Namaz Duaları Neden Arapça Okunmalıdır?
Her dilin, başka dillerde bulunmayan, kendine mahsus ifade ve üslup hususiyetleri vardır. Bu sebeple hiçbir tercüme aslının yerini tutamaz. Hele bu bir de Kur’ân-ı Kerim gibi edebiyatın zirvesinde olan mucizevî bir kitapsa tercümenin çok daha cılız ve eksik kalacağı muhakkaktır.
Kur’ân ile tercümesi arasındaki farkı, Yaratan ile yaratılan arasındaki veya gül ile resmi arasındaki farka benzetebiliriz. Zira biri her şeyi yaratan Yüce Allah’ın her yönüyle üstün olan kelâmı, diğeri de yaratılan kulun âciz ve noksan anlayışıyla ortaya koyduğu beyanıdır. Bu sebeple Kur’ân-ı Mübîn’in tercümesine Kur’ân denilemeyeceği ve tercümesinin de Kur’ân hükmünde olamayacağı husûsunda İslâm âlimlerinin ittifakı vardır. Zira Kur’ân-ı Kerim’in indirildiği lafızların dışında başka sözlerle ifade edilen mânâ, Cenab-ı Hakk’ın kelâmı değil, mütercimin yorumudur. Bu ifade Arapça bile olsa Kur’ân değildir.
KUR’AN TERCÜMESİ NAMAZDA OKUNABİLİR Mİ?
Meselâ bir çekirdeği parçalara ayırıp aslını bozduktan sonra toprağa ektiğimizde fide vermeyecektir. Çünkü hususiyetlerini kaybetmiştir. Bunun gibi Kur’ân âyetleri, kelimeleri ve harfleri de birer çekirdek gibidir. Başka dillere çevrilince husûsiyetlerini kaybedeceği için Kur’ân olmayacaktır. Bu sebeple, hangi dilde olursa olsun, Kur’ân tercümesinin namazda okunması câiz değildir.
KUR’AN’I TERCÜME ETMEK MÜMKÜN MÜ?
Kur’ân’ı başka bir dile tam olarak tercüme etmek mümkün olmadığı gibi, onu başka bir alfabe ile doğru olarak yazmak ve okumak da mümkün değildir. Çünkü Kur’ân harflerinin kendisine has husûsiyetleri vardır. Bu harflerin bazılarının karşılığı ve okunuş şekli başka dillerin alfabelerinde mevcut değildir. Söyleniş bakımından birbirine benzer harfler olsa da, mahreçleri (ağızdan çıkış yerleri) itibariyle farklıdır. Mesela, Arapça’daki “ض: Dâd” harfi başka hiçbir lisanda yoktur. Bu sebeple Arapça’ya “Lügat-ı Dâd” ismi de verilmiştir. Bu harfin bulunduğu bir kelimeyi başka bir lisanın ifade etmesi mümkün değildir.
Tercüme bir tarafa, Arapça ifadeleri başka bir alfabe ile okuyup yazmak bile çok zordur. Mesela Türkçede sadece “h” harfi yerine Arapça’da üç çeşit “h” harfi vardır. Noktasız “ha: ح” noktalı hırıltılı “ha: خ” ve “he: ه”. Aralarındaki farkı küçük bir misalle açıklayalım. Noktasız ha ile yazılan “mahlûk”, noktalı hırıltılı ha ile yazılan “mahlûk” ve he ile yazılan “mahlûk”. Her üçünün de Türkçe’de yazılışı ve okunuşu aynıdır. Hâlbuki Arapça’da birincisi tıraş edilmiş, ikincisi yaratılmış, üçüncüsü ise helak edilmiş mânâsına gelir. İşte Kur’ân’ı latince yazıdan okuyan birisi bu farkları anlayamayacağı için, meselâ Allah’ın yaratmasından bahseden bir âyeti, farkına varmadan “tıraş etmek” veya “helak etmek” mânâsına okuyabilecektir.
KUR’AN HARFLERİ
Yine Kur’ân harflerinin içinde üç adet “ze” vardır. Biri ince “ze: ز”, biri peltek “ze: ذ”, diğeri de kalın “za: ظ” dır.
Türkçe’deki “s” yerine Arapça’da üç harf bulunur; “se: س”: , “sa: ص” ve “peltek se: ث”. Arapça’ya has bir harf daha vardır ki, o da “ayın: ع” harfidir.
Şimdi Kur’ân harflerini bilmeyen bir kişi, yukarıdaki harfler Türkçe ile yazıldığı zaman nasıl okuyacaktır? Bu harfleri çıkaramadığı gibi, okuduğu kelime ve âyetler de birer Kur’ân kelimesi ve âyeti olmaktan çıkacaktır.
İSLAM EVRENSEL BİR DİNDİR
İslâm, âlemşümûl yani evrensel bir dindir. Herhangi bir bölgenin, ırkın veya milletin dini olsaydı, o zaman ortak bir ibadet olan namazda sadece onların dili kullanılabilirdi. Fakat dünyanın her bölgesinde oturan ve yüzlerce farklı dili konuşan mü’minlere sahip cihanşumul bir dinin îcapları farklıdır. Mesela Çince bilmeyen bir Türk, Çin’e gittiğinde, sokaklarda bir takım Çince sesler işitecek ve onlardan hiçbir şey anlamayacaktır. Eğer bu sözler ezanın tercümesi ise, hiçbir şeyin farkına varamayacak ve mesela Cuma namazını veya ısrarla teşvik edilen cemaatle namazı kaçıracaktır. Aynı şekilde Türkiye’den geçen Çinli bir müslümanın, dindaşlarıyla ortak tarafları asgarîde kalacaktır. Şu halde cihanşumul bir dinin bazı müşterek esasları ve alâmetleri olmalıdır.[1] Müslümanları diğer din ve ideoloji mensuplarından ayıran bu tür alâmetlere, işaretlere, sembollere “şiâr” denir. Çoğulu “şeâir”dir. İslâmî şiarlar görüldüğünde veya işitildiğinde o kişinin, o şeyin veya o bölgenin müslüman olduğu, İslâm’a ait bulunduğu anlaşılır. İslâmî şiarlar şöyle sıralanmıştır: Besmele, selâm, dinî günler ve bayramlar, ezan, kıble, cemâatle namaz, Cuma namazı, câmî, minare, Kur’ân, Kâbe, Safâ ve Merve tepeleri, hac ibadeti, kurban, Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sünneti…
Kur’ân-ı Kerim’de bunların bir kısmı zikredilerek İslâmî şiarların korunması ve onlara tâzimde bulunulması istenmiştir.[2] İslâmî şiarlar belli bir millete mahsus değil de bütün müslümanlara ait olduğu için bunların korunması, dilin ve şeklin muhafazasına bağlıdır. Dil ve şekil değiştirildiği zaman şiar değişmiş, belli bir gurubun malı olmuş olur. Ezan, namaz gibi ibadetlerin dili değiştirilecek olursa onun şiar olma husûsiyeti kaybolur, ümmete ait olmaktan çıkar.[3]
Bu durumun bir misâlini günümüzde beynelmilel kongre ve toplantılarda görmekteyiz. Bu tür yerlerde herkes kendi lisanını değil, müsaade edilen ortak dili kullanır. Umumun menfaati için husûsî menfaat fedâ edilir.
KUR’AN’I ASLINDAN OKUMA ŞARTI
Mühim hususlardan biri de şudur ki, İslam’dan başka hiçbir din, Peygamberine gönderilen vahyin orijinaline sahip değildir. Diğer dinlerin kitapları hep tercüme ve toplamalardan ibarettir. Namaz kılarken Kur’ân’ı aslından okuma şartının getirilmesi, Kur’ân’ın daha çok öğrenilip ezberlenmesini ve hergün defalarca tekrar edilmesini sağlamıştır. Bunun, Kur’ân’ı aslî hâliyle muhafaza etme hususunda pek mühim bir tesiri olduğu âşikârdır.
Burada, herkesin anadiliyle yaptığı dua ile namaz kılarken Kur’ân’ın tercümesini okuma meselesi birbirine karıştırılmasın! Dua, kulun Rabbine dileği şekilde yalvarıp yakarmasıdır ki, zaten herkes kendi dilinde istediği zaman, istediği şekilde dua etmektedir. Kur’ân’ın tercüme ve tefsirini de herkes kendi dilinde dilediği kadar okumaktadır. Ancak, namazda veya ibadet niyetiyle okunacağı diğer zamanlarda Kur’ân-ı Kerim aslî lafızlarıyla okunmalıdır. Şunu da unutmamalıdır ki, namazlar Kur’ân’ı anlama yeri değil, birer ibadettir. Kur’ân’ı anlamak için ayrıca çalışmak ve başka zamanlar ayırmak gerekir ki buna teşvik eden pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.
NAMAZ KOLEKTİF VE UMUMİ BİR İBADETTİR
Bir de dua, şahsî bir meseledir, namaz ise, kolektif ve umumî bir ibadettir. Dolayısıyla namaza iştirak eden diğer mü’minlerin ihtiyaçları da dikkate alınmalıdır. Bu hikmete binaen de zaten namazın cemaatle kılınması ısrarla teşvik edilmektedir. Ferdî olarak kılmaya müsaade edilse de bu asla tercih edilmez.
Diğer taraftan Kur’ân okumayı öğrenmek ve onu ezberlemek gayet kolaydır. Bu tecrübeyle sabittir. Dünya üzerindeki yüzlerce farklı milletten 2 milyar kadar insan, kendi dilleri olmamasına rağman Kur’ân’ı öğrenmiş, bunların birçoğu da onun tamamını ezberlemiştir. Bir tek Arapça kelime ve kâide bilmediği hâlde Kur’ân’ı baştan sona su gibi ezbere okuyan nice hâfızlar vardır. Zaten namaz için ezberlenmesi gereken Arapça âyet ve dua pek azdır. Bunlar “Allahu Ekber”, “Sübhane Rabbiye’l-azîm”, “Sübhane Rabbiye’l-a‘lâ” gibi ifadelerin yanı sıra Fatiha Sûresi ve iki kısa sûredir. Hepsi bir sahifeyi aşmaz. Zaten bu kelimelerin ekseriyeti bütün müslümanlar tarafında bilinir, hepsinin diline de geçmiştir. O derece ki, çocuk veya namaza yeni başlayan biri, onları mânâlarıyla birlikte zahmetsizce öğrenebilir.[4]
KUR’AN’IN HER HARFİNE 10 SEVAP
Diğer bir husus da şudur: Kur’ân’ı okuyan insan, onu anlamasa bile yine Kur’ân’dan istifade eder ve sevap kazanır. Zira Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Kur’ân’ın her harfine 10 sevap verileceğini müjdelemiştir:
“Kim Kur’ân-ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğe de on katı sevap verilir. Ben, «Elif-lâm-mîm» bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 16/2910)
Bunu şuna benzetebiliriz; dili tad alma hususiyetini kaybeden bir insan, yediği yemek ve gıdalardan faydalanmaya devam eder. Dili tad almasa da yediği gıdalar bütün hücrelerine dağılır. Kur’ân okumak da bunun gibidir. Aklı Kur’ân’ın mânâsını anlamayan bir insan, ondan rûhen ve mânen istifade eder. Ancak en güzeli tabiî ki anlayarak ve yaşayarak okumaktır.
[1] Prof. Dr. M. Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 324-325.
[2] Bakara, 158; Mâide, 2; Hac, 32, 36.
[3] http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0020.htm
[4] Bkz. Prof. Dr. M. Hamîdullah, İslâm’a Giriş, s. 322-330.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları