Namazın Sırları ve Fazileti

Namaz

Namazın sırları ve fazileti nedir? Cami ve mescitlere yakın oturmanın önemi nedir? Namazın dünyevi ve uhrevi hayatta bize sağladığı kazanımlar...

İman, Rable kul arasında kurulan özel ve derinlikli bir bağdır. Böylesi bir bağla Rabbine bağlanan kul O’nunla daha özel iletişime girmek ister. Bu iletişimin sözlü olanı çoğu zaman dua cümleleri olarak kulun dilinden dökülür. Elbette gönül de konuşur; Rabbine halini arzeder ve belki bu iç konuşma çok daha özel ve sırlıdır. Ancak açık ya da gizli bu sözlü iletişim kulu tatmin etmeye yine de yetmez. Zira duygular ve arzular sadece söz kalıplarına sığmaz. Beden de tümüyle bu iletişime katılmak ister. İşte namaz ibadeti, dilin, gönlün ve bedenin Rabbiyle buluşma, konuşma ve halleşmesidir.

NAMAZIN SIRLARI VE FAZİLETİ

Namaza dair tüm farzlar, vacipler ve sünnetler dikkatli incelenecek olursa Yüce Huzur’a üst düzey bir hazırlık, tazim ve hürmet dolu bir beden dili duruşu, içinde tesbih, tenzih, hitap, niyaz ve talep barındıran cümlelerden oluşan muazzam bir ibadet olduğu görülür. Böylesi bir ibadet, kişiyi sadece yere ait olan sıradan bir varlık olmaktan kurtarıp yüceler yücesi olan Allah ile bağ kurabilen ulvî bir varlığa dönüştürmekle kalmaz, kendi öz benliğine diriltici bir ruh taşır. Bu ruh, diriltici ve harekete geçirici özelliğiyle tüm varlıkla derinlikli bir iletişimin de kaynağı olur. Zira şu âyet-i kerimede de ifade edildiği gibi her bir varlığın kendine özgü bir namazı (duası) ve tesbihi vardır:

"Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah'ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri namazını (duasını) ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir."  (Nûr; 41)

Bu âyette verilen bilgilerden hareketle denilebilir ki insanın namazla buluşması, tüm varlıkla aynı safta kulluğa durması demektir. Böylesi bir safa giriş, anarşi ve fesat oluşturan kanserli bir hücre konumuna düşmekten kişiyi koruyan bir zırhtır. Bu yönüyle namaz, Allah Teâlâ ve O’nun yarattığı âlemle tam bir ülfet vesilesidir.

Namaz bunun gibi daha nice sırları içinde barındıran bir ibadet olması sebebiyledir ki mümin insan hem kendisini hem de neslini bu ibadetle buluşturmak ister. Zira namaz, yaşanılan dönemdeki tüm varlıkla yatay bir ilişki oluşturduğu gibi kendinden önce ve sonraki nesillerle ve varlıkla da dikey bir bağ kurar.

CAMİ VE MESCİTLERE YAKIN OTURMANIN ÖNEMİ

Âlemlerin Rabbi ile kurulan bağ ise mekân ve zamanın tümünü kuşatan ve hatta zaman ve mekânı da aşan bir mahiyet arzeder. Bu ilişkiler ağı, yalnızlığı gideren bir güven inşa eder. İşte bu çok yönlü ilişkilerin kurulabilmesi içindir ki tüm insanlığa imam/önder kılınan ve bu ümmete de örnek gösterilen Hazret-i İbrahim -aleyhisselam- ilâhî bir işaretle eşi Hacer ve oğlu İsmail’i Mekke’ye yerleştirdikten sonra Rabbine şöyle niyaz eder:

“Ey rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe) yanında tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim. Bunu yaptım ki rabbim, namazı gereği gibi kılsınlar. İnsanların gönüllerini onlara meylettir ve çeşitli ürünlerden onlara rızık ver ki şükretsinler.”  (İbrâhîm; 37)

Bu niyazda dikkat çeken en önemli taleplerden birisi “nesli namaz kılanlardan olsun” diye “Allah’ın Evi civarını” mesken olarak seçmektir. Üstelik ot bile bitmez kurak bir yer olmasına rağmen. Yani dünyevî şartlar yönüyle son derece zor bir yer olsa da neslin namazla buluşmasına vesile olsun diye Allah evi olan camiyi/mescidi merkeze alan bir muhitte var olmayı hedeflemek, iyi düşünülürse ne büyük sırları içinde barındıran yüce bir hakikattir.

Dünyevî rahat, huzur, itibar ve lüks uğruna ezansız ve camisiz ülkeler, şehirler, semtler, mahalleler ve siteler nice fırsatlar sunsa da nesli koruma adına namazın merkeze alındığı mahalleleri seçmek, neslimizin ebedî hayatı adına çok doğru bir karar olacaktır. Zira insan, çoğu zaman muhitine göre şekillenen bir varlıktır. Bu sırrın farkında olan ecdadımız, şehirlerini cami etrafında oluşturmuşlardır. İslâm medeniyetinin merkezinde caminin olması Allah Resûlünün de bir sünnetidir. O -sallallahu aleyhi ve sellem- ilk ismi Yesrip olan Medîne-i Münevvere’ye hicret ettiği gün, kendisinin ikamet edeceği yeri belirlemeden önce Mescid-i Nebevî’nin yerini belirlemiştir. İşte bu fiilî sünnet, bütün peygamberlerin sünnetinin de bir devamıdır. Ümmet-i Muhammed de bu peygamber sünnetini takip ettiği ölçüde kendisini ve neslini korumaya muvaffak olmuştur. Ezan sesinden rahatsız olan ve cami yanında ev almaktan uzak duran nice nasipsizler de hem kendilerini hem de nesillerini zayi etmişlerdir.

Zaruri şartlar gereği dış mekanda cami ve mescid imkânı oluşturamayanlara kendi evlerini mescid yapmaları emredilmiştir:

"Mûsâ'ya ve kardeşine, "Kavminiz için Mısır'da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü'minleri müjdele" diye vahyettik." (Yûnus; 87)

Kendimizi ve neslimizi ilâhî ölçüler içinde korumada namaz ibadeti, merkezi bir rol üstlenmektedir. Bu yönüyle namaz dini hayatın omurgasıdır. Bu ibadetin gereği gibi ifası için de mescitler civarını mesken tutmak ihmal edilmemelidir. Mescitlerin maddî inşası ve manevî imarı, İslam toplumunun oluşumu, devamı ve sihhati için zaruridir. Öyleyse müminler olarak en önemli vazifelerimizden birisi hem kendimiz ve hem de neslimiz için camileri merkez edinmek suretiyle namazımızı ikame etmek etmek ve cemaat cemaat namazla ihya olmaktır.

Camiler buluşma noktamız olmadan ümmet olmak ve ümmet kalmak ve belki de mümin olarak bir hayat sürmek bile zor olacaktır. Öyleyse sözümüzü Hazret-i İbrahim -aleyhisselam-’ın şu dualarıyla bitirelim:

"Rabbim! Beni namazı gereği gibi ikame eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle." (İbrâhîm; 40)

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 464