Nefsini Bildiğinde Her Şey Değişir
Mûsâ Topbaş Efendi, mânevî terbiyenin zarurî olduğuna inanır ve her fırsatta din kardeşlerine bu hakîkati hatırlatırdı.
Mûsâ Efendi şöyle buyururdu:
“İnsan ne kadar ibadet ederse etsin, bütün ömrü secde ile ve oruçlu geçsin, ancak sevap kazanır. Mânen terakkî edebilmek, ancak seyr u sülûk yoluyladır. Seyr u sülûk yoluyla insan nefsini tanır. (Acziyetinin farkına varır.) Nefsini bilince de Allah Teâlâ’yı tanımaya başlar. Zira Cenâb-ı Hakk’ı ancak nefsini bilenler tanıyabilirler. Nefsini bilmeyen, istediği kadar zâhid olsun, âbid olsun, bilgi sahibi olsun, bütün bunlar onun kemâle ermesi için kâfî değildir.
NEFSİNİ BİLDİĞİNDE HER ŞEYİN MÂNÂSI DEĞİŞİR
Bir mü’min nefsini bildiğinde her şeyin mânâsı değişir. O zaman her şeyi Cenâb-ı Hakk’a ircâ etmeye başlar. Her ne zuhûr ederse etsin, o «Cenâb-ı Hakk’ın ihsânıdır.» der ve öyle kabûllenir. Görüşü değiştiği için de her hareketi ibadet olur. Cenâb-ı Hakk’ı tanımaya başlayan bu kul, meselâ mal-mülk kazanmak arzu ederse, gâye değişir.
Evvelce; «Ben mal-mülk sahibi olayım, yiyip içeyim, ev-bark sahibi olayım, herkes beni alkışlasın!» şeklinde nefsânî düşüncelerle uğraşırken, tekâmül ettikçe; «Cenâb-ı Hakk’ın verdiği mal ve mülkle hem helâlinden âilemin nafakasını temin eder, hem de cemiyet-i İslâmiyeye hizmet ederim!» demeye başlar. Ve niyetteki mânâ değiştiği için dünyevî çalışmaları da ibadet olur. İnsanın düşüncesi dâimâ Cenâb-ı Hak olduğunda, her şeyi ibadet sayılır. Yemesi, uyuması, âilevî münâsebetleri hep ibadet olur…”[1]
MANEVİYAT YOLU
“İnsan mâneviyat yoluna girdikçe şevki, aşkı artar. Ona hiçbir şey ağır gelmez. İbadet etmek, haramlardan kaçmak, hepsi zevk hâline gelir. Musîbetlere tahammül, kaza-kader bahsine icâbet kolay hâle gelir. İsteklisine ve gayretli olana mâneviyat yolunu engelleyecek hiçbir şey yoktur.”[2]
“Hak Teâlâ, çok sevdiği, velîliğe istîdatlı olan kullarına bu yolu nasîb eder. Bu yola giren sâlik; ihlâs, sebat ve gayreti sâyesinde büyük velîler derecesine çıkabileceğini kat’î olarak bilmelidir. Çünkü yolumuz büyük velîler yoludur. Büyük velîler yolu olduğuna göre biz de kendimizi ona göre hazırlamalıyız! Mâdem ki Cenâb-ı Hak bizlere Bahâüddîn Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri gibi velîlerini nasîb eylemiş, bizler de onların yolunda olduğumuza göre, âdâba ihlâsla riâyet edersek, o güzel lûtuflardan bizlere de birer nebze nasîb eder inşâallah. Biz mâdem onları seviyoruz, onların yolundayız; gayret edildiği takdirde Cenâb-ı Hak aynı neşeyi bize de verir. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın hazinesi geniştir. Bu işi ciddî olarak, seve seve yapalım ki terakkî edelim.”[3]
“Bütün iş, insanın enâniyetten vazgeçmesine bağlıdır. İnsan, benliği bertaraf ederse, işte o zaman kemâl yolunda mesâfeler kateder. Zâhiren ne kadar kolay hâlbuki, ama bir o kadar da zor benlikten geçmek. Benlikten geçince her şey huzur bahşeder; herkes dost oluverir! Böyle biri herkese, bilhassa müslümanlara karşı gönlünde dâimâ muhabbet ve hüsn-i zan beslemeye başlar.”[4]
“Bir kişi Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olursa, her şeye vâsıl olmuş demektir. Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olamazsa, dünya kadar şöhreti olsun, bütün dünya onu alkışlasın, hiç kıymeti yoktur!”[5]
DİPNOTLAR
[1] Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, V, 42.
[2] Sâdık Dânâ, a.g.e, V, 45.
[3] Bkz. Sâdık Dânâ, a.g.e, V, 45; VI, 24, 65, 98; Sultânü’l-Ârifîn, s. 55.
[4] Bkz. Allah Dostunun Dünyasından, s. 172.
[5] Allah Dostunun Dünyasından, s. 46.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR