Necm Suresi 16. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Necm Suresi 16. ayeti ne anlatıyor? Necm Suresi 16. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Necm Suresi 16. Ayetinin Arapçası:

اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ

Necm Suresi 16. Ayetinin Meali (Anlamı):

O an Sidre’yi bürüyen bürüyordu.

Necm Suresi 16. Ayetinin Tefsiri:

Resûlullah (s.a.s.) kendisine Kur’an’ı öğreten Cebrâil (a.s.)’ı, hakiki sûreti ve bütün kuvvetleriyle bir de Miraç’tan inerken görmüştür. Burada Cebrâil (a.s.)’ın makam itibariyle Peygamberimiz (s.a.s.)’den geride olduğuna bir işaret vardır. Zira Miraç gecesi Cebrâil (a.s.): “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım muhakkak yanardım” dediği makamda kalmış (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVIII, 251), Efendimiz ondan ayrılıp daha ileri gitmişti. İşte söz konusu âyette geçen نَزْلَةً  (nezleten) “iniş”ten maksat, Resûlullah (s.a.s.)’in ilerleyip yüceldiği makamdan daha sonra Cebrâil’in yanına dönüşüdür.

Efendimiz (s.a.s.), yükseldiğ o yüce makamlardan dönerken Cebrâil (a.s.) Sidre-i Müntehâ’nın yanında onu bekliyordu. Peki Sidre-i Müntehâ neresiydi? Bununla alakalı üç önemli izah vardır:

    Sidre-i Müntehâ, altıncı veya yedinci kat gökte arşın sağ tarafında bulunan bir ağaçtır ki müttakilere vaad edilen cennetin nehirleri (bk. Muhammed 47/15) onun altından çıkar. Peygamberimiz (s.a.s.), onun meyvelerini tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzeterek (bk. Müslim, İman 259) şöyle buyurmuştur: “Öyle bir ağaç ki bir binici onun bir dalının gölgesinde yetmiş sene yol alır, yine de bitiremez.” (Tirmizî, Cennet 9/2541) Bu bilgilere göre, söz konusu ağacın, varlıkların cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil ve emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir “oluşum ağacı” olduğu anlaşılır.

    Sidre-i Müntehâ, “en son hayret” mânasını ifade eder. Yani akılların, daha fazla hayret tasavvur edilemeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Habîb-i Ekrem (s.a.s.) hayrete düşmemiş, şaşmamış, kendisini kaybetmemiş ve gördüğünü görmüştür.

    “Elbette son varış yeri Rabbinin huzuru olacaktır!” (Necm 53/42) âyetine göre “Müntehâ”dan maksat, Allah’tır. Bu yüzden Sidretü'l-Müntehâ da, mülkün mâlikine izâfeti kabilinden “Allah’ın sidresi” mânasına gelebilir.

Sidre-i Müntehâ’nın yanında “Cennetü’l-Me’vâ” vardır. Kelime olarak “kalınan, sığınılan cennet” demektir. Burası müttakîlerin ve şehitlerin varacakları cennettir.

Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.) Mirac’a çıktığı zaman Sidre-i Müntehâ’yı bir kısım hârikulâde şeyler bürüyordu. Sidre’yi bürüyen şeyler hakkında Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

  “Melek beni Mirac’a çıkardı, derken Sidre’ye ulaştım. Onun Sidre olduğunu, yaprağını ve meyvasını tanıyordum. Az sonra onu Allah’ın emrinden bürüyen bürüyünce, âni bir değişikliğe uğrayıp hiç kimsenin tavsif edemeyeceği bir hale geldi ki, o hali ben de anlatamam.” (Buhârî, Salât 1; Müslim, İman 163; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVII, 72)

  “Altından kelebekler onu bürümüştü.” (Müslim, İman 259; Tirmizî, Cennet 9/2541)

  Onu Âlemlerin Rabbinin nuru bürüyor, o da nurlandıkça nurlanıyordu.

Şunu belirtmekte fayda var ki, göklerin, yerin ve tüm kâinatın Rabbi olan Allah katından gelen Kur’ân-ı Kerîm beşerî akılla tam olarak kavranması mümkün olmayacak şekilde derin mânalar taşıyan ne muazzam, ne esrarengiz bir kitaptır. İşte bu Kur’an, bizim göremediğimiz, bilemediğimiz, büyüklüğünü ve güzelliğini hayal bile edemeyeceğimiz âlemleri, sanki bir mahallenin sokaklarını tarif edercesine anlatıyor, duyularımızın nüfûz etmesinin imkân dışı olduğu gayb âlemlerinin haritasını çıkarıyor. Bu bakımdan, bu âyetlerde geçen mevki ve varlıkların neler olduğu konusunda birbirinden çok farklı rivayetler gelmiş, farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Burada net olarak söylenecek bir şey varsa o da şu olmalıdır: Mirâc gibi bizim bir gecenin çok kısa bir anında cereyan eden bir olay gözüyle baktığımız bu esrârengiz yolculuk kimbilir kaç tane kâinat tarihini içinde barındırıyor. Âyetlerin tasvir ettiği bu muazzam varlık âlemi içinde bizim dünyamız ve çocuksu kavgalarımız ne kadar küçük düşüyor. Daha önemlisi, bu küçük dünya üzerindeki bir anlık ömrümüzden sonra gideceğimiz yerde bizi neler, ne süprizler bekliyor! (bk. Kandemir ve diğerleri, II, 1811)

Efendimiz (a.s.)’ın Miraç’ta gördüklerine tekrar dönecek olursak:

Necm Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Necm Suresi 16. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.