Nisâ Suresi 115. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Nisâ Suresi 115. ayeti ne anlatıyor? Nisâ Suresi 115. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Nisâ Suresi 115. Ayetinin Arapçası:

وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا۟

Nisâ Suresi 115. Ayetinin Meali (Anlamı):

Kim de, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Pey­gam­ber’e aykırı davranır, mü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa, onu döndüğü o bâtıl yolda bırakır ve cehenneme atarız. Cehennem ise, varılacak ne kötü bir yerdir.

Nisâ Suresi 115. Ayetinin Tefsiri:

Bu âyet, hırsızlık yapan ve bunu başkasının üzerine atmaya çalışan Tu‘me b. Ubeyrık hakkında inmiştir. O, tevbe edip günahından af dileyecek yerde Mekke’ye kaçıp müşriklere katıldı. Dinden dönerek Allah Resûlü’ne muhalefet etti ve kâfir olarak öldü. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, V, 376)

Cenâb-ı Hak, peygamber göndermek, ona kitap ve hikmeti öğretmek suretiyle insanlara doğru yolu bütün berraklığıyla beyân buyurmuştur. Peygamber ve beraberindeki mü’minler, bu yolda istikamet üzere yürüyerek, sonradan gelenlere örnek olacak pek güzel bir İslâmî hayat yaşamışlardır. Dolayısıyla gidilecek yol, yolda uyulması gereken işaretler ve varılacak menzil bellidir. Bu yol, itikat ve amelde tevhidi esas alan sapasağlam İslâm dinidir. Bu yol, Allah ve Rasûlü’ne kayıtsız şartsız itaat yoludur. Varılacak menzil ise dünyada huzur ve saadet, âhirette de cennet ve rızâ-i ilâhîdir. Şimdi kim, tercihini Peygamber’e muhalefetten yana kullanır, ona düşmanlığı seçer ve mü’minlerin yolundan başka bir yola girerse, varacağı yer çok fenâ bir mekan olan cehennemdir.

Âyet-i kerîmede “Peygamber’e karşı gelmek” ile “mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olmak” ayrı birer fiil olarak zikredilir. Âyetin bu sarih ifadesiyle, Allah Resûlü’ne uymak istendiği gibi, müminlerin yoluna uymak da açıkça istenmektedir. Zira “kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygamber’e aykırı davranma” ifadesinden sonra “mü’minlerin yolundan başka bir yol tutma” (Nisâ 4/115) kaydının getirilmesi, her iki şıkkın da bizzat matlup ve gerekli olduğunu gösterir. Buna göre Resûlullah (s.a.s.)’e karşı çıkmak, müminler yoluna gitmemek demek olduğu gibi, müminler yoluna gitmemek de Resûlullah (s.a.s.)’e karşı çıkmak demek olduğu açıkça belirtilmiştir. Bundan dolayıdır ki, Ehl-i Sünnet âlimleri, âyetin bu kısmını icma-ı ümmete uymanın farz olduğunu ifade için sevkolunmuş bir delil olarak anlamışlardır. Böylece icma-ı ümmet yani İslâm âlimlerinin ittifakı ile doğrunun ortaya çıkabileceği ve ona da uymanın farz olduğu kabul edilmiştir. Zaten âyette kullanılan اَلْإتِّبَاعُ (ittibâ) kelimesi de asıl meselenin “uyma” esası üzerinde cereyan ettiğini göstermektedir.

Ümmetin icmâsının önemini gösterme bakımından Enes (r.a.)’ın naklettiği şu hâdise pek anlamlıdır:

“Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile bâzı sahâbîler birlikte bulunurlarken yanlarından bir cenâze geçti. Ashâb-ı kirâmdan bâzıları o cenâzeyi hayırla yâd ettiler. Bunun üzerine Efendimiz:

“–Vecebet: Vâcib oldu, kesinleşti!” buyurdu.

Sonra bir cenâze daha geçti. Orada bulunanlar onun kötülüğünden bahsettiler. Resûl-i Ekrem Efendimiz yine:

“–Vecebet: Vâcib oldu, kesinleşti!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer:

“–Yâ Rasûlallah, kesinleşen nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz:

“–Önce geçen cenâzeyi iyilikle yâd ettiniz, bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Sonrakinin de kötülüğünden bahsettiniz, onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz mü’minler, Allah’ın yeryüzündeki şâhitlerisiniz.” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz 86; Müslim, Cenâiz 60)

Dolayısıyla müslümanların, bugün bu âyet-i kerîmenin mesajı üzerinde önemle durmaları gerekmektedir. İslâm hakkında yapılan yayınlar ve söylenen sözler bu açıdan büyük bir ehemmiyet taşımaktadır. Zira müslümanları ne kadar derinden yaraladığını düşünmeden rastgele söylenen sözler, birçok tahribata sebep olmaktadır. Çünkü bu yolla müslümanların tuttuğu yoldan farklı ve onlara zıd görüşler sanki İslâm’ın görüşü gibi sunulabilmekte, bu da müslümanlar arasında düşünce, inanç ve amel zaafına neden olabilmektedir. Hatta onlara bir kısım günahların kapısını aralayabilmekte ve onları şeytanın tuzağına düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır:

Nisâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Nisâ Suresi 115. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.