Nezaketle İlgili Ayetler ve Hadisler

İSLAM VE İHSAN

Nezaket ne demektir? Nezaket sahibi olmanın önemi ve fazileti nedir? İslam'da nezaketle, kibarlıkla ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir?

Nezâket, nâziklik, zariflik, incelik; terbiye, edep anlamlarına gelmektedir.

İslâm, Müslümanın hayatında, samimî ve gösterişten uzak bir nezâketin hâkim olmasını istemektedir. Giyimde, kuşamda, oturup kalkmada, konuşmada, yürümede, bakmada, bir şey isterken, verirken, hâsılı her türlü beşerî münâsebetlerde, hattâ duygu ve düşüncede bile incelik ve nezâket kâidelerine riâyet etmek îcâb eder.

NEZÂKET İLE İLGİLİ AYETLER

Nezaketin önemi ve fazileti nedir? Kuran nezaket ile ilgili neler söylüyor? İşte nezaket ile ilgili ayetler.

  • Tebliğde Nezâket

“Rabbin’in yoluna hikmetle ve güzel öğütle dâvet et! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et…” (en-Nahl 16/125)

***

 “Sâ­lih amel­ler iş­le­yip de, ben Al­lâh’a tes­lim olan­lar­da­nım di­ye­rek in­san­la­rı Al­lâh’a dâvet eden kim­se­den da­ha gü­zel söz­lü kim ola­bi­lir!” (el-Fus­si­let 41/33)

***

“Yüzünü ekşitti ve sırtını döndü, Yanına o âmâ geldi diye. Nereden biliyorsun, belki o senden öğrenecekleriyle temizlenip arınacaktı? Yahut düşünüp öğüt alacaktı da, bu öğüt ona fayda verecekti? Fakat kendisini ihtiyaçsız görüp seni dinlemeye tenezzül etmeyene gelince, Belki müslüman olur diye sen ona yöneliyorsun. Halbuki onun İslâm’a girip arınmamasından dolayı sana bir sorumluluk yoktur. Öte yandan, sana büyük bir istekle koşarak gelen, Üstelik Allah’a karşı saygı ve korkuyla dopdolu olarak gelmişken, Sen ona gereken alakayı göstermiyorsun!” (Abese 1-10)

***

Peygamberler kavimlerine hep: “Ey kavmim! Ey kavmim!” diye merhametle hitap etmişlerdir…

İbrahim u Âzer’e; “Babacığım, babacığım…” diye hakîkatleri açıklayıp nasihat ediyor. (Meryem, 43-45)

Nûh u oğluna: “Yavrucuğum!” diye nasihat ediyor…

Habib-i Neccâr, “Ey kavmim!” diyor, sonra da kendini şehid eden kavmine merhamet edip: “Keşke kavmim bilseydi!” diyor.

Firavun âilesinden mü’min olan kişi “Ey kavmim, ey kavmim…” diye onları dünya ve âhiret azaplarına karşı îkâz ediyor. (Mü’min, 30-45)

  • Konuşmada Nezâket

Kur’ân-ı Kerîm, nerede nasıl konuşmak gerektiğine, yani söz söyleme âdâbına büyük ehemmiyet verir. Şöyle ki:

قَوْلًا لَيِّنًا : Zâlimlere karşı bile yumuşak söz,

قَوْلًا مَيْسُورًا : Yoksula karşı gönül alıcı, tesellî edici söz,

قَوْلًا كَر۪يمًا : Anne-babaya karşı tatlı ve güzel söz,

قَوْلًا سَد۪يدًا : Bütün insanlara karşı doğru söz,

قَوْلًا مَعْرُوفًا : Yetimlere ve muhtaçlara güzel söz,

قَوْلًا بَل۪يغًا : Tebliğ için açık, net ve hikmetli söz söylemeyi telkin eder.

***

 “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler! Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (el-İsrâ 17/53)

İlk mü’minler, kâfirleri devamlı suçlayıp onlara lânet ediyorlardı. Bu sebeple fitne iyice büyüdü, müslümanlarla kâfirler arasındaki düşmanlık iyice büyüyüp kuvvet kazandı. Neticede İslâm’ın yayılması büyük ölçüde durdu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53)

Yani yumuşaklığa ve İslâmî dâvetin maslahatına en münâsib ve en güzel sözü söylesinler.

“…Sonra şeytan aralarını bozar…” Yani aralarındaki kini ve öfkeyi körükler. “…Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (el-İsrâ, 53)

Söylenmesi emredilen en güzel söz ise şudur:

“Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezâlandırır.” (el-İsrâ, 54) (Dehlevî, İzâletü’l-hafâ, II, 155)

***

 “O kimseler ki boş söz ve işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn 23/3)

***

 “Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)

  • Tevâzu ve Vakâr

 “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)

 “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” (el-İsrâ 17/37)

***

 “Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde vakâr ve tevâzû ile yürürler. Câhiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lâflar atıp sataştıkları zaman, «selâmetle» deyip (geçerler).” (el-Furkan 25/63)

***

 “Ve o mü’minler ki, yalan şahitlik etmezler, boş söz ve hareketlerle karşılaştıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler.” (el-Furkân 25/72)

  • Yumuşak Davranmak

 “Allah tarafından lutfedilen bir rahmet sâyesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet, onlar için Allah’tan mağfiret dile ve (hakkında vahiy inmeyen) işler husûsunda kendileriyle istişâre et!…” (Âl-i İm­rân 3/159)

  • Kötülüğe İyilikle Muamele

 “İyi­lik ve kö­tü­lük mü­sâ­vî de­ğil­dir. Sen kö­tü­lü­ğü en gü­zel bir tarz­da ön­le­me­ye ça­lış. O za­man (gö­re­cek­sin ki) se­nin­le ara­sın­da düş­man­lık bu­lu­nan kim­se san­ki can­dan ve sı­cak bir dost olu­ver­miş­tir…” (el-Fus­si­let, 34-35)

***

 “Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim affeder ve arayı ıslah ederse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şûrâ, 40)

***

 “Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.” (Şûrâ, 43)

***

 “(Yûsuf) dedi ki: «Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.»” (Yûsuf, 92)

***

 “…Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Şüphesiz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»” (Yûsuf, 100)

  • Kimseyi Hakir Görmemek

 “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin! Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın! İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerin tâ kendileridir.” (el-Hucurât, 11)

 “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın! Biriniz diğerini arkasından gıybet etmesin! Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz, değil mi? O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok çok kabul edendir, merhamet sâhibidir.” (el-Hucurât, 12)

“İnsanları arkadan çekiştirmeyi, yüzlerine karşı da el, kaş, göz işaretleriyle alay etmeyi âdet hâline getiren her bir kişinin vay hâline!, Böylesi malı biriktirip yığar ve onu tek tek sayar durur., Malının kendisini sonsuza dek yaşatacağını zanneder.” (Hümeze 1-3)

Hayır! Öyle zannetmesin! Mutlaka o Hutame’ye atılacaktır.  Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? İzin İstemede Nezâket

 “Ey îmân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selâm vermeden girmeyiniz! Bu sizin için daha iyidir; umulur ki düşünüp anlarsınız.” (en-Nûr 24/27)

***

 “Eğer (girmek istediğiniz) evlerde kimseyi bulamazsanız, izin verilinceye kadar oraya girmeyin! «Geri dönün!» denirse hemen dönün, bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Şüphesiz Allâh yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilendir.” (en-Nûr 24/28)

  • İnfakta Nezâket

 “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara, 264)

  • Kadınlara Karşı Nezâket

 “Kadınlara güzel muâmele edin, onlarla iyi geçinin! Eğer onlardan hoşlanmazsanız (şunu biliniz ki) sizin hoşlanmadığınız bir şeyde Allah pek çok hayırlar takdir etmiş olabilir!” (Nisâ, 19)

  • Karıncayı Bile İncitmemek

 “Nihayet Karınca vâdisine geldikleri zaman, bir karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!» dedi.” (Neml, 18)

Demek ki kocaman bir ordu bile bilerek bir karıncaya zarar vermiyor.

  • Fakirlere ve Gariplere Karşı Nezâket

 “Sabah akşam Rabb’lerine (sırf) O’nun (rızâsını ve) cemâlini dileyerek duâ edenlerle beraber cândan sabır (ve sebat) et! (Sakın) dünya hayatının süsünü isteyerek göz­lerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığı­mız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!..” (el-Kehf, 28)

  • Yetime Karşı Nezâket

 “O hâlde sakın yetime karşı kötü muâmelede bulunma!” (Duhâ, 9)

  • Kur’an ve Sünnete Karşı Nezaket

 “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü’ne dâvet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl felâha erenler bunlardır. Her kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı takvâ sâhibi olursa, işte asıl murâda erenler bunlardır.” (en-Nûr, 51-52)

  • Hocaya Karşı Nezâket

 “Mûsâ ona: «Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?» dedi.” (Kehf, 66)

***

 “Mûsâ, «İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı gelmeyeceğim» dedi.” (Kehf, 69)

NEZAKET İLE İLGİLİ HADİSLER

Nezaketin önemi ve fazileti nedir? Hadisi şerifler nezaket ile ilgili neler söylüyor? İşte nezaket ile ilgili hadisi şerifler...

  • Tebliğde Nezâket

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, teblîğ ve tâlîm için muhâtabının zaman, mekân ve hâlet-i rûhiye açısından en müsâit ânını kollardı.

Sahâbeden İbn-i Mes’ûd (r.a), insanlara perşembe günleri vaaz ederdi. Bir kimse ona:

“−Ey Ebû Abdurrahmân! Keşke bize her gün vaaz etsen!” dedi.

İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- ona şunları söyledi:

“−Sizi usandırmamak için her gün vaaz etmiyorum. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bıkıp usanmayalım diye, dinlemeye istekli olduğumuz günleri kollardı.” (Buhârî, İlim, 11, 12)

***

Râfî bin Amr -radıyallâhu anh- şu hâdiseyi nakleder:

Ben çocukken Ensâr’ın hurma ağaçlarını taşlardım. Bu sebeple beni tutup Peygamber Efendimiz’e götürdüler.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:

“–Yavrucuğum! Hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun?” diye sordu. Ben:

“–Yâ Rasûlallah! (Açtım) yemek için taşladım.” dedim.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bir daha taşlama! Altlarına düşenlerden al, ye!” buyurdu ve başımı sıvazladı. Daha sonra da:

“Allah’ım! Onun karnını doyur!” diye bana dua etti. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, hayâsı ve yüksek şahsiyeti sebebiyle kimsenin hatâsını yüzüne vurmazdı. Bir kişiden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

  • Konuşmada Nezâket

(Münâfıklardan) biri Peygamber Efendimiz’in huzuruna girmek için izin istedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu uzak­tan görünce, (insanları şerrinden korumak için):

“‒O, kabîlenin ne kötü kardeşidir veya aşîretin ne kötü oğlu­dur!” buyurdu.

Adam içeri girip oturunca ona güleryüz gösterdi, tatlı dille konuştu ve iyi davrandı. Adam gidince Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-:

“‒Yâ Rasûlallâh! Adamı gördüğün zaman onun hakkında şöyle şöy­ledir dedin, sonra da yüzüne gülüp iyi davrandın?!” dedi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Ey Âişe! Sen ne zaman beni kötü söylerken ve kötü davranırken gördün?! Kı­yamet günü Allâh katında mevkii en kötü insan, (dünyadayken) şerrinden korunmak için insanların kendisinden uzak durduğu kimsedir.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 38)

Burada bahsedilen zâtın kötü hâlleri daha sonra iyice artmış ve Hazret-i Ebû Bekir zamanında müslümanlara karşı savaşırken esir alınmıştır. İşte o zaman Peygamber Efendimiz’in onun hakkındaki sözünün, ileriye yönelik bir mûcize olduğu anlaşılmıştır. (İmâm Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîhi Müslim, Beyrut 1392, XVI, 144.)

***

Sahâbeden Ümmü’d-Derdâ -radıyallâhu anha- şöyle anlatır:

“Kocam Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-, bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi. Bir gün ona:

«–İnsanların seni ayıplamasından korkuyorum!» dedim. O ise:

«–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir söz söylediğinde muhakkak tebessüm ederdi.» dedi.” (Ahmed, V, 198, 199)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek şahsiyeti; merhamet, nezâket, zarâfet ve rikkat-i kalbiyenin zirvesini teşkil etmiştir. Kaba bir kimsenin:

“–Ey Muhammed, ey Muhammed!” diye defalarca bağırmasına rağmen her defasında yumuşak bir üslûpla:

“–Buyur, isteğin nedir?” diye mukâbelede bulunarak muhâtabının kabalığına karşı dâimâ nezâketle davranmışlardır. (Bkz. Müslim, Nüzür, 8; Ebû Dâvûd, Eymân, 21/3316; Tirmizî, Zühd, 50; Ahmed, IV, 239.)

***

Efendimiz, tahrif edilmemiş Tevrat’ta şöyle vasfedilmiştir:

“…Ne kötü söz söyler ne de çarşılarda yüksek sesle konuşur. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilâkis affeder ve bağışlar…” (Dârimî, Mukaddime, 2)

***

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“…Özür dilemeni gerektiren bir sözü söyleme!..” buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

***

  • Dilimizi Çirkin Lâfızlardan Muhafaza Etmek

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Müstehcen konuşmak, münâfıklıktan bir bölümdür.” (Tirmizî, Birr, 80)

“Allah katında en kötü kimse, ağzının bozukluğundan dolayı insanların kendisiyle buluşmayı ve görüşmeyi terk ettiği kimsedir.” (Buhârî, Edeb, 48)

“Kim, insanların kalbini çelmek (kendine çekmek) için kelâmın (şatafatlı) kullanılışını öğrenir, (insanları bıktırırcasına) sözü gereğinden fazla uzatırsa, Allah kıyâmet günü ondan ne farz ne nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez!” (Ebû Dâvud, Edeb, 86/5006)

***

Kötü ifâdelerin dile yerleşmesinden sakınmak lâzımdır. Şu kıssa bunu ne güzel îzah eder:

Hazret-i Îsâ u yolda bir domuza rastlar. Ona; “Selâmetle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar:

“–Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise, domuz kelimesini telâffuz etmekten ve o hayvana hitapta bile kaba bir ifâde kullanmaktan sakındığını belirtmek üzere):

“–Ben, dilimi çirkin sözler söylemeye alıştırmaktan korkuyorum!” cevâbını verir. (Muvatta, Kelâm, 4)

  • Lânetten Sakınmak

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Kul bir şeye lânet ettiği zaman o lânet semâya yükselir. Fakat (la­net çok korkunç bir hadise olduğundan) gök kapıları (korkularından onu kabul etmek istemezler de) hemen onun önünde kapanıverirler. Bunun üzerine lânet yere iner; (fakat) onun önünde yer kapıları da kapanır. Sonra (gidecek bir yer bulamadığından) sağa-sola meyletmeye başlar. (Sağa ya da sola gitmek için de) bir izin bulamayınca, (gerçekten lânet edilmeye lâyık) ise lânet edilen kimseye döner. (Lâyık) değilse lânet edene döner.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 45/4905)

Lânet etmek, dua yoluyla bir şeyin Allah’ın rahmetinden kovulmasını ve uzaklaştırılmasını istemektir. Muayyen bir şahsa bu mânâda kesin bir şekilde lânet etmek asla câiz de­ğildir. Ancak, Ebû Cehil gibi küfür üzere öldüğü kesin olarak bilinen kimselere lânet etmekte bir sakınca yoktur.

  • Davranışlarda Nezâket

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:

“Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kapıları tırnakla çalınırdı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1080)

***

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Hakâretâmiz, çirkin ve lânet ifade eden sözler Peygamber Efendimiz’e giran gelirdi, bunlardan hep uzak dururdu. Biz­den birine kızıp onu azarlayacak olduğunda sâdece:

“‒Ona ne oluyor, alnı toprak olasıca!” derdi. (Buhârî, Edeb, 38, 44)

Efendimiz’in bu sözü bir duâ olup “Namaz kılıp secde etsin de alnı topraklansın!” demektir.

***

Abbâd bin Şurahbîl -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Bir zamanlar fakir düşmüştüm. Bunun üzerine Medîne bahçelerinden birine girdim. Başak ovup hem yedim hem de torbama aldım. Derken bahçe sahibi gelip beni yakaladı, dövdü, torbamı elimden aldı ve Rasûlullah’a götürüp şikâyet etti.

Allah Rasûlü r, bahçe sahibine:

“−Câhilken öğretmedin, açken doyurmadın!” buyurdu.

Sonra bahçe sahibine torbamı iâde etmesini söyledi. Daha sonra Rasûlallah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana bir veya yarım sa’ miktarında yiyecek verdi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2620-2621; Nesâî, Kudât, 21)

***

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kimsenin yüzüne dikkatle bakmazdı. Tâbiînin büyüklerinden Mücâhid g bu hususta şöyle der:

“Kişinin din kardeşinin yüzüne keskin nazarlarla bakması, dönüp giderken bakışlarıyla arkasından takip etmesi ve «Nereden geliyorsun?», «Nereye gidiyorsun?» diye sorması hoş olamayan davranışlardandı.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 771, 1157)

***

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir müslümanın nezâketini şöyle tasvir buyururlar:

“Mü’min bal arısına benzer. Arı; dâimâ temiz olan şeyleri yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve nâzik davrandığı için konduğu yere zarar vermez, orayı kırıp bozmaz. Düştüğünde ise kırılmaz, bozulmaz.” (Bkz. Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147; Beyhakî, Şuab, V, 58; Suyûtî, el-Câmi, no: 8147.)

***

En yakın arkadaşınla bile şakalaşırken zarif ol! Kaba şakadan hayvan bile hoşlanmaz.

“Ateş taşı yakar; taş sert, ateş yumuşaktır. Su, taşı deler; taş katı, su mülâyimdir. Su kireci eritir. Sen de yumuşak ol, sert insanlar bir müddet sonra önünde diz çökerler. Sen iyilik yap, bir müddet sonra kötü düşünenler sana karşı mahcup olurlar.”

  • Münâkaşayı Terketmek

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“…Kim haklı olduğu hâlde münâkaşayı terk ederse ona cennetin ortasında bir ev bahşedilir…” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7/4800; Tirmizî, Birr, 58/1993)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebû Bekir’e hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebû Bekir -radıyallâhu anh- sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- adama hak ettiği cevabı verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kalkıp yürüdü. Hz. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- hemen arkasından yetişerek:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayır” buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

“–Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896)

  • Öfkeyi Yutmak

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlar:

 “Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yutan kimsenin kalbini, Allah, emniyet ve îmânla doldurur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3/4778)

  • Cemiyet İçinde Nezâket

İslâmî nezâketin îcâblarından biri de insanlara eziyet vermemek için âzâmî derecede hassas davranmaktır. Muâz bin Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“‒Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir gazveye çıkmıştım. Askerler (eşyalarını rastgele yerlere koyarak) konak yerlerini daralttılar ve yolu kestiler. Bunun üzerine Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir münâdî gönderip askerler arasında şöyle nidâ ettirdiler:

«–Kim bir yeri daraltır veya bir yolu keser (veya bir mü’mine ezâ verirse) onun cihâdı yoktur, yani cihâd sevabı alamaz».” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 88/2629; Ahmed, III, 441)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanları nezâkete davet ettikleri diğer bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Kim Cuma günü müslümanların boyunlarına basa basa ileri geçerse cehenneme uzanan bir köprü edinmiş olur.” (Ahmed, III, 437)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“1. Yol üzerinde namaz kılmaktan ve oralara konaklamaktan sakının! Çünkü oralar yılanların ve yırtıcı hayvanların geçtiği yerlerdir.

  1. Yol üstüne abdest bozmaktan da sakının! Zira bu tür davranışlar kişiyi lânete mâruz bırakacak kabalıklardır.” (Ahmed, III, 305; 381)

Diğer bir hadis-i şerif şöyledir:

“Lânete mâruz kalacağınız üç şeyi yapmaktan sakının:

  1. Pınar başlarına,
  2. Yol ortasına ve
  3. İnsanların gölgelendiği yerlere abdest bozmayın!” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 14/26; İbn-i Mâce, Tahâret, 21; Ahmed, I, 299)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’a, şu tavsiyede bulunmuştur:

“‒Ey Ömer! Sen güçlü-kuvvetli bir adamsın. Hacer-i Esved’e erişmek için insanları sıkıştırarak zayıflara eziyet etme! Ne rahatsız ol ne de rahatsız et. Tenhâ bulursan Hacer-i Esved’i istilâm et ve öp, aksi takdirde uzaktan «el sürüp öpme» işâreti yap, kelime-i tevhîd okuyarak ve tekbîr getirerek geç!” (Heysemî, III, 241; Ahmed, I, 28)

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bir evde insanlarla birlikte bulunuyordu. İçlerinde Cerîr bin Abdullâh -radıyallâhu anh- da vardı. O esnâda Hazret-i Ömer bir koku duydu. Oradakilere:

“‒Bu kokunun sahibi hemen kalkıp abdest alsın!” dedi. Cerîr -radıyallâhu anh-:

“‒Ey Mü’minlerin Emîri! Buradaki herkes abdest alsa daha iyi olmaz mı?!” dedi. Bu ince anlayışa hayran kalan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- ona:

“‒Allâh sana rahmet eylesin! Sen câhiliyye devrinde ne güzel bir efendiydin, İslâm döneminde de ne güzel bir efendisin!” buyurdu. (Ali el-Müttakî, Kenz, no: 8608. Krş. Heysemî, I, 244)

  • İyiliğe Karşı Nezâket

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kendisine iyilik yapılan kimse, yapana: «Allâh sana hayırlar versin!» diyerek duâ ederse, şükür borcunu pek yüksek bir şekilde îfâ etmiş olur…” (Tirmizî, Birr, 87/2035)

  • Hizmetçiye Nezâket

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere sofrasına oturtmayacaksa, hiç olmazsa bir iki lokma veya yiyecek bir iki şey versin. Zira yemeğin harâretini ve zahmetini o çekmiştir.” (Buhârî, Et’ime, 55; Tirmizî, Et’ime, 44)

***

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e yaklaşık on sene hizmet ettim. Vallâhi seferde ve hazarda hizmet etmek için yanında bulunurdum da O’nun bana olan hizmeti benim O’na yaptığım hizmetten daha fazla olurdu. Bu zaman zarfında bana bir defâ olsun «Öf!» demedi. Yaptığım bir şey için «Niçin bunu böyle yaptın?», yapmadığım bir şey için de «Niçin böyle yapmadın?» demedi…” (Muhibbuddin et-Taberî, Hulâsatü Siyeri Seyyidi’l-Beşer, s. 19; Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, Mısır 1281, I, 385.)

  • Hayvanlara Nezâket

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayvanların bakımı ve temizliği husûsunda tavsiyelerde bulunur, bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların temizlenmesini isterdi. (Heysemî, IV, 66-67)

***

Sevâde bin Rebî -radıyallâhu anh- şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp birşeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

  • Nebâtât Karşısında Nezâket

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne-i Münevvere’yi ve çevresini harem bölgesi (koru) olarak îlân etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Allâh Rasûlü’nün korusu içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulamaz ve onlar kesilemez. Fakat zaruret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.” (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere:

“–O bedevîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!” buyurdu.

Bedevî yanına geldiğinde:

“–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!” buyurdu. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378)

***

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştu:

“Yerde bitmiş olan hiçbir bitki yoktur ki, onu nezâretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiye basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122)

  • Gayr-i Müslimlere Karşı Firâset ve Nezâket

Bir grup yahûdî, Nebî r’in yanına gelmişlerdi. (Müslümanların “es-Selâmu aleyküm” şeklindeki selâmına benzeterek):

“‒es-Sâmu aleyküm (Ölüm üzerine olsun)” dediler. Bu hileyi anlayan Hazret-i Âişe -radıyallâhu anha-:

“‒O sizin üzerinize olsun, Allâh sizlere lânet etsin, Allâh sizle­re gadab etsin!” diye seslendi.

Güzel ahlâkı kemâle erdirmek için gönderilmiş olan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona müdâhale ederek:

“‒Ey Âişe, yavaş ol, incelik ve yumuşaklıkla muamele et! Şiddetten ve çirkinliklerden sakın!” buyurdu.

Hazret-i Âişe vâlidemiz:

“‒(Yâ Rasûlallâh!) Onların ne dediğini işitmediniz mi?” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“‒Sen de benim onlara ne dediğimi işitmedin mi? Sâdece «Ve aleyküm: Asıl sizin üzerinize olsun!» diye sözlerini onlara iâde ettim. Benim on­lar hakkındaki duam kabul olunur, fakat onların benim hakkımdaki duaları kabul olunmaz!” (Buhârî, Edeb, 38)

  • Kabalığın Menfî Tesiri

Saîd b. Müseyyeb’in anlattığına göre, dedesi Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e gelmişti. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–İsminiz nedir?” diye sordu. O da:

“–Hazn (Kabalık, şiddet ve meşakkat)” cevabını verdi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sizin isminiz Sehl (kolaylık) olsun!” buyurdu. Dedesi ise:

“–Babamın bana verdiği ismi değiştiremem” dedi.

Saîd b. Müseyyeb der ki:

“O günden beri bizde kabalık, kasvet ve meşakkat eksik olmadı.” (Buhârî, Edeb, 107; el-Edebü’l-müfred, no: 841)