Nefsimize İyilik

HAYATIMIZ

Nefsimize nasıl iyilik edebiliriz? İyilikte yarışmak nefsimize iyiliktir…

Günümüz şartlarında aile hayatı, modern felsefî hayat anlayışı ve kapitalist yaşam biçiminin de yıkıcı etkileriyle, ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Bu konunun üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Geniş aile, yerini çekirdek aileye bırakmıştı. Şimdi ise çekirdek aile, yerini fertlere bırakıyor. Bu gidişle fertler de ‘kendi’ni, beyne takılan bir yonga (chip) ile küresel gidişatın ellerine teslim edecekmiş gibi görünüyor.

Kişi-aile-toplum yapısının toptan yıkımı gibi bir tehlike söz konusudur. Çünkü aileyi, kişiler; toplumu ise aileler teşkil eder. Kişide ne varsa onun gelişmiş hali ailede; ailede ne varsa onun daha gelişmiş hali toplum/devlet hayatında vardır. Bu açıdan yukarıda işaret edilen tehlike, nice modern yöntemlerle, ince ve karmaşık tekniklerle, bilincimize ve asırların birikimi bilgeliğimize nüfuz etmektedir.

NEFSİMİZE İYİLİK

Kişiler açısından nasıl ki, kâmil insanların duyuş ve duruşu önemli ise aile içi sarsıntılarda da aynı ölçüde kişilik sahibi yakınların/akrabanın var oluşu önemlidir. Kur’an’daki; “Şayet karı–kocanın arasının açılmasından endişeniz varsa, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem tayin ediniz. Her iki taraf, aralarını düzeltmek (ıslâh-sulh) iradesini gösterirse, Allah, bunu onlara muvaffak eyler. Allah’ın her şeyden haberdar olduğu ve her şeyi bildiği muhakkaktır.” (Nisa, 35) ayeti bu açıdan mühimdir. Dikkat edilirse, sulhu sağlayacak olanlar, ‘asabiyet’ noktasında kendilerinde merhamet, sabır, özveri, kanaat gibi nice ahlakî halleri aile lehine taşıyan kişilerdir.

Demek ki, bu insanlar kendileri de o aileden birer fert, nesep ve sıhriyet bağıyla (Furkan, 54) teşekkül etmiş aile mahremiyetini ve yuvayı yıkılmaktan korumak gibi nice ahlakî-insanî kaygı ve hali taşıyan insanlardır. Günümüz açısından bu duyarlılığı ve yapıyı ayakta tutmanın ne kadar yerinde olduğunu söylemeye gerek yoktur. Onun için evlilik biçimlerinin de değişime uğradığı günümüz toplumunda, evlilik öncesinde adaylara bu konuları öğretecek aile okullarının/kurslarının kurulması bir teklif olarak önümüzde durmaktadır.

Benzer durum toplumlar-devletler için de geçerlidir. Mademki, insanın iç dünyası bazen duygular ile aklın ve hatta inancın bir mücadele alanı olabiliyor; mademki, aile yapıları bazen cennet olmaktan çıkabiliyor, şu halde insanlardan oluşan toplumsal yapı için de aynı durum geçerlidir diyebiliriz. Nitekim Kur’an’da; “Eğer ki, müminlerden iki grup birbiri ile savaşa tutuşursa (mukâtele), onları barıştırınız (sulh). Şayet biri, ötekine karşı (haksızca) haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafla savaşın! (Yeniden) Allah’ın hükmüne râm olursa, artık aralarını adaletli kararlarla düzeltiniz (sulh) ve (aranızda) adaleti tesis ediniz [bu konuda kurumsal yapılar inşa ediniz]. Zira Allah, adaletle hüküm verenleri (ve yaşayanları) sevgi hâlesine dâhil eder.” (Hucurât, 9) buyurulur. Adalet kavramının, özünde bir ahlak kavramı olduğunu biliyoruz. Çünkü ‘kendi’sine adil olmayan kişi, zulüm içindedir. Ahiret hayatında azaba duçar olanlar için, “Onlar kendi (nefslerine) zulmediyorlardı” (Yunus, 44) ibaresi bu hususu hatırlatır.

Günümüz şartlarında kişiden aileye, aile yapısından toplumsal yapıya uzanan çizgide ne çok değişim ve farklılaşma söz konusudur. Allah (cc) her ân bir yaratma halindedir. (Rahmân, 29). Bu açıdan değişim, hayatın temel ilkesidir. Mühim olan, ‘beşer’ olarak geldiğimiz dünyada ‘insan’ olmaktır. Bu da içinde yaşadığımız aile ve toplum yapısıyla doğrudan irtibatlıdır. Çünkü insan, neticede toplumsal bir varlıktır (medeniyyü’n-bi’t-tab’). O zaman takip edilmesi gereken yol, duyguların aşırılıkları akıl ile aklın yanılgılarını vahiy ile tashih etmekten geçer. Zira İslam inanç ve düşüncesinde Allah (cc), kulları için Rahmân, Rahîm ve Tevvâb olan bir yaratıcıdır.

Özetlersek, şahsi planda kemâle erebilmek için hakikat ehli âlim ve âriflerin rehberliği ne ölçüde önemli ise aile yapısını tehlikelerden korumak için akıl ve gönül ehli yakınların (akraba) tayin edilmesi o ölçüde önemlidir. Günümüz şartlarında İslam ülkelerindeki kavga ve kargaşaların sona erdirilip toplumlar – devletler arasında sulh ü sükûnu tesis etmek için de aynı varlık ve ahlak bilincine (dünya görüşü ve anlam dairesine) sahip devlet adamlarının olması o ölçüde önem arz etmektedir. Bunun için de her bir kişiye, kendi ölçüsünde sorumluluk düştüğü açıktır. Çünkü bir hadis-i şerifte ifadesini bulduğu üzere; “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, bir organı rahatsızlandığında diğer organların da aynı acıya ortak olduğu bir beden gibidir!” buyrulmuştur. (Müslim, Birr, 66).

Hayat bir yolculuk ise, iyiyi ve iyileri arayıp bulmak, hakiki ‘iyi’ye (birr) ulaşabilmek için şahsi bir görevdir. İyilikte yardımlaşma ve bu konuda adeta yarış halinde olmak, her birimizin kendi nefsine yaptığı iyiliktir. Yunus Emre Hazretleri’nin,

“Arayı arayı bulsam izini,

Gelin tanış olalım” şeklindeki ifadeleri aslında onun sürekli arayışının ipuçlarını bize verir. Aynı durum hepimiz için geçerlidir. Bilgide ‘doğru’yu, ahlakta ‘iyi’yi, sanatta ‘güzel’i arayıp bulmak ve bunları paylaşmak esastır. Akl-ı selîm, kalb-i selîm ve zevk-i selîme ulaşabilmenin yolu budur. Şayet yanlışa düşenler varsa onların da arasını bulmak (sulh), ‘insan’ olabilmemizin bir gereğidir.

Kaynak: Ahmet Çapku, Altınoluk Dergisi, Sayı: 469