Nimeti Artırmanın Yolu

Şükür nasıl tarif edilir? Nimete şükür nasıl olur? Nimetin bereketi nasıl artar? Prof. Dr. Süleyman Derin, nimete şükrün önemini ve nimeti artırmanın yolunu yazdı.

Dilimizde Allah’a karşı minnettarlık için şükür, insanlara karşı minnettarlık için teşekkür kelimelerini kullanırız.

NİMETE ŞÜKÜR NASIL OLUR?

Sufi büyüklerinden Kuşeyrî, şükrü “derin bir saygıyla nimet sahibinin iyiliğini anmak” diye tarif eder (er-Risâle). Gazali ise şükürde tevhidi ve marifeti öne çıkararak tüm nimetlerin “gerçek manada sadece Allah Teâla’dan geldiğini bilmek şükürdür” der. Sırf Allah ihsan etti diye nimetle sevinir ve gelen nimetleri de Hakkın yolunda kullanırsa kulun şükrü kemale ermiş olur. Nimetlerin Allah Teâla’dan geldiğini bilmekle beraber aracılara da bir rol biçen veya gelen nimeti onun yolunda kullanmayanın şükrü eksik olur. Şükrün zıddı ise nankörlük manasına küfürdür, bu ise nimetleri bize verenin Rabbimiz olduğunu unutmak, nimeti inkar etmek, küçük görme ve verilen nimetleri de O’nun hoşnut olmadığı yerlerde kullanmaktır.

Allah Teâlâ, insanı ve cinleri sadece Kendisine ibadet etmek için yaratmıştır, nitekim Rabbimiz: “Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) buyurmuştur. İnsanın kulluğunu güzel yapması için mala ve servete ihtiyacı vardır, ayrıca Hak Teâla insana çok kıymet vermiş, onu pek çok şeyden istifade edecek şekilde akıl ve duyularla yaratmıştır. Buna binaen de tüm mahlûkatı, tabiatı, bitkileri de insana boyun eğecek şekilde itaatli kılmıştır. Bununla beraber eşydadan istifade etmenin çok önemli bir kuralı vardır ki insan eşyayı şükür duyguları ile kullanmalı, kendisine hizmet etsin diye verilen dünya malına ve imkânlarına kul-köle olmamalıdır.

Bir diğer husus da zenginliğin ve bize verilen imkânların bir imtihan vesilesi olduğunu unutmamaktır. Nitekim Yemen’den Şam’a Belkıs’ın tahtını bir anda getirtebilen Hz. Süleyman’ın (a.s.) bu nimet karşısındaki tutumunu Yüce Rabbimiz şöyle bizlere bildirmektedir: “Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sahibidir.” (Neml, 40)

Şükrün Fiili Hali

Şükrün fiilî hali; bir şey, hangi hikmet ve gaye ile yaratılmışsa onu o doğrultuda kullanmakdır. Mahlukatın yaratılış hikmetini kavrayabilmek ise ancak aklı ve kalbi selim olan kimselere nasip olur. Bu gerçeği Allah Teâlâ şu ayette ifade eder: “Her kime hikmet verilirse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.” (Bakara, 2/269). Ancak şeytan ve nefsin esiri olmuş kalpler, hikmet cevherine erişemez. Hem kendini hem de kendine verilen imkanları hep yanlış yerlerde kullanır. Hak yolcusu ise seyr u süluk yolunda fiilî şükrün nasıl yapılacağını yaşayarak görür.

İmam Gazali’nin İhya’sında Şükür

İmam Gazali İhya'sının şükür bahsinde azalarımızı yaratılış amacına uygun şekilde kullanmanın yollarını detaylıca gösterir. Mesela göz insanın günlük işlerine görmesi, kendine tehlikelerden koruması, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere her tür faydalı kitabı okuması, kainata bakıp tefekkür etmesi için verilmiştir. Bugün belki en çok nankörlük yaptığımız nimet göz nimetidir. Kuran okumaya, tefekkürle kainata bakmaya vakit bulamayan günümüz insanı göz nurunu, akıllı telefonların, bilgisayarların, televizyonların karşısında nankörce ve hesapsızca israf etmektedir.

Hakeza insanı diğer mahlukattan ayıran nimetlerin başında dil gelir. Dilimiz sayesinde başka insanlar ile iletişim kurar, meramımızı anlatırız. Hayvanat çok basit seviyede dillerini kullanırken insanoğlu dil sayesinde çok daha yüksek işler başarmaktadır. Ne var ki dil faydalı olduğu kadar kötü kullanıldığında adeta bir silaha dönüşmektedir. İnsanların kalbini kırmada, gönülleri yaralamada ondan daha ziyade tesirli bir silah henüz bulunamamıştır. Bu sebeple yüce Rabbimiz dilimizi iyi kullanmamız hususunda  bizleri şöyle uyarır:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 18)

Şimdi bu nimeti dedikodu, hakaret, kötü söze aracı kılmak nasıl bir nankörlüktür!  Dilin şükrü Kuran okumak, Allah Teâla’yı bol bol zikretmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, insanlarla sevgi ve saygı çerçevesinde konuşmak, yalan ve kötü sözlerden uzak durmaktır. Dilimizle insanları sevindirmek onların gönlüne diken batırmamaktır. Hakeza kulağımızın şükrü dedikodu, kötü söz ve müzikleri dinlememektir. Onu güzel sözleri ve özellikle de Hakkın kelamını dinlemede kullanmaktır.

Şeytanın başlıca vazifesi ise insanları şükreden bir kul olmaktan alıkoymak, onları daima şikâyet eden nankör kimseler yapmaktır. Nitekim onun bu planını Rabbimiz bizlere şöyle haber verir:

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için Senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” (A'râf, 7/16). Müfessirlere göre buradaki “doğru yol”dan kasıt şükür yoludur. 

Melun şeytan verdiği negatif düşünceler ile bize verilen çok nimetleri gözümüze hiç gösterir, elimizde olan nimetin şükrünü bile yerine getiremezken gerçekten ihtiyacımız olmayan şeylerin peşinde bizi koşturur, içinde bulunduğumuz imkanlara karşı bizi nankör eyler. Nitekim şeytan bu hususta mahir olduğunu ayetin devamında şöyle haber vermiştir, “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (A'râf, 7/17) demiştir. Allah Teâlâ da bu acı gerçeği: “Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe, 34/13) ayeti ile beyan etmiştir.

Sufilere Göre Şükür

Sufilere göre nimete şükür ona sahip olmaktan daha kıymetlidir. Sufi nimet peşinde değil onu verene minnettarlık peşinde koşar. Peki, toplum olarak bu konuda hangi haldeyiz? Etrafımıza ibret gözüyle baktığımızda Allah’ın verdiği nimetleri onun yolunda kullananların az olduğunu görüyoruz. Hatta bunun da ötesinde nimetleri kendinden bilip bunları hakkın ihsanı olarak değil kendi fiili imiş gibi görenler de çoğalmıştır. Öyle ki Hakkın sonsuz nimetlerinden bihaber insanların sohbetlerinde şükürden bir koku alamıyoruz, adeta insanlar nankörlük de yarışıyor. Havadan-sudan, sıcaktan-soğuktan, trafikten, sağlığından, ekonomiden, ailesinden-akrabalarından kısacası her şeyden şikâyet eden, hiç bir nimetle memnun olmayan bir güruh ortaya çıkıyor.

Ecdadımız az nimete çok şükrederken biz çok nimete ya az ya da hiç şükretmiyoruz. Bir sufi şükrü tarif ederken, “nefsini o nimete layık görmemektir.” der. Günümüz insanı ise bunun aksine, nimetleri kendine layık görmemekte,  nimetleri küçümsemektedir. Hâlbuki bir an nefes alıp vermenin, yürümenin, görmenin, konuşmanın kıymetini bilsek bu nimetleri tefekkür ile anlasak başımızı secdeden kaldırmamamız gerekir.

Nimeti Artırmanın Yolu

Eskiler birbirlerine "Bugün nasılsın?" diye sorarlardı. Bu sorunun amacı, birbirlerini şükre teşvik etmek ve böylelikle hem şükredenin hem de şükrettirenin sevap kazanmasıydı. Bugün ise bu soruyu sormak insanların çoğunu nankörülük günahına daldırmak demektir. Dillerimizde bazen “elhamdulillah iyiyiz” desek de sözlerimiz ve davranışlarımız ile bu şükrümüzü yalanlamaktayız. Hâlbuki nimeti artırmanın yolu şikâyet değil nimete teşekkür etmektir. Yüce Rabbimiz, şükrün karşılığı olarak nimetlerini artıracağını, nankörlük edilmesi durumunda ise azabının çetin olacağını bildirmiştir: “Andolsun, şükrederseniz elbette nimetimi artırırım, nankörlük ederseniz, hiç şüphe yok ki azabım çok şiddetlidir.” (İbrâhim, 14/7). Rabbim hepimiz şükredici kullardan eylesin. Amin.

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 470

İslam ve İhsan

NİMETE ŞÜKÜR

Nimete Şükür

HAMD VE ŞÜKÜR İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Hamd ve Şükür ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.