Neml Suresi 11. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Neml Suresi 11. ayeti ne anlatıyor? Neml Suresi 11. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Neml Suresi 11. Ayetinin Arapçası:
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Neml Suresi 11. Ayetinin Meali (Anlamı):
“Fakat kim zulme batmışsa, öylelerinin benden korkması gerekir. Ancak onlar da işledikleri kötülüklerin ardından tevbe edip hâllerini ve amellerini güzelleştirirlerse, bilsinler ki, ben şüphesiz günahları çok bağışlayıcıyım ve engin merhamet sahibiyim.”
Neml Suresi 11. Ayetinin Tefsiri:
Hz.
Mûsâ’nın burada hülâsa olarak anlatılan kıssası daha tafsilatlı bir şekilde
A‘râf ve Tâhâ sûrelerinde geçmişti. (bk.
A‘râf 7/103-157; Tâhâ 20/9-98) Burada
dikkat çekilen noktalar şunlardır:
Birincisi;
Hz. Mûsâ’nın kendisine vahiy geleceği hususunda hiçbir bilgisi ve beklentisi
yoktur. Bu, peygamberliğin vehbî olduğunu gösterir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.)
hakkında da: “Sen, aslında bu kitabın sana vahyedileceğini ummuyordun. Bu
sana ancak Rabbinden bir rahmet olarak geldi. O halde sakın kâfirlere arka
çıkma!” (Kasas 28/86) buyrulur. Mûsâ (a.s.), karşılaşmayı umduğu kimselere
“yol sormak” veya “ısınmak için ateş getirmek” gibi, tamâmen şartların
zorladığı tabii ihtiyaçlar sâikıyla gelmişken, orada birden vahiy gerçeğiyle
karşılaşmıştır.
İkincisi;
ateşin bulunduğu yerde mübârek kılınan, Mûsâ (a.s.); etrafındakiler ise
meleklerdir. Bu hususta “Mûsâ ve ona iman edenler”, “Mûsâ ve etrafındaki kutsal
topraklar” şeklinde izahlar da vardır.
Üçüncüsü;
Allah Teâlâ’nın kendisini “Âlemlerin Rabbi” olarak tanıtması,
İsrâiloğulları’nda bulunan, Allah’ın yalnız İsrâil’in rabbi olduğu, öteki
milletleri İsrâiloğulları’na köle verdiği şeklindeki yanlış inancı kesinlikle
reddeder. Allah tüm âlemlerin ve bütün insanların Rabbidir. Takvâ ve kulluk
dışında O’na yakın olmanın hiçbir vasıtası yoktur. Hz. Ebubekir (r.a.):
“Allah’ın hiç kimseyle nesep bağı yoktur” sözüyle bu gerçeği ifade eder.
Dördüncüsü;
Peygamberler Allah tarafından güvende kılınmış kişilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de “onlara
hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir” (bk. Yûnus 10/62)
buyrulan evliyaullahın başında şüphesiz en seçkin insanlar olan peygamberler
gelir. Âniden kıvrak, çevik bir yılana dönüşen asâ karşısında ürperip, ardına
bakmaksızın koşan Mûsâ (a.s.)’a: “Korkma! Çünkü ben öyle bir Rabbim ki,
benim huzurumda peygamberler korkmaz!” (Neml 27/10) telkiniyle bu gerçeğe
işaret edilmiştir. Aslında iman ve sâlih amellerle dâimâ Allah’ın huzurunda
bulunduğunun farkında olan ve bunun huzurunu gönlünde hisseden bir mü’minin
herhangi bir şeyden korkmasına gerek yoktur. Çünkü o, her şeyin Allah’ın elinde
olduğunu, O dilemedikçe hiçbir şeyin olmayacağını, O izin vermedikçe hiçbir
varlığın başka bir varlığa zarar vermeyeceğini bilir. O’nun takdir buyurduğu
iyiliğin de kötülüğün de geri kalmayacağına, mutlaka vuku bulacağına inanır.
Ancak böyle bir inanç, insanın tedbirli yaşamasına kesinlikle engel olmamalıdır.
Mûsâ (a.s.)’a gelince, yanlışlıkla kıptiyi öldürmesi sebebiyle onun içinde bir
günah korkusu bulunmaktaydı. Belki korkup kaçmasının altında, işlediği bu
suçtan kaynaklanan bir endişe yatmaktaydı. Bu bakımdan, âyetin devamında
kötülükten sonra bundan vazgeçip amelini ve hâlini düzeltenlerin bağışlanacağı
müjdesi Hz. Mûsâ’yı rahatlatmıştır.
Dördüncüsü;
burada Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizeden sadece ikisine yâni “asâ ve yed-i
beyzâ”ya yer verilmiş (bk. A‘râf
7/107-108; Tâhâ 20/19-22), diğerlerine sadece söz gelimi temas
edilmiştir. (bk. A‘râf 7/130-133)
Kıssada
yeni olan taraf; Firavun ve kavminin, Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin, Allah
tarafından ona verildiğini vicdânen bildikleri halde sırf zulüm ve kibirleri
yüzünden bunları inkâr ettiklerini belirtmesidir. Onların bu davranışlarıyla,
sırf haksızlık, gurur ve kibirleri yüzünden Hz. Muhammed (s.a.s.)’in
peygamberliğini inkâr eden müşriklerin davranışları arasında benzerlik vardır.
Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.)’i “el-Emîn” ve “es-Sâdık” vasıflarıyla niteleyenler
Mekkelilerdi. Hattâ Allah Resûlü’nün amansız bir düşmanı olan Ebû Cehil bile
O’na bir gün:
“−Yâ
Muhammed! Ben sana, «Sen yalancısın!» demiyorum. Fakat şu getirdiğin davetini
istemiyorum...” diyerek Efendimiz’in doğruluğunu vicdânen kabul ettiğini, fakat
davetine icâbet etmekte nefsine mağlûb olduğunu bir bakıma îtirâf etmişti.
Nitekim bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir:
“…Gerçekte
onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah’ın âyetlerini
inkâr ediyorlar.” (En‘âm 6/33)
Dolayısıyla
Kur’an’ın maksadı, muhataplarına, yaptıklarının, Firavun ve kavminin
yaptıklarına benzediğini anlatıp, onları intibâha davettir.
Hz.
Mûsâ ve Firavun kıssasıyla, Allah ve peygamber düşmanı zâlimleri bekleyen fecî
âkibete dikkat çekildikten sonra, şimdi de Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman
kıssalarından aktarılacak kesitlerle Allah’ın ve Peygamber’in yoluna
kendilerini adamış mü’minlere müjdelenen nimetler haber verilmektedir:
Neml Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Neml Suresi 11. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR