Nefsi Terbiye Etmenin Üç Kuralı
Tasavvufta nefsi terbiye edip rûhu inkişâf ettirme yoluna girebilmenin en mühim üç düsturu yemek, uyumak ve konuşmaktır. Lokman aleyhisselâm’ın nefsi terbiye etmenin 3 kuralı...
Müʼmin, hangi şartlar altında olursa olsun, nezih bir takvâ hayatı yaşama irâdesini sabırla muhafaza etmelidir.
NEFSİ TERBİYE ETMENİN 3 KURALI
Az Yiyin!
Lokman -aleyhisselâm- buyurur:
“Mide (fazla) dolarsa, tefekkür uykuya dalar. Âzâlar da ibadetten geri kalır!”
Tasavvufta nefsi terbiye edip rûhu inkişâf ettirme yoluna girebilmenin en mühim düsturlarından üçü;
- Az yemek,
- Az uyumak,
- Az konuşmaktır.
Lokman Hakîmʼin bu nasihatiyle dikkat çektiği az yemek, bütün peygamberlerin, sahâbenin, evliyâullâhʼın ve sâlih kulların şiârıdır. Günümüzdeki pek çok hastalık ve buhranların sebebini teşkil eden ve nice azgınlık ve taşkınlıklara yol açan oburluk, yeme-içmede israf ve her canının çektiğini yemek; takvâ ehli sâlih zâtların tanımadığı bir hayat tarzıdır.
Vücudu aşırı beslemek, insanın gönül âlemine kasvet verir, kalbi hantallaştırır, nefsâniyeti azdırır, rûhâniyeti yaralar, tefekkürü zaafa uğratır. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“…Biz, acıkmadıkça yemeyen bir kavmiz. Yediğimiz zaman da doyuncaya kadar yemeyiz.” (Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 299)
“Hiçbir insan, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki kişiye, kendisini ayakta tutacak birkaç lokma yeter. Şayet bir kimsenin mutlaka çok yemesi gerekiyorsa, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırsın!” (Tirmizî, Zühd, 47)
“Mü’min, bir bağırsağı ile, kâfir ise yedi bağırsağı ile içer.” (Müslim, Eşribe, 186)
Bu sebeple yeme-içme hususunda ölçüyü kaçırmamak, makbul bir kulluk hayatı için zarurîdir. Zira aşırı dolu bir mideyle, Hakkʼa kulluğun özünü teşkil eden acziyet, ihtiyaç, hiçlik ve yokluğun lâyıkıyla idrâk edilmesi, tevâzû ve mahviyet duyguları içinde dergâh-ı ilâhîye yönelebilmek, Allah korkusu ve sevgisiyle ürperip gözyaşı dökebilmek mümkün değildir.
Az Uyuyun!
Lokman -aleyhisselâm- buyurur:
“Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun!”
[Lokman Hakîm bu nasihatinde de az uyumak düstûruna dikkat çekmektedir.
Ne ibretlidir ki Cenâb-ı Hak bizlere bir îkaz vesîlesi olsun diye, birçok hayvanâtı bile gecenin en feyizli vakti olan seherlerde uyandırıyor. Ahsen-i takvîm olarak yaratılıp mahlûkâtın en şereflisi kılınan insanoğlunun bu vakitten gâfil kalması ne hazindir!
Seher vakitleri, zihnin ve kalbin berrak; idrak ve ifâdenin keskin; hâfızanın kuvvetli; mânevî yollarda ilerlemenin sür’atli olduğu müstesnâ zamanlardır.
Cenâb-ı Hak seherlerde îfâ edilen zikre, sâir zamanlardaki zikirden çok daha fazla kıymet vermektedir. Zira yatağın âdeta bir mıknatıs gibi insanı kendine çektiği bir vakitte ibadetle meşgul olabilmek, diğer zamanlara göre daha zordur. Bu sebeple seherleri ihyâ -tâbir câizse- her kişinin değil er kişinin kârıdır.
Hakîkaten herkes uyurken ibadetle meşgul olmak, Rabbimizin çok husûsî muhabbet ve mârifet meclisine kabûl edilen seçilmiş kullarından olmak demektir. Bu sebeple gönül ehli nazarında seherlerden daha feyizli bir zaman olamaz. Bu hususta âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O’nu tesbîh et! Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (kıyâmet ve âhireti) ihmâl ediyorlar.” (el-İnsan, 26-27)
“(O müttakî kimseler, geceleri namaz kılmak ve istiğfâr etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar. Rabʼlerine, azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler...” (es-Secde, 16)
“(O müttakîler) geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de seherlerin gönül feyzinden mahrum kalmamamız için şu tavsiyede bulunmuşlardır:
“Gece ibadetine dikkat ediniz! Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Şüphesiz gece ibadete kalkmak, Allâh’a yaklaşmaya vesîledir. (Bu ibadet) günahlardan alıkoyar, hatâlara kefâret olur ve bedenden dertleri giderir.” (Tirmizî, Deavât, 101)
Büyük velîlerden Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri;
“Geceler gündüz hâline gelmeden bana hiçbir sır fetholunmadı.” buyurmuştur.
Az Konuşun!
Lokman -aleyhisselâm- buyurur:
“Yavrucuğum! Sükût ettiğim için aslâ pişman olmadım. Söz gümüşse sükût altındır.”
“Sükût, hikmettir; ancak yapanı az bulunur.”
[Lokman Hakîm bu nasihatinde de az konuşmak düstûruna dikkat çekmektedir.
Sükût; âlimlerin süsü, câhillerin örtüsüdür. Sükût zırhına bürünen insan, pek çok tehlikeden korunmuş olur. Bilhassa haset ehlinin zehir saçan nazarlarından kurtulur. Bu itibarla insan çok konuşmaktan ziyâde, bol bol sâlih ameller işlemeli, hayırlı ve güzel işler ortaya koymalıdır. Yoksa bol bol konuşup da yapacağı güzel şeyleri anlatmaktan, onları yapmaya fırsat bulamayan bir insan, derin bir gaflet ve aldanış içinde demektir.
Nefsi dizginleyerek yapılan bir sükût, yerine göre câhillere verilmiş en fasih bir cevap olur. Nitekim İslâm âlimleri,
“Ahmağa verilecek en güzel cevap, sükûttur.” demişlerdir.
Şu hâdise bunun ne güzel bir misâlidir:
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir kişi gelip Hazret-i Ebû Bekir’e hakaret etti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- cevap vermeyip sükût etti. O kimse ikinci defa aynı şekilde hakaret etti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yine sükût etti. Adam üçüncü defa hakaret edince, Ebû Bekir -radıyallâhu anh- daha fazla dayanamayıp ona hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen oradan kalkıp yürümeye başladı. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ardından yetişerek:
“–Yâ Rasûlâllah, yoksa bana darıldınız mı?” deyince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Hayır, darılmadım. Semâdan bir melek inmiş, o kimsenin sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)
Bunun içindir ki Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da:
“Ne söylediğini, kime söylediğini ve ne zaman söylediğini iyi düşün!” buyurmuştur.
Ayrıca sözü haddinden fazla uzatmak, insanı kısa zamanda gözden düşürür. Zira Hazret-i Mevlânâʼnın buyurduğu gibi;
“Uzun sözü, maksadını anlatamayan söyler.”
Böyle uzun konuşanı da kısa dinlemek gerekir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları