Namazdan Sonra Neden Tesbih Çekeriz?
Namazlardan sonra neden “33 defa Sübhanallah, 33 Defa Elhamdülillah ve 33 Defa Allahüekber” deriz. Cevabını hadis-i şeriften öğrenelim....
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi:
Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanların fakirleri Resûlullah’a gelerek:
- Varlıklı Müslümanlar Cennetin yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler, dediler. O zaman Resûl-i Ekrem:
- “Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordu. Fakir muhâcirler:
- Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz, dediler. Resûlullah, onlara:
- “Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.
- Evet, söyle yâ Resûlallah! dediler. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
- “Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânallah, Allâhüekber, elhamdülillah dersiniz.” Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah’a tekrar gelerek:
- Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- “Ne yapalım! Artık bu Allah’ın bir lutfudur; Allah lutfunu dilediğine verir.” (Buhârî, Ezân 155; Daavât 18; Müslim, Mesâcid 142. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24)
HADİSİN AÇIKLAMASI
Ashâb-ı Kirâm birer hayır yarışçısıydı. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını daha çok kazandıran ibadetleri öğrenirler, onları herkesten çok yaparak kullukta en ön sırayı almak isterlerdi.
Fakir muhacirler dediğimiz kimselerin bir kısmı Mekke’de de fakir olmakla beraber, çoğu mallarını mülklerini Mekke’de bırakarak Hz. Peygamber’i ve İslâmiyet’i desteklemek için Medine’ye koşmuşlardı. Onların gözünde Allah rızâsını kazanmaktan daha önemli bir şey yoktu.
Ashâb-ı Kirâm’ın yoksulları, fakirliğin bazı ibadetleri yapmaya engel olduğunu bildikleri için, o konularda geri kalmanın üzüntüsüyle Resûlullah Efendimiz’e gelerek:
- Zenginler, malları çok olduğu için hac ve umre yapıyorlar, savaşa gidiyorlar, köle âzâd ediyorlar, yoksula yardım ediyorlar. Dolayısıyla bütün sevapları alıp götürüyorlar. Biz bunları yapamadığımız için onlardan geri kalıyoruz, diye dert yanmışlardı.
Peygamber Efendimiz fakir muhâcirlerin hem gönlünü almak hem de sevabı çok olan bir ibadeti haber vermek üzere onlara hadisimizde anlatılan zikirleri öğretti.
Hadîs-i şerîfin bu rivayetinde “Allahüekber” tesbihi ikinci olarak zikredilmiş olmakla beraber, diğer rivayetlerde, bizim alışık olduğumuz şekilde üçüncü olarak söylenmiştir. Sahîh-i Buhârî’deki rivayetten öğrendiğimize göre, sahâbîler tesbihlerin sayısında tereddüde düşerek Efendimiz’e başvurdular. O da bunlardan her birinin otuz üçer defa söyleneceğini ve peşinden:
“Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ-şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü vehüve alâ külli şey’in kadîr” deneceğini belirtti. Ebû Dâvûd’daki rivâyette, tesbihleri çekip ardından bu “lâ ilâhe illallâhü” diye başlayan zikri söyleyen birinin, günahları deniz köpükleri kadar çok olsa bile bağışlanacağı belirtilmektedir. (Vitir, 24; geniş bilgi için bk. 1419 numaralı hadis)
İBADETLERİ DEĞERLİ KILAN ŞEY NEDİR?
Oturup tesbih çekenle, malıyla ve canıyla savaş eden ve servetini fakir fukaraya dağıtan kimse nasıl bir olur? denebilir. Unutmamak gereken bir husus var: İbadetleri değerli kılan şey, onları yapanların niyeti ve samimiyetidir. İhlâsla yapılmayan hiçbir ibadetin değeri yoktur. Bir insanın malını, sırf Allah rızâsı için çıkarıp vermesi ne kadar zorsa, hiçbir çıkar gözetmeden oturup tesbih çekmek de aynı derecede zordur.
İbadetleri değerlendirecek olan Allah’tır. Zenginlerin tesbih çekerek yine kendilerini geçtiklerini söyleyen fakir muhâcirlere Resûlullah Efendimiz’in verdiği cevap ne kadar düşündürücüdür:
- “Ne yapalım! Artık bu Allah’ın bir lutfudur; Allah lutfunu dilediğine verir.”
Demekki herkes içinde bulunduğu şartlara göre ibadet ve tâatını, hayır ve hasenâtını yapacak, en yüksek derecelerin sadece ibadetlerle değil, ibadet ve ihlasla birlikte Allah’ın lutfuyla elde edileceğini bilecektir. Allah’ın lutfu ve yardımı olmadan O’nun cennetini ve cemâlini kazanmak mümkün değildir.
SABREDEN FAKİR Mİ DAHA ÜSTÜNDÜR, ŞÜKREDEN ZENGİN Mİ?
Yokluğa sabreden fakir mi, yoksa malını Allah yolunda harcayarak şükreden zengin mi daha üstündür? diye sorulabilir.
Bu konuda çok şey söylenmiştir. İbadetlerinin yanı sıra zikir ve tesbih ile Allah’ı anan, aynı zamanda malını sarfedilmesi gereken yerlere harcayan zengin şüphesiz daha değerlidir.
Hz. Ömer ne güzel söylemiştir:
“Zenginlik de fakirlik de aynı şekilde birer binektir. Hangisine bineceğime aldırmıyorum.”
Hz. Ömer Efendimiz demek istiyor ki, servet ve fakirlik, binilmesi zor bir serkeş ata benzer. Her ikisini de kullanmak maharet ister. Önemli olan iyi bir binici olmaya çalışmaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’de birkaç defa tekrarlanan âyetlerden biri şudur:
“Şüphesiz Rabbin kimi dilerse rızkını genişletir, dilediğine de daraltır.” [İsrâ Sûresi (17), 30; Ra’d Sûresi (13), 26] Şu halde fakirliği ve zenginliği dilediğine veren Cenâb-ı Hak’tır. Herkes şöyle veya böyle birer imtihandan geçmektedir. Önemli olan imtihanın şekli değil, sonucudur. Bize düşen sonunda kazanmaya bakmaktır.
Hadisi 1421 numarayla bir daha okuyacağız.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1- Herkesten çok sevap kazanmaya gayret etmek, makbûl bir davranıştır.
2- Namazlardan sonra, hadiste anlatıldığı şekilde zikir yapmak faziletli bir ameldir.
3- Zenginler mallarını gerekli yerlere sarfetmekle kalmamalı, ashâb-ı kirâmın yaptığı gibi zikir ve ibadete de önem vermelidir.
4- Fakirler de sadece ibadetle yetinmemeli, Allah yolunda para sarfetme bahtiyarlığına ermek için meşrû yoldan zengin olmaya çalışmalıdır.
5- Zenginlik de fakirlik de birer imtihandır. Önemli olan bu imtihanlarda başarılı olmaya gayret etmektir.