Neden Ağlıyorsunuz?

Ölüm ânını kulun bilmemesi, ilâhî bir lutuftur. Çünkü Allah Teâlâ dünya hayâtını imtihan hikmetine binâen halk etmiş ve yine bu hikmetle “kader” ve ona dâhil olan “ecel”i meçhul kılmıştır. Bu sebeple ölüme her an hazır bulunmak zarûrîdir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurur ki:

“Azrâil rızkını tüketip ömrünü tamamlayanın canını alır. Ölen kişinin evindekiler feryâd ü figân ederler. Azrâil hâl lisânı ile:

«Ne ağlıyorsunuz? Ben bu adamın ne rızkını yedim, ne de ömründen kestim. Rızkı tükendi, ömrü sona erdi, emr-i Hak vâkî oldu, ilâhî tâlimat geldi, canını aldım. Boşuna ağlamayın, ben devamlı olarak buraya gelip gidecek ve hiçbirinizi bırakmayacağım.» der.”

ÖLÜYE DEĞİL KENDİNE AĞLA

Hasan-ı Basrî Hazretleri sözlerine şöyle devam eder:

“Eğer ev halkı Azrâil’i görseler ve dediklerini duysalardı, ölüyü unutur, kendilerine ağlarlardı!”

Her işinde hikmet sahibi olan Rabbimiz, ölümü hiçbir zaman unutmayalım, ona her an hazırlıklı bulunalım, fakat bununla birlikte dünya hayâtının îcaplarından da geri kalmayalım diye, ecel vaktini bir sır perdesiyle gizlemiştir. Bu da O’nun kullarına olan merhametindendir.

Meselâ bir adam öleceği zamanı daha önceden bilseydi, ölmeden evvel işini-gücünü ve hattâ âilesini dahî kederinden dolayı terk ederdi. Hayat; nizam ve âhengini kaybederdi. Yine insanlar olacakları evvelden bilselerdi, bahtiyar olmalarına ve hayâtın çeşitli cilveleriyle avunup huzur bulmalarına imkân bulunmazdı. Bir anne, doğurduğu çocuğunun gençlik çağında vefât edeceğini veya ileride çok kötü biri olacağını bilseydi, hayâtı huzursuzluk içinde geçerdi.

Velhâsıl ölüm ânını kulun bilmemesi, ilâhî bir lutuftur. Çünkü Allah Teâlâ dünya hayâtını imtihan hikmetine binâen halk etmiş ve yine bu hikmetle “kader” ve ona dâhil olan “ecel”i meçhul kılmıştır. Bu sebeple ölüme her an hazır bulunmak zarûrîdir.

Âyet-i kerîmede:

“Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57) buyrulmaktadır. Benzeri âyet-i kerîmeler de çoktur. Bunlar, nefsânî arzularımızın girdabında boğulmamamız için Kur’ân’da tekrarlanan ilâhî ikazlardır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları, 2011

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.