Nahl Suresi 46. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Nahl Suresi 46. ayeti ne anlatıyor? Nahl Suresi 46. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Nahl Suresi 46. Ayetinin Arapçası:

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

Nahl Suresi 46. Ayetinin Meali (Anlamı):

Yahut çalımlı çalımlı gezip dolaşırlarken Allah’ın kendilerini kıskıvrak yakalayıvermeyeceğinden emin midirler? Onlar, Allah’ın bunları yapmasına asla mâni olamazlar.

Nahl Suresi 46. Ayetinin Tefsiri:

Allah’ın dinine, peygamberine ve ona inananlara düşmanlık yapanlar, insanları Allah yolundan saptırmak için şer planları hazırlayanlar başlarına gelecek şu tehlikelerle tehdit edilmektedirler:

  Allah’ın, Karun ve avânelerine yaptığı gibi, onları yerin dibine geçirmesi. Nitekim Karun hakkında: “Biz Kârun’u da, evini barkını da yerin dibine geçiriverdik.” (Kasas 28/81) buyrulur. İnsan hiç olmasa şu turnanın halinden ibret almalıdır: Turna, iki ayağı ile değil tek ayağıyla yere basar. Diğer ayağı üzerine de basacak olsa yerin kendisini batırmasından korktuğu için onun üzerine dayanmaz. Kuş bile yere batmaktan emin olmayınca gaflet içinde yeryüzünde yürüyen akıl sahibi insanın daha dikkatli olması gerekir.

  Tam bir gaflet içinde bulunurlarken, beklemedikleri ve ummadıkları bir yerden azabın başlarına gelmesi. Uyku ve istirahat hali buna misaldir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur: “Geceleyin uyurlarken veya gündüz vakti dinlenirlerken azabımız ansızın başlarına çöküverdi.” (A‘râf  7/4)

  Onlar yeryüzünde gezip dolaşırlarken, ticâret yaparlarken ve dünya işleriyle uğraşırlarken azabın onları yakalayıvermesi. Şu âyetler ne kadar uyarı ve tehdit yüklüdür: “Anlaşılan onlar, dünyevî meseleler veya şahsî menfaatleri üzerinde birbirleriyle çekişip dururlarken kendilerini apansız ve kıskıvrak yakalayacak olan korkunç bir çığlıktan başka bir şey beklemiyorlar. O çığlık geldiği zaman ise, artık ne bir vasiyet yapmaya fırsat bulabilirler, ne de ailelerinin yanına dönebilirler.” (Yâsîn 36/49-50)

  Allah’ın onları korkuta korkuta, eksilte eksilte, zamana yayarak, içten içe çürüterek helâke sürüklemesi.

Bu ilâhî ikaz ve tehditlerden maksat, din düşmanlığı yapanları iyilik yapmaya yönlendirmek; Allah’ın fırsat tanımasının hiç azap etmeyeceği mânasına gelmediğini bildirmektir. Yoksa O’nun azabı geldiği zaman kimse ona mâni olamaz.  Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah zâlime mühlet verir. Onu bir de yakaladı mı bırakmaz.” (Buhârî, Tefsir 11/5; Müslim, Bir 62) Yâni ona zaman tanır, ömrünü uzatır; böylece onun zulmü çoğalır, sonra onu şiddetli bir şekilde yakalayıverir. Yakaladığında da artık onu bırakmaz. Kimse de onu Allah’ın elinden kurtaramaz. Bu hususa temas eden âyet-i kerîmelerde de şöyle buyrulur:

“Rabbin gerçekten çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Eğer kazandıkları günahlar yüzünden insanları hemen cezalandıracak olsaydı, hiç beklemez onlara azabı derhal gönderiverirdi. Fakat onlar için azabın geleceği belirli bir vakit vardır ki o vakit geldiğinde, ondan kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar.” (Kehf 18/58)

“Eğer Allah insanları yaptıkları günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bile bırakmazdı. Fakat Allah belirlenmiş bir vakte kadar onlara süre tanıyor. Vâdeleri dolunca gerekeni yapacaktır. Allah, kullarını hakkiyle görmektedir.” (Fâtır 35/45)

Halbuki inkâr dehlizlerinde dolaşan bu gâfiller, kendilerini kuşatan varlık âlemine bir bakacak olsalar, tüm varlığın Allah’ın kudretine boyun eğdiğini, O’nun sonsuz ilim, hikmet ve kudretini haykırdığını göreceklerdir:

Nahl Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Nahl Suresi 46. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.