Namazda Ne Düşünmeliyiz?

Namaz

Namaz kılarken ne düşünmeliyiz? Peygamber Efendimiz namaz kılarken ne düşünürdü, nelere hassasiyet gösterirdi?

Resûlullah Efendimiz, ashâb-ı kirâma zâhirî ve bâtınî şartların ikisini birlikte tâlim etmiştir. Bâtınî şartların en mühimlerinden biri ise “huşû”dur.

Huşû, kalbin ilâhî azamet tecellîleri ve kudret nakışları karşısında rakikleşmesi, incelmesi ve derinleşmesidir… Kalpteki bu hâl, bedenin uzuvlarına da aksederek davranışlara sükûnet, âhenk ve rûhâniyet verir.

HUŞU NASIL KAZANILIR?

Huşû, kalbin Cenâb-ı Hak ile irtibâtı neticesinde hâsıl olur. Sahâbeden Abdullah bin Şıhhîr, Peygamber Efendimiz’in namazdaki huşû hâlinden bir manzarayı şöyle tasvir eder:

“Bir keresinde Rasûlullah Efendimiz’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Namaz, ikişer ikişer kılınır. Her iki rekâtta bir teşehhüde oturursun. Derin bir huşû içinde olur, tazarrû ve niyazda bulunursun.

Tevâzû ve tezellül gösterirsin. (Namazı bitirince de) ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırıp; «Yâ Rabbî! Yâ

Rabbî!» diye yalvarırsın. Kim böyle yapmazsa namazı eksiktir.” (Tirmizî, Salât, 166/385)

Yine Resûlullah Efendimiz, huşûdan uzak bir şekilde hızlıca namaz kılan bir kişiye:

“–Dön namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın!” buyurmuşlar, sonra da ona namazı şöyle târif etmişlerdir:

“–Namaza kalktığında tekbir al, sonra ezberindeki Kur’ân âyetlerinden kolayına gelen bir kısmı oku. Ardından rükûya var ve bütün uzuvların sükûnete erinceye kadar bir müddet bekle, sonra kalkıp iyice doğrul ve bir müddet sâkince bekle, sonra secdeye git ve bir müddet o hâlde kal, sonra da kalk ve bir müddet otur. İşte bunu bütün namazına tatbik et!” (Buhârî, Ezân 95, 122, Eymân 15, İsti’zân 18; Müslim, Salât 45)

“–Namaza kalktığında, dünyaya vedâ eden bir kimse gibi namaz kıl!” tavsiyesinde bulunmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)

Allah Resûlü Efendimiz, namazda sakalı ile oynayan birini görmüştü. Bunun üzerine:

“Bakın, şu kimsenin kalbi huşû duysaydı, uzuvları da huşû içinde olurdu!” buyurdular. (Ali el-Müttakî, VIII, 197/22530. Bkz. Abdurrazzâk, Musannef, II, 266-267)


Üsküdar Mihrimah Camiî avlusu

Resûlullah Efendimiz, namazda huşûunu bozacak hiçbir şeye de müsâade etmezdi. Bir gün Ebû Cehm, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e işlemeli, zarif bir elbise hediye etmişti. Allah Resûlü, o elbise ile namaz kıldı. Namazı bitirince Âişe vâlidemize:

“–Bu elbiseyi Ebû Cehm’e geri gönder, namazda gözüm nakışlarına takıldı. Neredeyse namazda huzûrumu bozacaktı!” buyurdu. (Muvatta’, Salât, 67; Buhârî, Salât, 14)

Huşûdan uzak bir sûrette yapılan ibadetlerin içi boşalır, mânâsı kaybolur, ruhsuz bir şekilden ibâret kalır. Resûlullah Efendimiz bunu şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Kişi namazını bitirir de ona ancak namazının onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri veya yarısı yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796; Ahmed, IV, 321)

Yine Resûlullah Efendimiz:

En kötü hırsızlığı yapan insan, namazından çalan kimsedir.” buyurmuştu. Sahâbe-i kirâm:

−Yâ Resûlâllah, kişi namazından nasıl çalar ki?” dediler.

O, rükûunu ve secdesini tam olarak yapmaz. Rükû ve secdeden kalkınca belini tam olarak doğrultmaz.” buyurdu. (Ahmed, V, 310;Dârimî, Salât, 78)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile; Hazret-İ Muhammed Mustafâ 1, Erkam Yayınları