Nar Bahçesi
Yediği narın lezzetinden ötürü hayretler içinde kalan Sultan Nûşirevan, nardaki bu lezzetin hikmetini sorar.
Kulun iç dünyasının sâfiyet, hâlisiyet ve güzelliği; kendisi hakkındaki ilâhî takdîrin de lûtuf, rahmet ve bereket olarak tecellîsine vesîle olur. Şu kıssa, bu hakîkatin ne kadar da ibretli bir misâlidir:
NAR BAHÇESİ…
Tarihte adâletiyle meşhur olan Nûşirevan, bir gün avda iken beraberindeki arkadaşlarından ayrıldı ve yolu bir bahçeye vardı. Orada bulunan bir delikanlıya:
“–Bana bir nar verir misin?” dedi. Delikanlı da verdi.
Nûşirevan, narın tanelerinden bolca su çıkarıp susuzluğunu giderdi ve bu hâl çok hoşuna gitti, âdeta mest oldu. İçinden;
“–Böylesine lezzetli meyvesi olan bu bahçe mutlakâ benim olmalı. Ben ne yapıp edip bu nar bahçesini almalıyım.” diye düşündü.
Ardından bir nar daha istedi. Fakat bu defa aldığı nar, kuru ve ekşi çıktı. Bunun sebebini sorunca, o firâset sahibi delikanlı:
“–Sultânım, herhâlde gönlünüz haksızlığa meyletti. Güç ve kudretinizle bu bahçeyi benden almayı düşünmüş olmalısınız.” dedi.
Bunun üzerine Nûşirevan, bahçeyi cebren alma düşüncesinden vazgeçip içindeki kötü niyetten pişman oldu, tevbe etti. Sonra bir başka nar daha isteyince, birinciden çok daha sulu ve tatlı bir nar geldi.
Hayretler içinde kalan Sultan, nardaki bu lezzetin hikmetini sordu. Delikanlı bu sefer:
“–O menfî düşüncenizden tevbe ettiğinizi zannediyorum.” dedi.
Rivâyete göre Nûşirevan, bu ve benzeri hâdiseler neticesinde intibâha geldi. İçindeki yanlış niyetleri bertarâf ederek zulüm ve haksızlıklardan bütünüyle sıyrıldı. Hakka-hukuka titizlikle riâyet etti. Böylece ismi adâletle bâkî kaldı.
Nûşirevan, haklarını fazlasıyla verip bütün halkıyla helâlleşti. Vefât ettiğinde ise tabutuyla memleketin her tarafında dolaştırıldı. Bu esnâda bir tellâl şöyle sesleniyordu:
“–Kimin bizde hakkı varsa gelsin alsın!..”
Üzerinde bir dirhem bile hakkı olan hiç kimse bulunamadı.[1]
Demek ki güzel ve temiz bir gönül dünyasına sahip olanlar, arkalarında dâimâ güzellikler ve hoş hâtıralar bırakırlar. Zira insanın bütün hâl ve hareketleri, iç âleminin bir nevî aynası mesâbesindedir. Nitekim hadîs-i şerîfte de:
“Hiç şüphesiz ki Allah Teâlâ, sizin bedenlerinize ve sûretlerinize bakmaz; ancak kalplerinize nazar eder.” buyrulmuştur. (Müslim, Birr, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 9)
Dipnotlar:
[1] Bkz. M. Sâmi Ramazanoğlu, Musâhabe, VI, sf. 43-44.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Kendisiyle İmtihanında Tasavvuf, Erkam Yayınları
YORUMLAR