Nahl Suresinin 90. Ayeti Ne Anlatıyor?
Nahl suresinin 90. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Kur’an-ı Kerim’in en kapsamlı âyeti; Nahl suresinin 90. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Kur’an’da şöyle buyrulur:
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor. (Nahl, 16/90)
KUR’AN’IN EN KAPSAMLI AYETİ
Bilgi:
Bu ayet, İslam dinini çok veciz bir şekilde özetlemekte ve güzel bir kulluğun çerçevesini çizmektedir. Bu ayetin buyruğuna uyan mümin, her durumda adaletli olmayı, gerektiğinde özveride bulunabilmeyi, yakınlarına cömertçe iyilik etmeyi öğrenir. Bunun yanında edepsizlik ve hayâsızlıktan, kötülük ve çirkinliklerden, saldırgan davranışlardan uzak durmayı öğrenir. Böylece ruhunun yükselişi için gerekli olan iyilikleri yapar ve kötülüklerden uzak durur. Bu ayet cuma hutbelerinin sonunda okunmaktadır.
Mesaj:
- Allah, iyi olan şeyleri emretmekte, kötü olan şeyleri de yasaklamaktadır.
- Bu ayeti hayatında tatbik edebilen bir insan, Allah’ın rızasına nail olmuş demektir.
Kelime Dağarcığı:
İhsân: Bir işi en güzel şekilde yapmak; Allah’a ihlasla kulluk etmek.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Şüphesiz ki Allah adâletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.
Bu kısa âyet-i kerîme İslâm’ın tesis etmek istediği ictimâî nizamı sağlayacak; sağlıklı, dengeli ve âhenkli toplum yapısını oluşturacak en hayatî kaideleri beyân eder. Bunlar üçü yapılması, diğer üçü de terk edilmesi emredilen hususlardır. Yapılması emredilen hususlar şunlardır:
Birincisi; adâlet: Her şeyi layık olduğu yere koymak, hakkı yerine getirmek, her hususta ölçülü olmak demektir. Bu bakımdan adâlet azgınlığın, haksızlığın ve zulmün zıddıdır. Adâlet kelimesinde insaf, haklılık ve doğruluk mânaları da vardır. Bu bakımdan adâlet, terazinin dili gibi ifrat ve tefrit, aşırılık ve ihmalkârlık arasında bir birleştirme noktasını teşkil eder. Kâinatın nizamı adâletle ayakta durduğu gibi fert ve toplum hayatının nizamı da ancak bununla tesis edilebilecektir. Adâletin başı Allah’ın birliğine inanıp O’nun rablik ve ilâhlık hukukunu yerine getirmektir. Bunu mütâkiben ibâdet, ahlâk ve muâmelatta; beşerî münâsebetlerin her alanında adâletli olmaya çalışmaktır.
Ziyâ Paşa der ki:
“Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adâlet,
Havfin var ise mahkeme-i rûz-i cezadan.”
“Eğer amellerin hesabının görülüp karşılığının verileceği kıyâmet günü mahkemesinden korkun varsa, herhangi bir konuda hüküm verirken adâlet terâzisi hiç elinden düşmesin.”
Fudayl b. İyâz (r.h.) şöyle demiştir:
“Bana, «Senin bir duan kabul edilecektir, her ne istersen onu dile!» diye bir haber gelse, ben bu dua hakkımı, hükümdarın âdil olması için kullanırım. Çünkü kendi iyiliğim için dua etsem, benim dirlik düzen içinde olmam münferid bir hâdisedir. Halbuki hükümdarların dirliği düzeni, bütün âlemin dirliği düzeni demektir.” (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 120)
İkincisi; ihsan: Bu kelimenin iki mühim mânası vardır ve her ikisini de âyetin tefsirinde düşünmek mümkündür. Birincisi bir şeyi en güzel şekilde yapmaya çalışmaktır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) bu mânada ihsânı: “Sanki görüyormuşçasına Allah’a kulluk yapmak” (Buhârî, İman 37; Müslim, İman 5-7) olarak tarif buyurur. Buna göre ihsan, “verilen vazifeyi, yapılacak işi en güzel şekilde yapmak” demektir. İkinci mânası ise başkalarına iyilik yapmaktır. Bu mânada ihsan; iyi, cömert, müsamahalı, affedici, merhametli, nazik olmak ve bencil olmama gibi güzel anlamları da muhtevasına alır. Bu muhtevasıyla o adâlet prensibini tamamlar. Çünkü adâlet sağlıklı ve dengeli bir toplumun temeli ise ihsan onun daha mükemmele erişmesine yardımcı olur. Bir taraftan adâlet toplumun haklarını çiğnenmekten ve zulümden korurken, diğer taraftan ihsan toplumu zevkle ve güzel bir şekilde yaşanacak hale getirir. Nitekim Mâlik b. Dinâr (k.s.)’un şu hâli her durumda af ve müsamaha ile davranmanın meydana getireceği iyi sonucu ne güzel misallendirir:
Mâlik b. Dinâr bir zamanlar îcarla bir ev tutmuştu. Ev komşusu bir yahudi idi. Mâlik’in evinin kıble tarafı, yahudinin evinden yana idi. Bu yahudi evinin önüne hela yapmış, pisliğini buraya yapıyor, sonra da bunu Mâlik’in evine atarak cephesini pisletiyordu. Bir gün yahudi, Mâlik’in evine geldi ve:
“−Sen bu helâdan rahatsız olmuyor musun?” dedi.
“−Evet oluyorum, ama yıkıyor ve temizliyorum.”
“−Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun?”
“−Allah Teâlâ’nın rızâsı için. Zira Rabbim şöyle ferman buyurmuş: «Gerçek mü’minler, öfkelerini yutup insanları affederler» (Âl-i İmrân 3/134)”
“−Ne iyi bir din ki, bir Allah dostu Allah’ın düşmanının verdiği eziyete böylece katlanıyor, asla feryat etmiyor, sabredip kimseye de bir şikâyette bulunmuyor.”
Yahudi bunları söyledikten sonra derhal İslâm’la şereflenmiştir. (Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 79)
Üçüncüsü; akrabaya yardım: Aslında bu, bir önceki “ihsan” prensibi içinde yer almakta iken, ehemmiyetine binâen ayrıca zikredilmiştir. Akrabalara muhtaç oldukları hususlarda yardımda bulunmak, iyilik yapmak, ikramda bulunmak ve onlarla akrabalık münâsebetlerimizi sürdürmek İslâm’ın önemle üzerinde durduğu bir ahlâkî fazilettir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurur: “Sevabı en çabuk olan taat akrabaları gözetmektir.” (İbn Mâce, Zühd 23)
Yerine getirilmesi istenen bu temel esaslara karşılık terk edilmesi istenen hususlar da şunlardır:
اَلْفَحْشَاۤءُ (fahşâ): Başta zinâ olmak üzere her türlü hayâ, iffet ve edep dışı bütün söz, fiil ve davranışlardır.
اَلْمُنْكَرُ (münker): Tüm ilâhî şeriatler tarafından yasaklanan ve adet olarak insanlar arasında da kötü kabul eden her şeydir.
اَلْبَغْيُ (bağy): Hakkı olmayan şeyi istemek ve başkasının hakkına tecavüz etmektir. Ahlâkî hudutları aşan ve başkalarının haklarını çiğneyen her türlü kötü davranış bunun içine girer. Allah Resûlü (s.a.s.): “Birinin hakkına tecâvüzden daha çabuk cezası verilen hiçbir günah yoktur” buyurur. (Ebû Dâvûd, Edeb 43; Tirmizî, Kıyâmet 57)
Bu âyet-i kerîmenin işaretiyle hakimiyet ve saltanatın kemâl, istikrâr ve devamının üç şey ile; yine bunun zarar görmesi, eriyip gitmesinin de o üç şeyi ondan alıkoymakla gerçekleşeceği söylenebilir. İyi ya da kötü onların her birinin bir meyvesi vardır: Adâletin güzel meyvesi yardım, ihsânın meyvesi övülme, sıla-i rahmin meyvesi ünsiyet ve ülfettir. Hayâsız işlerin feci neticesi dînin fesâda uğraması, kötülüğün neticesi düşmanları tahrik etmek ve azgınlığın neticesi de arzu ettiği şeyden mahrum kalmaktır.
Emrettiği üç husus ve yasakladığı üç hususla iyilik ve kötülüğün bütün çeşitlerini hülâsa ettiğinden dolayı, İbn Mesud (r.a.) bu âyet-i kerîmeyi, Kur’an’ın en şumüllü âyeti kabul eder. Bu sebeple hatipler, Cuma günü minberde hutbenin sonunda, bütün emir ve yasakları topluca hatırlatması bakımından bu âyeti seslice okurlar. Bu âyeti ilk defa hutbenin sonunda okuyan kişi de beşinci halife Ömer b. Abdülaziz (k.s.) olmuştur. Onun başlattığı bu sünnet-i hasene günümüzde bütün İslâm ülkelerinde devam ettirilmektedir.
İslâm toplumunun üzerine oturduğu temel yapı taşlarından biri de verilen sözlerin ve yapılan yeminlerin gereğini yerine getirmektir.
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR