Nahl Suresi 69. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Nahl Suresi 69. ayeti ne anlatıyor? Nahl Suresi 69. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Nahl Suresi 69. Ayetinin Arapçası:
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Nahl Suresi 69. Ayetinin Meali (Anlamı):
“Sonra her türlü meyveden ye de, bal yapmak üzere Rabbinin sana takip etmen için belirlediği yolları tam bir inkıyatla tut!” Onların karınlarından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Şüphesiz bunda, sistemli bir şekilde düşünen kimseler için kesin bir delil ve ibret vardır.
Nahl Suresi 69. Ayetinin Tefsiri:
Allah Teâlâ, peygamberlere ilâhî tâlimatlarını vahyedip buna göre davranmalarını ve bunu insanlara tebliğ etmelerini istediği, peygamberlerin de Allah’ın bu emrine itirazsız, kayıtsız ve şartsız itaat ettikleri gibi, yarattığı varlıklara da kâinattaki nizam açısından üzerine düşen vazifelerini yapmalarını o şekilde vahyetmiştir. Burada haber verilen, Cenâb-ı Hakk’ın bal arısına vahyetmesidir. Öyle bir vahiy ki, Rabbi ne buyurursa tam bir itaat, tam bir inkıyat ve boyun eğişle onu emredildiği şekilde harfiyen tatbik eder. Öncelikle dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptıkları çardaklarda, kovanlarda bal yapacağı gözeleri inşa eder. Dikkat çeken husus şudur: Arı bal yapacağı kovanını eşit kenarlı altıgen gözcükler şeklinde yapar. Birbirine eşit bu gözcükler o kadar mükemmeldir ki, insanın bunu cetvelsiz, pergelsiz yapması mümkün değildir. Şayet bu gözeler altıgen değil de üçgen, beşgen, yedigen gibi başka geometrik biçimde olsaydı, gözcükler arasında işe yaramaz boşluklar kalacaktı. Sadece altıgen olduğunda gözcükler arasında hiç boşluk kalmamaktadır. İşte arı ilâhî ilim ve kudretin sevki ile en münâsip olanı tercih edip yapmaktadır.
Sonra arı yine Rabbinin emriyle her türlü çiçekli bitkilere ve ağaçlara konar, onların özünden yer. Sonra topladığı o çiçek özlerini getirir, kovanına bal olarak çıkarır. Arıların bal yapma işini yaparken kendi içlerinde çok ilginç bir sistemleri vardır. Bu sistemin bazı özellikleri tespit edilmiştir. Mesela; arılar arasında bir başkan vardır. Vücutça diğerlerinden iri olan başkan ötekilerine hükmeder. Uçarken ve konarken hepsi başkana tabi olurlar. Yine arılar yuvadan topluca giderler. Arı sahipleri arıları eski yuvalarına döndürmek için tanbur çalar, bağırır, çağırır, ilâhî söyler. Çıkarılan bu seslere, nağmelere uyarak arılar eski yuvalarına dönebilirler. Son araştırmalarda arıların genellikle güneşin konumundan istifade ile yönlerini ayarladıkları, ayrıca rüzgarın esiş istikâmeti ve dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan faydalandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca arılar kovan üzerinde daire veya sekiz çizerek birbirlerine yol tarif eder, çiçeklerin bulundukları alanlar hakkında bilgi aktarır, bu bilgileri alan diğer arılar, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla bulur, dönüşlerinde de “arı hattı” denilen en kestirme yolu kullanırlar.
Arının karnından çıkan bal kırmızı, beyaz, sarı, katı veya sıvı gibi muhtelif renk ve özelliklerde olur. Bu da daha çok arının yaşadığı bölgeye, topladığı çiçeklerin özelliklerine göre değişir. Bal insan sağlığına çok faydalı, şifalı bir besindir. Balın vücuda şifa olduğu tıbben de sabittir. Resûlullah (s.a.s.)’in bu yönde tavsiyelerinden biri şöyledir:
“Size şu iki şifa kaynağını tavsiye ederim: Bal ve Kur’an.” (İbn Mâce, Tıb 7)
Rivayete göre bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)’e geldi ve: “Kardeşim ishal oldu” dedi. Allah Resûlü (s.a.s.): “Ona bal şerbeti içir” buyurdu. O da içirdi, fakat ishali daha da arttı. Bunun üzerine tekrar gelerek Efendimiz (s.a.s.)’e durumu anlattı. Resûlullah (s.a.s.) tekrar: “Ona bal şerbeti içir” buyurdu. O da ikinci defa içirdi, fakat yine hastalığı arttı. Tekrar gelerek: “Ya Rasûlallah! İçirdim, fakat fayda vermedi” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.): “Git, ona bal şerbeti içir. Allah doğru söyledi. Fakat senin kardeşinin karnı yalan söyledi” buyurdu. O da bir kere daha içirdi. Allah şifa verdi ve iyileşti. Öyle ki, sanki bağından çözülmüştü. (Buhârî, Tıb 24; Müslim, Selâm 91)
Kaynaklarımızda anlatılan şu olay, dünya ve âhiret tüm dertlerimize şifa olması için Kur’an ve sünneti nasıl hassas bir kulakla dinleyip nasıl ince bir kalple idrake çalışmamız gerektiğini ortaya koyar:
Bir adam Hz. Ali’ye gelerek hafızasının zayıf olduğundan şikâyet etti. Ali (r.a.) ona “Hanımın var mı?” diye sorup, evet” cevabını alınca şu tavsiyede bulundu. “Hanımına söyle, sana mihrinden gönül rızâsıyla iki dirhem versin. Onunla süt ve bal al. Yağmur suyuyla şerbet yap. Aç karnına onu iç; umulur ki hıfzın kuvvetlenir.” Hz. Ali’nin bu sözü Hasan b. Fadl’a sorulunca, o bu reçetenin Allah Teâlâ’nın şu âyetlerinden alındığını söylemiştir: Su hakkında “Biz gökten bereketli bir su indirmekteyiz” (Kaf 50/9), süt hakkında “İçenlerin boğazından kolayca geçen, lekelerden arınmış temiz bir sütle sizi besliyoruz” (Nahl 16/66), bal hakkında “Onda insanlara şifa vardır” (Nahl 16/69), mihir hakkında da “Onu da gönül rahatlığı içinde afiyetle yiyin” (Nisâ 4/4) buyurmuştur. Dolayısıyla bereket, şifa, âfiyet, boğazdan kolayca geçme ve hâlis olma gibi vasıflar bir şeyde toplandığı zaman onun yararlı olmasında şaşılacak bir şey yoktur. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-66)
İmâm Muhammed b. Ali Tirmizî (k.s.) der ki: “Bal insanlar için şifa olmuştur. Çünkü arı, itâat ederek Allah’a boyun eğdi, kendi şehvetini terk ederek tatlı, acı, sevilen ve sevilmeyen bütün meyvelerden yedi. O, Allah’ın emrine boyun eğince yediklerinin hepsi Allah için oldu ve hastalıklar için şifa hâline geldi. İşte bunun gibi kul Allah’a itâatkâr olur ve nefsânî arzularını terk ederse sözü hasta kalplere şifa olur.”
İmam Kuşeyrî (r.h.) âyetle ilgili şu işârî izahı yapar: “Allah, kâinata koyduğu değişmez kanunlarından birini her değerli şeyi hakir bir şeyde gizlemek sûretiyle icrâ eder. Meselâ, ipeği hayvanların küçük ve zayıflarından olan ipek böceğine koymuştur. Balı, uçan hayvanların en zayıfı olan arıda; inciyi, deniz hayvanlarının en vahşisi olan sedef denilen hayvanda yaratmıştır. Altın, gümüş ve firuzeyi[1] taşa koymuştur. İşte bunun gibi mârifet ve muhabbeti de mü’minlerin kalbine yerleştirmiştir.” (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 163)
Bu âyet-i kerîmelerden idrake yansıyan diğer işaretler şunlar olabilir: Yaratılan her canlının eşyadaki tasarrufu kendi tabîatından değil, ancak Allah’ın hikmet kanunu ve kadîm iradesi üzere ona öğretmesi ve ilhâmıyladır. Vahyin, diğer hayvanlar arasında sadece arıya ait kılınması, onun insana ve özellikle de kalben Allah’a ulaşma yolunda mesafe almaya çalışanlara benzemesi sebebiyledir. Bilindiği gibi halktan uzaklaşıp Sadece Allah’a yönelmek üzere dağlarda evler edinmek tasavvuf ehlinin âdetlerindendir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) de peygamberlikten önce Hira’ya çekilerek bir iki hafta, hatta bir ay ibâdet ve riyazatla meşgul olurdu. Yine onların hallerinden biri de yerlerinin, elbise ve yediklerinin temiz olmasıdır. Temizlik konusunda arı da böyledir. Karnındakini temiz taşın veya temiz bir odunun üzerine koyar ki çamur veya toprak ona dokunmasın. İnsanın sakındığı gibi o da pislenmekten kaçınarak pislikler üzerine konmaz.[2]
Bedenin meyveleri sâlih amellerdir. Nefislerin meyveleri, riyâzatlar, mücâhedeler ve nefsanî arzulara karşı durmaktır. Kalblerin meyveleri dünyayı terk, âhireti taleb ve Mevlâya yönelmektir. Sırların meyveleri, etrafımızı kuşatan duyular ötesi âlemin perdelerini aralamaya çalışmak ve Allah’a yakın bir kul olmaya gayret göstermektir. İşte bütün bunlar ruhların gıdalarıdır. Allah Teâlâ arıya “Her türlü meyveden ye” buyurduğu gibi, hak yolunun yolcularına da benzerini: “Temiz ve helâl olan rızıklardan yiyin ve dâima sâlih ameller işleyin” (Mü’minûn 23/51) buyurmuştur. (bk. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-67)
Yunanlı bir filozof talebelerine: “Peteklerindeki arılar gibi olun” diye tavsiyede bulunur. Talebeleri: “Arılar peteklerinde nasıl olur?” diye sorunca, şöyle cevap verir: “Arı, yanında tembel birini barındırmaz. Onu kovar ve petekten uzaklaştırır. Çünkü petek dardır, bal tükenir. Tembel değil dinç olan çalışır.”
Arıların esrarengiz yapı ve işlerinde olduğu gibi insanların doğumlarında, ölümlerinde ve sahip bulundukları imkânların farklı farklı oluşunda da nice ilâhî sırlar ve hikmetler vardır:
[1] Firûze: Gök mavisi renginde kıymetli bir mâden.
[2] Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 199; Hâkim, el-Müstedrek, I, 147)
Efendimiz (s.a.s.)’in bu beyânından hareketle İbn Ömer (r.a.) da arı ile mü’min arasında şu benzetmeyi yapmaktadır: “Mü’min arı gibidir, tatlı yer ve tatlı iş yapar. Onların benzerliği şu yöndendir: Arının mahâreti, anlayışı, zararının az, faydasının çok oluşu, pisliklerden uzak oluşu, yediğinin temiz ve hoş olması, başkasının kazandığından yememesi ve emîrine itâat edişidir. Arıyı işinden alıkoyan âfetler vardır. Bunlar da karanlık, havanın bulutlu olması, rüzgar, duman, su ve ateştir. Mü’min de böyledir: Onu da işinden bazı âfetler alıkoyar. Bunlar ise gaflet karanlığı, tereddüt ve şüphe bulutu, fitne rüzgârı, haram dumanı, taşkınlık suyu, keder ve üzüntü ateşidir.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, V, 65-67)
Nahl Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Nahl Suresi 69. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...