Neml Suresi 19. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Neml Suresi 19. ayeti ne anlatıyor? Neml Suresi 19. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Neml Suresi 19. Ayetinin Arapçası:
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Neml Suresi 19. Ayetinin Meali (Anlamı):
Bu sözleri işiten Süleyman masum bir mutluluk içinde tebessüm etti ve: “Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!” diye yalvardı.
Neml Suresi 19. Ayetinin Tefsiri:
Süleyman
(a.s.) cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan kalabalık bir orduya sahipti.
Bir gün bir gaza için bunlar Hz. Süleyman’ın huzurunda düzenli bir ordu halinde
toplandılar ve yürümeye başladılar. Bunları sevk ve idâre eden Hz. Süleyman’ın
kendisiydi. Sağ ve solu, ön ve arkası, manga ve bölükleriyle bütün ordu onun
emrine göre hareket ediyor ve ilerliyordu. Nihâyet “karıncalar vâdisi”ne
ulaştılar. Burası karıncaların bol olduğu bir vâdiydi. Kur’ân-ı Kerîm, bunun
nerede ve nasıl bir vâdi olduğunu belirtmeğe gerek görmediği için, biz de
tafsilat vermekten sarf-ı nazar ediyoruz. Mühim olan karıncalar reisinin
durumu, konuşması, Allah’ın verdiği hususi bir ilimle Hz. Süleyman’ın bunu
anlaması, kendine lütfedilen bu ilâhî ihsan karşısında gönül dünyasının bir
çağlayan gibi coşarak Allah’a yönelmesi ve kıyamete kadar insan ruhuna
istikâmet verecek muhteva, derinlik ve güzellikteki o muhteşem niyazını
yapmasıdır. Nitekim şu ibretli hâdisedeki görülen durum da aynı ruh
hassasiyetinin sonraki çağlarda tecelli eden izdüşümlerinden biridir:
Bir
gün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan
karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki
beyitle fetvâ istemişti:
Dırahta
ger ziyân etse karınca
Zararı
var mıdır ânı kırınca?
Pâdişâh’ın
bu fetvâ talebi üzerine, Ebussûd Efendi de, bir beyitle şöyle cevap verdi:
Yarın
Hakk’ın dîvânına varınca;
Süleyman’dan
hakkın alır karınca!
Ordu
karıncalar vâdisine gelince karıncaların reisi, “Süleyman ve ordusu farkınıza
varmadan sizi çiğnemesin” diye oradaki tüm karıncaları uyarıyor. İşin dikkat
çeken tarafı o karınca, Hz. Süleyman’ı ve ordusunu tanıyor. Onların mü’min,
adâletli, şefkat ve merhametli kimseler olduğunu biliyor. Küçücük bir karıncayı
bile bilerek ezmeyecek, onun hukukunu koruyacak seviyede ince ruhlu ve
faziletli kişiler olduklarına şâhitlik ediyor.
Şâir,
şu beytiyle bütün varlıkların hukukunu korumanın ve her sahibine hakkını
vermenin huzurlu bir toplum hayatı için vazgeçilmez bir kaide olduğunu ne güzel
ifade eder:
“Umûmu
müstefîd etmez husûsun hakkını ibtâl
Sakın
bir ferdi ezme gayret-i efrâd lâzımsa.” (Nâilî-i Cedîd)
“Birkaç
kişinin veya bir zümrenin hakkını ellerinden alıvermekle bütün bir milleti
memnun ederim zannına kapılma! Eğer bütün bir insan topluluğunu memnun etmek
istiyorsan, onlar arasından bir tek kişiyi bile ezmemek lâzımdır.”
Karıncanın
konuşmasından şöyle bir işaret çıkarmak mümkündür: “Ben kavmimi dünyaya karşı
zâhid olmaya teşvik ediyorum. Eğer sizi bu mülk ve saltanat içinde görürlerse
buna rağbet etmelerinden korktum da zühd duygularının zedelenmemesi için
yuvalarına girmelerini emrettim.” Bu izahı doğru kabul edersek, burada
büyüklerin evlât, âile ve cemaatlerini iyiye yönlendirmedeki vazifelerine
dikkat çekilmektedir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414) Zâten âyet-i
kerîmede, vukuundan korkulan tehlikelere karşı en güzel şekilde korunmanın
lüzûmuna bir delil olduğu açıktır. Hayat sahibi varlıklar, fıtratları gereği
böyle bir dikkat ve temyiz kuvvetine sahiptirler.
Rivayete
göre karınca Süleyman (a.s.)’a:
“-
Allah’ın sana verdiği en büyük şeref nedir?” diye sorar. Hz. Süleyman:
“-
Allah, benim emrime havayı Mûsâhhar kıldı” der. Bunun üzerine karınca:
“-
Bunda, sana verilen tüm bu nimetlerden elinde «hava»dan başka bir şey
kalmayacağına bir işaret olduğunu anlamaz mısın?” nasihatinde bulunur.
(Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414)
Ziyâ
Paşa’nın şu beyti de bu mânayı telmih eder:
“Derler
ki hava üzre gezer taht-ı Süleymân,
Ol
saltanatın yeller eser şimdi yerinde.”
Hz.
Süleyman, karıncanın konuşmasını duydu, ne demek istediğini anladı. Bu konuşma
onun çok hoşuna gitti, sevindi, neşelendi. Hemen ve istediği şekilde
cezalandırmaya muktedir bir adamın, cezasından kurtulmaya çalışan küçük birinin
o kurtulma çabasına sevindiği gibi sevindi. Bu sebeple tatlı bir mutluluk
içinde tebessüm etti. Fakat bu neşe ve tebessüm, dünyevî bir başarıya değil,
ilmî, manevî ve ruhânî bir güzelliğe duyulan hayranlığın bir tezâhürü idi. Bu
sebepledir ki, bu ilâhî lutuf karşısında Süleyman (a.s.), zerre miktarı bir
taşkınlığa meyletmeksizin, tüm varlığıyla kulluk zırhına bürünüp Allah’a yöneldi
ve:
“Rabbim!
Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih
ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına
ilhak eyle!” (Neml 27/19) diye dua etti.
Süleyman
(a.s.), bu duayla Rabbinden üç mühim talepte bulunmuştur:
Birincisi;
hem kendisine, hem de ana-babasına verilen nimetlere şükre muvaffak kılması.
Çünkü Cenâb-ı Hak kullarından şükür istemekte, şükredenlere nimetleri
artıracağını müjdelemekte, fakat şükreden kulların da sayıca çok az olduklarını
haber vermektedir. Diğer taraftan nankörlüğü asla sevmemekte ve nankörlük
yapanları cezalandıracağını bildirmektedir. (bk. İbrâhim 14/7; Sebe’ 34/13)
Buna göre şükre muvaffak olabilmek büyük bir mazhariyettir. Süleyman (a.s.)’ın
duasına “ana-babasına” verilen nimetlere şükrü de katması, kulun sadece kendine
mahsus nimetlere değil, Allah’ın verdiği hususi ve umûmi tüm nimetlere
şükretmesi gerektiğini gösterir.
İkincisi;
Allah’ın râzı olacağı sâlih ameller yapmaya muvaffak kılması. Kulun tüm niyet,
söz, fiil ve davranışlarının Allah’ın rızâsına uygun olması çok büyük bir
başarıdır. Bunu başaran kişi, aynı zamanda Allah’ı gazaplandıran işlerden de
uzak kalabilecektir. Fakat bunu kuluna nasip edecek olan yalnızca Allah
olduğundan, böyle bir duaya devamın ehemmiyeti açıktır.
Üçüncüsü;
Allah’ın rahmetiyle sâlih kullar arasına girebilmesi, hüsn-i hâtime istemesi.
Buradaki “salâh”tan maksat, hiçbir günah lekesi olmayarak rahmet-i rahmâna
kavuşmaktır. Kişinin iyi hâlinin devam etmesi, ahlâkının peyderpey kemâle
ermesi, kulluktaki sadakat ve samimiyetinin artması ve hüsn-i hâtimeyle Rabbine
varabilmesi için sâlih ve sâdıkların arasında bulunması zaruridir. Dünyada
sâlih ve sâdık kullarla dost olanlar, âhirette de onlarla birlikte cennete
gireceklerdir. Bu sebeple en seçkin kullar olan peygamberler bile Cenâb-ı
Hak’tan sâlihlerle beraber olmayı istemişlerdir. Nitekim Yûsuf (a.s.):
“Rabbim!
müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” (Yûsuf
12/101) diye dua etmiştir.
Allah
Teâlâ da bunun ehemmiyetine binâen:
“Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst
insanlarla beraber olun!” (Tevbe 9/119) buyurur.
Hükümdarlık
ve saltanatının en muhteşem bir deminde Süleyman (a.s.)’ın bu duası ile ortaya
koyduğu bu yüce ruh hâli, her türlü fazilette toplumlarına örnek olmaları lazım
gelen devlet adamlarına yüksek ilhamlar verecek pek mühim dersler ihtivâ
etmektedir.
Süleyman (a.s.)’ın kuşların dilinden anlamasına
gelince:
Neml Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Neml Suresi 19. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...