Necm Suresi 17. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Necm Suresi 17. ayeti ne anlatıyor? Necm Suresi 17. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Necm Suresi 17. Ayetinin Arapçası:

مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى

Necm Suresi 17. Ayetinin Meali (Anlamı):

Peygamber bunları görürken gözleri ne kaydı, ne de sınırı aştı.

Necm Suresi 17. Ayetinin Tefsiri:

Allah Teâlâ Peygamberimiz (s.a.s.)’e o makamda öyle bir itminân, öyle bir metânet, öyle bir kararlılık ve vakar lütfetti ki, Sidre’yi bürüyen o kadar muhteşem manzaraları gördüğü halde, gözü yerinden kaymadı, şaşıp da sağa sola meyletmedi. Görme sınırını aşıp da yanlış bir bakış da bakmadı. Akılların şaşacağı, gözlerin kamaşacağı hayret verici şeyler görmekle beraber o ne şaştı, ne de görme sınırını aştı. Son derece dikkatli ve sıhhatli bir şekilde Allah Teâlâ’yı tesbih edip O’nu müşâhede etti. Âyet-i kerîmenin ilk cümlesi Habîb-i Ekrem (s.a.s.)’in emsalsiz edebini, ikinci kısmı ise kuvvet ve kudretini beyân etmektedir.

Allah Resûlü (s.a.s.), Miraç gecesi o yüce makamda Rabbinin varlığını gösteren büyük delillerinden bir kısmını veya O’nun en büyük âyetini gördü. Peki Efendimiz (s.a.s.)’in gördüğü bu âyetler nelerdi:

1. Habîb-i Ekrem (s.a.s.), o gece kalp gözüyle Allah Teâlâ’yı görmüştür. (Tirmizî, Tefsir 53/3281) Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.): “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 285; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, I, 78) Bir başka rivayette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman 292) Fakat âyeti kerîmede “O Rabbini gördü” değil, “Rabbinin varlığını gösteren en büyük delillerden bir kısmını gördü” buyrulduğu için, bunu “Allah’ı görmek olarak değil, O’nun varlığını, kudret ve azametini gösteren delilleri görmek” olarak tefsir etmek daha doğru olacaktır. Bununla birlikte âlimlerimiz, Allah Teâlâ murat ettiği takdirde kulun dünya gözüyle Allah’ı görmesinin imkân dışı olmadığını, yani mümkün olabileceğini söylemişlerdir. Zikrettiğimiz hadis-i şerifler de bunun olduğunu ve olabilirliğini haber vermektedir.

2. O, Cebrâil (a.s.)’ı gök ile yer arasını doldurmuş halde refreften bir elbise içerisinde görmüştür. (Tirmizî, Tefsir 53/3283) Yine o Cebrâil’i aslî sûretinde altı yüz kanadıyla birlikte görmüştür. (Müslim, İman 280)

3. Bundan maksat, Resûlullah (s.a.s.)’in İsrâ ve Miraç gecesi gidişinde ve dönüşünde gördüğü hârikulâde şeylerdir. Nitekim İsrâ hâdisesinin hikmeti beyân edilirken: “Bu gece yolculuğunu o seçkin kula büyük işaret ve delillerimizden bir kısmını gösterelim diye yaptırdık” (İsrâ 17/1) buyrulmuştur. Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “O gece göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtıla­rını duyuyordum.” (Buhârî, Salât 1) Yâni Allah Resûlü (s.a.s.) öyle bir yüksek seviyeye çıkarıldı ki, orada kâinatın mukadderâtı­nı yazan kalemlerin seslerini işitiyor, idrâk ötesi hakîkatlere muttalî oluyordu.

Şu rivayetler de Peygamberimiz (s.a.s.)’in o gece gördüğü ilginç sahnelerden numuneler taşır:

Allah Resûlü (s.a.s.), Mîrâc’da bir topluluğa uğrar ve onların dudaklarının deve dudağı gibi olduğunu görür. Birtakım vazîfeli memurlar da onların du­daklarını kesip ağızlarına taş koymaktaydı. Peygamberimiz:“Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” buyurur. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19) Sonra Resûlullah (s.a.s.) başka bir topluluğa rastlar. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalamaktaydılar: “Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, gıybet etmek sûretiyle insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır” cevâbını verir. (Ebû Dâvûd, Edeb 35/4878) Peygamber (s.a.s.) Efendimiz orada ayrıca zinâ­kârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; faiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde görür. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19)

Peki ey inkârcılar, müşrikler! Gerçeğin iç yüzü böyle olmakla birlikte siz Allah’tan başka edindiğiniz sahte ilâhların size şefaatçi olacaklarını söylerken hangi delile dayanıyorsunuz:

Necm Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Necm Suresi 17. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.