Nefs-i Merdiyye Ne Demek?
Nefs-i merdiyye nedir? Nefs-i merdiyye mertebesine nasıl ulaşılır? Nefsin mertebelerinden Allah’ın bizzat râzı ve hoşnut olduğu nefs; nefs-i merdiyye.
Râdıye mertebesinde bulunanların, bu mertebenin bütün füyûzâtından istifâde edebilmeleri için, Cenâb-ı Hakk’ın da onlardan râzı olması îcâb eder. Yâni kulun Allah’tan râzı olması yetmeyip, kâmil bir terakkî için Allâh’ın da kulundan râzı olması gerekir. Diğer bir ifâdeyle Hak’tan rızâmız, O’nun yüce rızâsına mazhar olabilecek bir kıvam ve güzellikte olmalıdır. Bu gerçekleştiği takdirde “merdiyye” sıfatı Allâh’a râcî olmasına rağmen, kulun bunu temine medâr olan amelleri bereketiyle bu makam kula da izâfe edilmiştir. Buna göre râdıye, Allah’tan râzı olanların; merdıyye ise Allâh’ın da kendisinden râzı olduğu kimselerin makamıdır.
ALLAH’IN RAZI VE HOŞNUT OLDUĞU NEFS
Cenâb-ı Hakk’ın bizzat râzı ve hoşnût olduğu bir nefs olan merdiyyede kötü huylar yok olmuş, güzel huylar ve ahlâkî meziyetler inkişâf etmiştir. Öyle ki; Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, muhabbet, cömertlik, affedicilik ve hassâsiyet onda bir lezzet hâlindedir. Bu mertebedeki bir mü’min, nefsini en güzel bir şekilde muhâsebe ve murâkabe eder. Her nefeste varlık ve benlik keyfiyetlerini gözeterek şeytânî hîlelere karşı boş bulunmaktan sakınır.
Yine bu mertebede kul, her hâlükârda ve bütün mevcûdiyetiyle Hakk’a teslîm olmuştur. Allah’tan gelen kahır veyâ lutuf tecellîlerinin her ikisine de gösterdiği rızâ bereketiyle ebediyet âlemine göçerken, ilâhî rızâ ile müjdelenerek kendisine Cennet hil’ati giydirilmiştir.
Yukarıda da zikredilen:
“Sen O’ndan, O da senden râzı olarak dön Rabbine!” (el-Fecr, 28) âyetindeki “Rabbin de senden râzı olarak” hükmü, bu hâli ifâde etmektedir.
Ayrıca Beyyine sûresinin 8. âyetindeki:
“...Allâh onlardan hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnût olmuşlardır...” beyânı da bu hakîkatin diğer bir ifâdesidir.
Bu hâl ve hakîkatlere nâil olan bir kul, artık hâdisâtı “hakka’l-yakîn” mertebesinden seyretmektedir. Allâh’ın izniyle bâzı gaybî sırlara vâkıf olabilir. Cenâb-ı Hak; rızâ, tevekkül ve teslîmiyetleri sebebiyle böyle kullarının -âdetâ- gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili, tutan eli… olur. Onların hâline, kâline ve güzel ahlâkına tesir kuvveti ihsân eder.
Yâni nefs-i râdıye makâmında müşâhede ettiği kemâlât tecellîlerini, şimdi bizzat nefsinde tatmakta ve o hâllerle hâllenmektedir. Sabır, tevekkül, teslîmiyet ve rızâ gibi hasletler, onun davranışlarının hâkim vasfı durumundadır.
NEFS-İ MERDİYYE HALLERİNE ÖRNEKLER
Peygamberlerin yüce ahlâkından bu güzel hâllere dâir birkaç misâl şöyledir:
Hazret-i Yakup -aleyhisselâm- üstüste gelen musîbetler sebebiyle hâlini, “Bana düşen ancak sabr-ı cemîldir.” (Yûsuf, 18) diyerek beyân eder.
Dayanılmaz hastalık ve iptilâlara mâruz kalan Eyyûb -aleyhisselâm-, hanımının; “Rabbine duâ et de bu muzdarip hâlin son bulsun.” şeklindeki talebine:
“–Hak Teâlâ bana seksen sene sıhhatli bir ömür verdi. Henüz o kadar hastalık çekmemişken sıhhat istemekten hayâ ederim.” mukâbelesinde bulunmuştur.
İbrâhim -aleyhisselâm- da ateşe atılırken yardıma gelen meleklere:
“–Ateşi yandıran kimdir? O benim hâlimi biliyor. Sizden bir talebim yok!” buyurmuştur. (Bkz. Ahmed, Zühd, s. 80; Taberî, Târîh, I, 242; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 99)
Aslında nefsin tezkiyesi yolunda kat edilen merhaleler, bunlardan ibâret olmakla berâber, kemâlât ehline tevdî olunan hizmetler itibâriyle bir merhale daha vardır ki, ona da nefs-i kâmile veya nefs-i sâfiye denir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları
YORUMLAR