konusunda fâsit ve batıl terimleri eş anlamda kullanılır. Namazın fâsit veya bâtıl olması aynı anlamı ifade eder. Burada ibadetin, ibadet olmaktan çıkması ve bozulması kasdedilir. Bu konuda mezhepler arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Evliliğin ise özel bir durumu vardır. Çünkü nikâh akdi bir yönüyle ibadetlere benzer. Yukarıda da belirttiğimiz gibi nikâh nâfile ibadetlerden daha faziletli olup, insan türünün sürekliliğine, nesep temizliğine ve ahlakın güzelliğine hizmet eder. Bu yüzden de nikâh ibadetlerden sayılır. Evlilik başka bir yönüyle de muâmelelere benzer. Çünkü başka bir takım sözleşmelerde olduğu gibi nikâh da icap ve kabul ile yapılır, şahit bulundurmak gerekir ve kadın mehir adı verilen bir bedel alır. Bu nitelikler ibadetlerde bulunmadığı için, nikâh muâmelâttan sayılır.[25]

Hanefîler diğer ticari ve medeni muâmelelerde olduğu gibi nikâh akdinde de fâsit ve batıl ayırımı ilkesini benimsemişlerdir. Fâsit nikâh, özellikle kadın ve doğacak çocuklar lehine bir takım kolaylık ve haklar getirdiği için müctehitler arasında durumu ihtilaflı olan bir takım evlilikler fâsit çeşidine sokulmuştur. Bununla birlikte nikâh çeşitlerinin hangisinin fâsit, hangisinin de batıl kapsamına girdiği kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Bu konuda Hanefî müctehitleri arasında da görüş ayrılıkları vardır. Biz aşağıda başlıca fâsit nikâh kapsamına giren evlilikleri maddeler halinde vereceğiz ve bu arada görüş ayrılıklarına da işaret edeceğiz.

B. Fasit Sayılan Evlilikler:

1) Şahitsiz olarak akdedilen evlenme fâsittir.

2) Karısının kız kardeşini, hala veya teyzesini bir nikâh altında toplamak, sıla-i rahmin kesilmesine yol açabileceğinden nass’la yasaklanmıştır.[26] İşte bir kimse iki kız kardeşi veya eşi ile birlikte bu eşinin hala veya teyzesini bir nikâh altında toplarsa, sonraki tarihli evlilik fâsit olur.

3) Evli bir kadınla, evli olduğunu bilmeksizin yapılacak evlenme fâsittir. Çünkü evli bir kadının boşanıp veya kocası vefat edip de iddetini tamamlamadıkça evlenmesi caiz değildir.[27] Meselâ; kocası uzun süredir kayıp olan bir kadın onun vefat ettiğini veya kendisini boşadığını haber alıp da, başka bir erkekle evlense, ancak daha sonra eski kocasının sağ olduğu ve kendisini boşamadığı sabit olsa, ikinci erkek bu durumu bilmeden evlenmişse ikinci evlilik fâsit olur.

4) Bir kimsenin üç talakla boşadığı karısı ile hulle’den önce yeniden evlenmesi fâsittir (bk. “Hulle” konusu). Ebû Hanîfe’ye göre burada tarafların evlenme yasağını bilip bilmemeleri sonucu değiştirmez. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre, evlenme yasağını bildikleri takdirde nikâh bâtıl olur.

5) Evlenmeleri ebedi olarak yasak bulunan kan, sıhrî veya süt hısımlarından birisi ile bilerek veya bilmeyerek akdedilecek nikâh, Ebû Hanîfe’ye göre fâsit; Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise bâtıldır. Ancak böyle bir evlilik yanlışlıkla yapılmışsa taraflara şüpheden dolayı had cezası uygulanmaz. Küçük yaşta ayrılıp birbirinden habersiz yaşayan iki öz veya süt kardeşin bir gün karşılaşıp, akraba olduklarını bilmeksizin evlenmesi gibi. Böyle bir durumda hısımlık ortaya çıkınca derhal ayrılmaları gerekir.

6) Süresi sınırlı (muvakkat) nikâh fâsittir. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre süresi belirlenen nikâh akdi fâsit olur. Bu üç müctehid geçici nikâhı, mut’a nikâhına kıyas etmiştir. Bir erkeğin evlenme engeli bulunmayan bir kadına şahitlerin huzurunda; “Seni şu kadar mehir karşılığında bir ay süreyle veya hac yolculuğu sonuna kadar kendime eş olarak aldım” dese, kadın da kabul etse, geçici (muvakkat) nikâh söz konusu olur. Diğer yandan sürenin sözle ifade edilmesi gerekir. Kocanın süreyi niyetinden geçirmesi nikâhı etkilemez. Diğer yandan bir kimse yalnız gündüzleri birlikte olmak üzere bir kadınla evlense nikâhları caiz olur. Böyle bir evlilik muvakkat nikâh kapsamına girmez. Böyle bir kadına “gündüzcü (nehâriye)” denir.

Ebû Hanîfe’nin müctehit öğrencilerinden Züfer İbn el-Huzeyl (ö.158/­775)’e göre geçici (muvakkat) nikâh geçerli olup, süre şartı geçersizdir. Çünkü bu fâsit bir şart olup, böyle bir şarttan dolayı nikâh akdi iptal edilemez ve sürekli olarak meydana gelmiş olur.[28]

Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre de geçici nikâhlar geçerli değildir. Ancak böyle bir nikâhın caiz oluşu Abdullah İbn Abbas (r. anhümâ)’dan nakledilmiş ve Atâ ile Tavus’un da aynı görüşte oldukları belirtilmiştir. Bununla birlikte İbn Abbas’ın bu görüşten döndüğü de nakledilmiştir.[29]

C. Fâsit Evliliğin Sonuçları:

1) Fâsit evlilikte, eşlerin evliliği sürdürmeleri caiz değildir. Derhal ayrılmaları gerekir. Aksi halde hakim tarafından zorla ayrılırlar. Hakim ayırdıktan sonra cinsel birleşme olursa zina cezası uygulanır.

Diğer yandan kimi fâsit evlilik çeşitlerinde yeniden geçerli nikâh akdetmek sûretiyle eksikliği gidermek mümkündür. Meselâ; şahitsiz nikâh akdinde, yeniden şahitlerin önünde nikâh akdedilebilir. Yine geçici nikâh, yeniden süresiz olarak kıyılabilir. Ancak kan, sıhrî veya süt hısımlığı gibi mutlak evlenme engeli olan durumlarda eksikliği tamamlama imkânı bulunmaz.[30]

2) Fâsit evlilik, cinsel birleşmeden önce hiçbir sonuç doğurmaz. Burada gerçek bir evlilik söz konusu olmadığı için “halvet-i sahîha” cinsel birleşme hükmünde değildir. Eşlerin kimsenin göremeyeceği ve ansızın gelemeyeceği bir yerde başbaşa kalmalarına “halvet-i sahîha” denir.

3) Cinsel birleşme olmuşsa şu sonuçlar doğar: Kadın emsal mehirle, miktarı belirlenmiş olan mehirden az olanına hak kazanır. Mehir miktarı önceden belirlenmemişse emsal mehir alır.[31]

Doğacak çocuğun, baba bakımından nesebi sabit olur. Ancak bunun için çocuk, evlilikten en az altı ay sonra ve en geç bir yılın içinde doğmuş bulunmalıdır.

Sıhrî hısımlık doğar, iddet ve iddet süresince nafaka gerekir. İddet dışında nafaka ile miras sahih nikâha ait olup, fasit nikâh bunlara hak kazandırmaz.[32]

Bu ayrılık boşama sayılmaz ve bu nedenle boşama sayısında bir eksilme olmaz.

Mâlikilere göre evlenme engeli bulunan yakın hısımı ile bilmeyerek evlenme durumunda, şüphe yüzünden had cezası düşer, nesep sabit olur, doğacak çocuğun malı yoksa bakımını baba üstlenir ve aralarında babalık - çocukluk yönüyle miras da cereyan eder.[33]

3. BÂTIL EVLİLİK

A. Bâtıl Evliliğin Tanımı ve Kapsamı:

Rükünlerinde veya meydana gelme şartlarında bir eksiklik bulunan evliliğe “bâtıl evlilik” denir. Akıl hastası bulunan kimsenin bizzat evlenmesi, gelecek zaman siygası ile evlilik akdi yapmak, tercih edilen görüşe göre kız kardeş, hala, veya teyze gibi mahrem hısımlarla evlenmek, başkası ile evli olan bir kadınla bu evliliği bilerek evlenmek, Müslüman bir kadının gayri müslim bir erkekle evlenmesi, Müslüman erkeğin Allâh’a ortak koşan bir kadınla evlenmesi ve mut’a nikâhı ile evlilik bâtıl nikâh niteliğindedir.

B. Bâtıl Evliliğin Sonuçları:

Batıl sayılan evlilik birleşme olsun veya olmasın evliliğe ait bir sonuç doğurmaz, burada cinsel birleşme helâl olmaz; kadına mehir, nafaka gerekmez, eşler arasında miras cereyan etmez, sıhrî hısımlık doğmaz, tarafların cinsel birleşmeden kaçınmaları gerekir; eşler kendiliğinden ayrılmazlarsa, hakim zorla ayırır. Kadına iddet gerekmez. Ancak kadının yeniden meşru bir evlilik için bir ay veya bir hayız süresince beklemesi gerekir. Buna “istibrâ” denir.

Ebû Hanîfe doğacak çocuğun babasız kalmaması için evlenme yasağı bulunan bir kadınla evlenmeyi, cinsel birleşme olmuşsa, bâtıl değil, fâsit olarak nitelendirmektedir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ise evlenme yasağı bulunan kadınlarla evlenmeyi de bâtıl saymıştır.

Osmanlı Devleti uygulamasında bu görüş tercih edilmekle birlikte 1917 tarihli H.A.K. Ebû Hanîfe’nin görüşünü esas alarak bu çeşit evlilikleri fâsit saymıştır.

Ancak şunu da belirtelim ki, H.A. Kararnâmesi fasit-bâtıl nikâh ayırımı konusunda Ebû Hanîfe’nin görüşünü tercih etmişse de, bu ayırımı yaparken Hanefî mezhebinin kriterlerine uymamıştır. Nitekim Müslüman bir kadının gayri müslim erkekle olan evliliği dışındaki, sıhhat şartlarında eksiklik bulunan bütün nikâhları fâsit olarak niteleyen kararnâme, fâsit ile bâtıl terimlerini birbirine karıştırmıştır.[34]

Biz burada ayrıca önemine binaen bâtıl nikâh çeşitleri arasında yer alan ve günümüz Ca’ferî mezhebi mensupları arasında meşrû sayılan “mut’a nikâhı” üzerinde duracağız. Mut’a nikâhı nedir? Şartları nelerdir? Dayandığı deliller nelerdir? Neshedilmiş midir? Aşağıda bu soruların cevabını bulmaya çalışacağız.

C. Mut’a Nikâhı:

1) Mut’a ve geçici (muvakkat) evlilik:

Bir kimse, aralarında evlenme engeli bulunmayan bir kadına; “Şu kadar para karşılığında şu kadar süre senin cinsel yönlerinden yararlanayım” veya “şu kadar para karşılığında beni cinsel yönlerinden yararlandır” diyerek teklifte bulunsa, kadın da kabul etse “mut’a nikâhı” söz konusu olur.

Bazı fıkıh kaynaklarında süresi belirlenen “muvakkat nikâh” mut’a nikâhının bir çeşidi olarak nitelendirilmiş ise de bu iki çeşit nikâh arasında bazı ayrılıklar vardır. Ezcümle; geçici nikâh şahitlerin önünde, belli bir süre zikredilerek evlilik ifade eden sözcükler kullanılmak sûretiyle yapılır. Mut’a nikâhı ise mut’a sözcüğü veya bu anlamda “kadının cinsel yönlerinden yararlanma” gibi ifadeler kullanılarak akdedilir. Bunda sürenin zikredilmesi gerekmediği gibi, şahit bulunması da şart değildir.

Dört mezhep imamına ve sahabe çoğunluğuna göre mut’a nikâhı ve bunun benzerleri haramdır ve bâtıldır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi yalnız İmam Züfer (ö.158/775) geçici evlilikte süre şartını geçersiz sayar ve böyle bir nikâh akdini süresiz olarak meydana gelmiş kabul eder. Çünkü nikâh fâsit olan şartlarla bâtıl olmaz. Çoğunluk müctehitler ise geçici evliliği de mut’a evliliğine kıyas ederek bu konuda “akitlerde itibar lafza değil manayadır” prensibini esas almışlardır.[35]

İmâmiyye Şiası ise Müslüman veya ehl-i kitap kadınla yapılacak mut’a veya geçici evliliği caiz görmüştür. Ancak bu evlilik zina eden kadınla yapılırsa mekruh olur.

2) Mut’a evliliğini meşrû görmeyenlerin dayandığı deliller:

Kur’ân-ı Kerîmde şöyle buyurulur:

“Onlardan yararlanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini veriniz. Ancak mehir belirlendikten sonra karşılıklı rıza ile artırıp eksiltmenizde size bir günah yoktur.”[36]

Yukardaki ayette evlilik akdinin kadına mehir hakkı verilerek yapılması isteniyor. Ayetteki “istimtâ” dan maksat “nikâh akdi” dir. Âyetin baş tarafı ile önceki ve sonraki âyetler bir bütün olarak değerlendirilince bu anlam çıkar. Mehir için kullanılan “ücret” ifadesine gelince, nikâh konusunda mehir “ecr ve ücret” olarak ifade edilir. Şu âyetlerde bunu görmek mümkündür:

Câriyelerle evlilikten söz eden aşağıdaki ayette, verilecek bedele ücret denir:

“Onları sahiplerinin izniyle kendinize nikahlayın. Ücretlerini de güzellikle onlara verin.”[37]

“Ey Peygamber! Biz, ücretlerini verdiğin kadınları sana helâl kıldık”[38] Bu âyetlerde “ücret”ten “mehir” anlamı kastedildiği açıktır.

Bazı gazvelerde Allah Rasûlünün mut’a nikahına izin vermesi zarûret nedeniyle olmuştur. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bunu kıyamete kadar ebedî olarak yasaklamıştır. Bu yasağı bildiren çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bazıları şunlardır:

“Ey insanlar! Ben size kadınlarla mut’a nikahı yapmanız konusunda izin vermiştim. Şüphesiz Allah bunu kıyamete kadar haram kılmıştır. Kimin yanında mut’a nikâhlı kadın varsa, onu serbest bıraksın. Onlara verdiğiniz hiç bir şeyi almayın.” [39]

Seleme b. el-Ekva’ (r.a.)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) bize Evtâs yılında üç gün süreyle mut’a nikâhına ruhsat verdi, sonra bunu yasakladı.”[40]

Sebre b. Ma’bed’den (r.a.) nakledilmiştir: “Allâh’ın Rasûlü, Vedâ Haccı’nda mut’a nikâhını yasaklamıştır.”[41]

İmam Mâlik Zuhrî’den, onun da senediyle Hz. Ali’den naklettiğine göre şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) Hayber gazvesinde, mut’a nikâhını ve evcil eşek etini yasaklamıştır.”[42]

Diğer yandan Abdullah b. Abbas’ın yalnız zaruret halinde mut’ayı caiz gördüğü rivayet edilir. Ancak onun daha sonra bu görüşünden döndüğü de nakledilir. Saîd b. Cübeyr, İbn Abbas’tan şunu nakleder: “Sübhanallah! Ben neye fetva vermişim. Mut’a nikâhı, murdar ölmüş hayvan eti gibi yalnız darda kalan için helâl olur. Şiîlere gelince, onlar bunu genişlettiler, hükmü zarûret olana olmayana, mukîm veya yolcu herkese teşmil et­tiler.”[43]

İbn Abbas’a (r.a.) göre, aşağıdaki ayetin inişiyle mut’a nikâhı yasağı süreklilik kazanmıştır:

“O mü’minler ırzlarını koruyanlardır. Ancak nikâhlı eşleri ve sağ ellerinin sahip olduğu cariyeleri bundan müstesnadır.” [44] İbn Abbas şöyle demiştir: “Bu ikisi dışında kalan her cinsel temas haramdır.”[45]

Ümmet, ihtiyaç duyulmasına rağmen mut’a’yı menetmiştir. el-Hattâbî’ye göre Şiîler bu konuda Hz. Ali’ye de muhalefet etmişlerdir. Çünkü Hz. Ali mut’a ruhsatının neshedildiğini söylemiştir.[46]

Şâfiî, Mâliki ve Hanbeli mezheplerine göre geçici nikah ile mut’a nikâhı aynı nitelikte olup her ikisi de bâtıldır. Ancak kimi kaynaklarda bâtıl yerine fâsit terimi kullanılarak nikâh şüphesi yüzünden tarafların doğrudan zina töhmetine karşı korundukları görülür.

Nitekim Mâlikî fakihlerinden İbn Rüşd (ö.520/1126)’e göre mut’a nikâhı şahitlerin önünde, mehir belirlenerek ve veli aracılığı ile, belli bir süre için yapılır. Akit süreli olduğu için fâsit olur. Bu yüzden boşama gerekmeksizin feshedilir. Böyle bir evliliğe cür’et eden erkek ve kadına ise ta’zîr cezası (İslâm devleti’nin belirleyeceği bir ceza türü) uygulanır. Bununla, doğacak çocuğun nesebi sabit olur ve kadına iddet gerekir. Ancak mut’a evliliği cinsel temastan önce feshedilmiş olursa mehir vermek gerekmez. Cinsel temastan sonra feshedilirse, tercih edilen görüşe göre, miktarı belirlenmiş olsun veya olmasın mehir gerekli olur.

İbn Rüşd daha sonra mut’a nikâhının Hz. Peygamber tarafından haram kılınmış olduğunu bildiren haberlerin tevatür derecesine ulaştığını, ashab-ı kiramın çoğunluğunun ve ensar fakihlerinin tamamının da bu haramlığı benimsediğini belirtir. Son yasaklamanın ne zaman yapıldığı konusundaki görüş ayrılığını şöyle açıklar: Yasaklamanın Hayber gününde, Mekke Fethi veya Tebük Gazvesi yahut Veda Haccı veyahut Kaza Umresi yahut da Evtas vak’ası sırasında yapıldığına dair rivayetler vardır.[47]

Diğer yandan Hz. Ömer (ö.23/643)’in Devlet başkanlığı sırasında minbere çıkarak mut’a’nın haram olduğunu ilan etmek ihtiyacını duyduğu dikkate alınırsa, ashab-ı kiramın bu konuda o güne kadar görüş birliği içinde olmadığı anlaşılır.[48] Konuyu şu şekilde değerlendirmek daha uygundur:

Aslında yasak devam ederken Hz. Ömer yasağı ihlal edenleri dikkate alarak son noktayı koymuştur.

Sonuç olarak mü’min, kitap ve sünnette esasları belirlenen meşrû evlilik yolunu tercih etmelidir. Mut’a’ya Allâh’ın Rasûlü bazı zarûret durumlarında ruhsat vermişse de, daha sonra bunun yasaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan Hz. Peygamberin evlenemeyen gençlerden, zinaya karşı nafile oruç tutarak korunmalarını istediği dikkate alınırsa, İslâm’ın ömür boyu süren sıcak aile yuvası müessesesini korumayı hedeflediği sonucuna varılır.

Dipnotlar:

[1] Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, Beyrut, 1328/1910, II, 331-334. [2] Bakara, 2/223. [3] Bakara, 2/187. [4] Nisâ’ 4/24. [5] Mü’minûn, 23/5, 6. [6] Ebû Dâvûd, Menâsik, 56; İbn Mâce, Menâsik, 84; Dârimî, Menâsik, 34. [7] Bakara, 2/222. [8] Aybaşı ve loğusalık için bk. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul, 1991, s. 178 vd. [9] Ebû Dâvûd, Nikâh, 45. [10] Tirmizî Tahâre, 102; İbn Mâce, Tahâre, 122. [11] 1 dinar, yaklaşık 4 gr. 22 ayar altın paradır. [12] Tirmizî, Tahâre, 102, Ebû Dâvûd, Nikâh, 47; Nesâî, Tahâre, 181, Hayz, 9. [13] bk. İbn Hanbel, Müsned, VI, 63, 90; Kurtubî, el-Câmi’, XII, 154. [14] Ahzâb, 33/33. [15] Talâk, 65/6. [16] Talâk, 65/1. [17] Bakara, 2/233. [18] Talâk, 65/7. [19] Talâk, 65/6. [20] İbn Mâce, Ticârât, 1. [21] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VI, 276. [22] Nisâ, 4/12. [23] Nisâ, 4/19. [24] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, Mekke, ty. II, 216. [25] İbadet ve muamelelerde fesât ve butlan için bk. Serahsî, el-Mebsût, XIII, 23 vd.; Kâsânî, age, V, 304; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kâdir, V, 227 vd.; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, IV, 1Ş6; Ömer Nasuhî Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye, Kamusu, II, 22 vd.; Döndüren, age, s. 57, 58, Delil, Ticaret ve İkt. İlmihali, s. 214 vd. [26] bk. Nisâ’, 4/23; Buhârî, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 33, 34, 36, 40. [27] bk. Nisâ, 4/24; Kâsânî, age, II, 268, 269. [28] bk. Kâsânî, age, II, 256 vd.; İbn Âbidin, age, II, 481, 484, 825; Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 86, 87. [29] bk. Cezîrî, el-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, IV, 116, 117; Bilmen, age, II, 25. [30] Kâsânî, age, II, 335; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 330, 331; Döndüren, «Nikâh» mad. Şamil İslâm Ansik., V, 101, 102. [31] Kâsânî, age, II, 335; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, I, 330. [32] Bilmen, age, II 22 vd. [33] Bilmen, age, II, 24. [34] bk. H.A.K. mad, 52-58; Akgündüz, Osmanlı Hukuk Külliyatı, D.Ü.H.F. Yayını Diyarbakır, 1986, s. 324, 325; Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya, 1988, s.303, 304; Cin - Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Konya, 1989, s. 80-81. [35] bk. Kâsânî, age, II, 272, 273; Meydânî, el-Lübâb, İstanbul t.y., tıpkı basım, neşr. Dersaadet, III, 20, 21; Bilmen, age, II, 25. [36] Nisâ, 4/24. [37] Nisâ, 4/25. [38] Ahzâb, 33/50. [39] Müslim, Nikâh, 22; İbn Mâce, Nikâh, 44; Darimî, Nikâh, 16; İbn Hanbel, III, 406. [40] Müslim, Nikâh, 18; A.b. Hanbel, I, 142, IV 55. [41] Buhârî, Megâzî, 38; A.b. Hanbel, I, 79, III, 404, 405. [42]Müslim, Nikâh, 25-30, 32, Sayd, 23; Şevkânî, age, VI, 20; Zeylâî, age, III, 177. [43]Zühaylî, age, VII, 67, 68. [44]Mü’minûn, 23/5, 6. [45] Tirmizî, Nikâh, 28; Şevkânî, age, VI, 135. [46] Kâsânî, age, II, 273; Sâbûnî, age, 2. baskı. Dımaşk 1977, I, 457; Zühaylî, age, VII, 68. [47] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 49-50; Bilmen, age, II, 26. [48] Sâbûnî, age, I, 273.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları