Neslin Halinden Kendini Ne Kadar Mes'ul Tutuyorsun?

HAYATIMIZ

Toplumlar, yetiştirdiği insanlarla hayâtiyetlerine devam eder. Bu sebeptendir ki keyfiyetli insan tükendiği zaman, toplum da biter. Nitekim hâkim milletlerle mahkûm milletler arasındaki tek fark, bir avuç yetişmiş insandır.

Hazret-i Ömer -Radıyallâhu Anh- bir gün dostlarıyla birlikte oturuyordu. Onlara (Allah’tan) bazı talep ve temennilerde bulunmalarını söyledi. Oradakilerden bir kısmı;

–İçinde bulunduğumuz şu hâne dolusunca paralarım olsun da Allah yolunda infâk edeyim!..” şeklinde niyet izhâr etti.

Bir kısmı;

–İçinde bulunduğumuz şu hâne dolusunca altınlarım olsun da Allah için harcayayım!..” tarzında talep belirtti. Bazıları da;

–İçinde bulunduğumuz şu hâne dolusunca mücevherlere sahip olayım da onları Allah yolunda sarf edeyim!..” diye temenni etti.

Ancak Hazret-i Ömer;

–Daha, daha fazlasını isteyin!” dedi.

Onlar;

–Allah Teâlâ’dan daha başka ne isteyebiliriz ki?!.” diye şaşkınlıkla cevap verdiler.

Bunun üzerine Ömer -Radıyallâhu Anh-;

Ben ise, içinde bulunduğumuz şu hânenin Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’lYemânî gibi (müstesnâ ve seçkin, her yönden kâmil) kimseler ile dolu olmasını ve bunları Allâh’a itaat yolunda, yani tebliğ ve ıslah hizmetlerinde istihdâm etmeyi temenni ederim...” dedi. (Buhârî, Târîhu’s-Sağîr, I, 54)

"İNSAN" ARIYORUZ

Hazret-i Ömer’in o temennisi gibi Hazret-i Mevlânâ da ideal, keyfiyetli, yetişmiş bir insan arayışında hattâ hasretindedir:

Bir gece vaktiydi. Evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gördüm:

«–Bu gece karanlığında ne arıyorsun? » diye sordum.

Adam:

«–İnsan arıyorum.» diye cevap verdi. Ona dedim ki:

«–Yazık! Boşuna yoruluyorsun... Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine... Yat, rahatına bak. Nafile arıyorsun, onu hiçbir yerde bulamayacaksın!»

Adamcağız acı acı baktı:

«–Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama, yine de aramaktan zevk alıyorum!»”

Bu arayış, sadece hasrette kalmaz. Hazret-i Ömerler de Hazret-i Mevlânâlar da yolunun tozu olmakla şeref duydukları Fahr-i Kâinat Efendimiz’e ittibâ ederek, nesilleri yetiştirme mes’ûliyetini yüreklerinde duymuş ve bu mes’ûliyetle yorulmak bilmez bir gayretin içinde olmuşlardır. Neslin ıstırâbını vicdanlarında duymuşlardır.

Çünkü Peygamber Efendimiz hep bu ıstırâbı duyar hâldeydi. Bunun için Tâif ’e gitti. Tâif ’te taşlanmayı kabullendi. Üzerine deve işkembesi atıldı, kabullendi.

Câhiliye hacıları gelirdi, onlara gider;

N’olursunuz, -burada terör var- beni memleketinize götürürseniz, bilmediğiniz şeylerden bahsedeceğim.” buyururdu.

Hiç yorulmadı, bezginlik gelmedi. Fakat bu muazzam gayretlerinin neticesinde Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- risâlet hayatı boyunca binlerce insana tebliğde bulundu ve cihanın geri kalan kısmına İslâm davetini ulaştıracak, İslâm sancağını emin bir şekilde taşıyacak bir nesil yetiştirdi. Vedâ Hutbesi’nin sonunda;

–Tebliğ ettim mi?” diye sorup;

–Evet, tebliğ ettin!” cevabını alınca elini semâya kaldırdı ve;

–Şâhid ol yâ Rabbî! Şâhid ol yâ Rabbî!

Şâhid ol yâ Rabbî!” buyurdu.

Tebliğ vazifesini en güzel şekilde yerine getirmenin huzuruyla Rabbine döndü. Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in Peygamber Efendimiz’in son günlerinden naklettikleri şu hâtıra bunu te’yîd eder mahiyettedir:

ARKANA BAKTIĞINDA TEBESSÜM ETMEK İSTİYORSAN, İDEAL BİR NESİL YETİŞTİR

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- kendisini biraz iyi hissedince iki kişinin kollarına girerek, bir öğle namazı için mescide çıktı. Yürürken tâkatsizliğinden dolayı mübârek ayaklarını yerde sürümesi hâlâ gözümün önündedir. Hazret-i Ebûbekir bu esnada namaz kıldırıyordu. Efendimiz’in geldiğini görünce geri çekilmek istedi. Ancak Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ona; «Yerinden ayrılma!» diye işaret buyurdu. Sonra gelip Hazret-i Ebûbekir’in yanına oturdu...” (Buhârî, Ezân, 51)

Âişe Vâlidemiz bu hâdiseyi anlattıktan sonra der ki:

Efendimiz selâm verince arkasına baktı ve arkasında güzel bir sahâbe cemaati gördü. Bunun üzerine o ıstıraplı hâlinde öyle bir tebessüm etti ki ömrümde O’nu bu kadar mesut görmemiştim.

Biz de bugün ziyân olan bir neslin ıstırâbını vicdanlarımızda duymalıyız. Neslin hâlinden kendimizi mes’ul hissetmeliyiz. Devrin akışından kendimizi mes’ul hissetmeliyiz.

Çünkü bir mü’min, toplumun gidişâtından mes’ûldür. Onun içtimâîleşmesi; cemiyetinin dertleriyle, ıstıraplarıyla alâkadar olması zarûrîdir. Çünkü ulaşılmayan, anlatılmayan nice istîdatlar, nice kabiliyetler, nice fıtratı tertemiz nesiller; nesilleri yetiştirme mes’ûliyetini ihmal neticesinde hebâ olmaktadır.

KAYNAK: Osman Nûri TOPBAŞ, Peygamber Mesleği; İnsanın Eğitimi, Yüzakı Yayıncılık, İstanbul