Nefsinden Arınmış Sahabi

Sahabiler

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, hilâfeti devrinde Hazret-i Muâz’ı Kilâboğulları aşiretine göndermişti. Devlet hazinesinden ödenmesi gereken paraları ödeyecek, verilmesi gereken malları verecek, zenginlerden alınan zekâtları fakirlere ve muhtaçlara dağıtacaktı.

Muâz -radıyallâhu anh-, üzerine aldığı bu vazîfeyi îtinâ ile îfâ ediyor, gönüller fethederek tatlı hatıralarla geri dönüyordu. Geri döndüğünde, dünyâ malı olarak sâdece omuzuna attığı atkısı kalıyordu. Bu atkı zaten, giderken de var olan bir atkıydı. Bir defâsında hanımı dayanamayıp sordu:

“–Böyle bir vazîfe üstlenenler, belli bir ücret alırlar, evlerine de hediye getirirler. Senin hediyelerin nerede?”

Muâz -radıyallâhu anh- cevap verdi:

“–Benimle birlikte yanımdan hiç ayrılmayan bir murâkıp vardı. Her aldığımı, verdiğimi hesap ediyordu.”

Hanımı kızdı:

“–Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her şeyde sana güvenirdi. Ebubekir de öyle. Ömer geldi; seninle birlikte murâkıp mı gönderiyor? Her yaptığını tâkip mi ettiriyor?” dedi.

Söz, Hazret-i Ömer’in hanımına, ondan da Hazret-i Ömer’e ulaştı. Hazret-i Ömer, Muâz -radıyallâhu anh-’ı çağırıp sitemle sordu:

“–Ben senin ardından böyle bir murâkıp göndermediğim hâlde, duyduklarım nedir yâ Muâz? Benim sana îtimâdım yok mu zannediyorsun?”

Hazret-i Muâz’ın cevâbı pek mânidardı:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Hanımıma özür olarak öne sürebilecek ancak bunu bulabildim. Hem murâkıp dediğim, sizin murâkıbınız değil, Allâh’ın murâkabesi idi. Bu sebeple yaptığım hizmetin ecri zâyi olmasın diye -câiz bile olsa- nefsim için hiçbir şey alamam…”

Hazret-i Ömer, onun bu sözlerle neyi kasdettiğini anlamıştı. Zîrâ Muâz -radıyallâhu anh- nefsine ve dünyâya âit her şeyden müstağnî idi. Halîfe, onu taltîf ederek kendinden bir miktar hediye verdi ve:

“–Git bununla âilenin gönlünü al!” dedi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları