Niyet Nedir, Nasıl Olmalıdır?
Niyet ne demektir? İbadet günaha neden olur mu? Niyet nasıl olmalıdır? İslam’da niyet ve niyetin önemi.
Niyetle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması..
Hz. Ömer (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:
“Ameller niyetlere göre değer kazanır. Kişi neye niyet ettiyse onun karşılığını alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne kavuşmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Müslim, İmâret, 155. Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1; Îmân, 41; Ebû Dâvûd, Talâk, 10-11/2201; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 16/1647; Nesâî, Tahâret, 60/75; İbn-i Mâce, Zühd, 26)
Ayşe (r.a.) şöyle anlatır:
Resûlullah:
“–(Gelecekte) bir ordu Kâ’be’ye saldırmak üzere yola çıkar; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batırılır” buyurmuştu. Ben:
“–Yâ Resûlallah, aralarında ticaret erbâbı ve onlardan olmayan kimseler de varken, nasıl hepsi birden yere batırılır?” diye sordum. Resûlullah:
“–Evet, onların tamamı yere batırılır, sonra her biri âhirette niyetine göre diriltilir” buyurdu. (Buhârî, Büyû’, 49; Hac, 49; Müslim, Fiten, 4-8. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 21/2184; Nesâî, Menâsik, 112/2877; İbn-i Mâce, Fiten, 30)
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34. Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Zühd, 9)
NİYET NEDİR?
Niyet; azmetmek, kastetmek, kesin irade ve kalbin bir şeye karar verip o şeyin niçin yapıldığını bilmesi demektir. Yani niyet, yapılan işten ne kastedildiğini ve hedefin ne olduğunu ortaya koyar. Dolayısıyla bütün fiil ve amellerin sıhhati, niyete bağlıdır ve ona göre kıymet kazanır.
Niyet kalp ve düşünce ile alâkalı bir husus olduğundan, onu ayrıca dille söylemek şart değildir. Ancak dil bir şeye niyet edildiğini bildirirken, kalb ona eşlik etmezse, niyet makbul olmaz.
Allah Teâlâ, kalplerin en gizli duygularını dahî bildiğinden, niyet konusu, bâtıl peşinde koşan, başkasına zarar vermek ve hile yollarına sapmak isteyen kimselerin mâzeret kapılarını kapatmıştır. Dolayısıyla herkes niyetine sahip olmalı ve kimseyi aldatamayacağını bilmelidir.
Niyet o kadar mühimdir ki, bu sâyede âdetler ibadet hâline dönüşürken, bazen de ibadetler âdet hâline gelir. Meselâ, mesleğini icrâ eden bir mü’min, helâlinden kazanarak âilesinin maîşetini temin etmeyi ve onları İslâmî terbiye ile yetiştirmeyi düşünürse, aynı zamanda ibadet sevabı alır. Yemek yiyen kimse, sağlığını muhâfaza ederek ibadet hayatına devam etmeyi hedeflerse, o da niyetine göre sevap kazanır. Böyle güzel niyetlerle hareket eden insanlar, aynı anda bir taşla iki kuş vurmuş olurlar. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını artırırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” (Şûrâ 42/20)
Yani her kim din adına yaptığı ameli, sırf sevap kazanmak için yaparsa, Allah onun karşılığını âhirette kat kat fazlasıyla vereceği gibi, dünyada da lûtuflarda bulunur ve rızkına bereket ihsân eder. Hatta Allah’ın bahşettiği bu rızık da, Allah rızâsı istikâmetinde kullanıldığı müddetçe, âhiret kazancına dönüşür. Sâdece dünyayı isteyen kimse ise âhirette bir şey elde edemediği gibi, dünyadan da ancak nasîbi kadar alır. Bu durum, aynı fiilin, farklı niyetlere göre nasıl hüküm ve değer kazandığını göstermektedir.
İNSANIN DÜNYADA BULUNDUĞU DÖRT HAL
Resûlullah bu konuya bazı misaller vermiş ve şöyle buyurmuştur:
“… Size bir söz söyleyeceğim, onu iyi ezberleyiniz: Dünyada insanlar dört hâl üzere bulunur:
Bir kul vardır, Allah ona mal ve ilim vermiştir. Kul, malı ve ilmi hususunda Allah’tan korkar da bunları (infak eder), sıla-i rahimde bulunur ve malıyla ilminde Allah’ın hakkı olduğunu bilir. İşte bu kul, en faziletli bir makamdadır.
Bir kul vardır, Allah ona ilim vermiş, mal vermemiştir. Ancak bu kulun niyeti sâdıktır, içinden; «Malım olsaydı falan kişi gibi (hayır) yapardım» diye geçirir. İşte bu kimse niyet ettiği şeyi yapmış kabul edilir ve hayır sahibi gibi ecir kazanır.
Bir kul vardır, Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. O da câhilce davranarak, malını nefsânî arzuları istikâmetinde kullanır. Mal kazanma ve sarfetme hususunda Rabbinden korkmaz, akrabasını görüp gözetmez; malında Allah’ın hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, en düşük mertebededir.
Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir, lâkin (yukarıda bahsi geçen kötü kimseye özenip): «Eğer malım olsaydı falan kimsenin yaptıklarını ben de yapardım» der. Bu da niyetiyle muâmele görür. Özendiği günahkârla aynı seviyede vebâl yüklenir.” (Tirmizî, Zühd, 17/2325; Ahmed, IV, 231; İbn-i Mâce, Zühd, 21)
İBADET GÜNAHA NEDEN OLUR MU?
Mübah olan şeyler güzel niyetlerle ibadete döndüğü gibi, bozuk niyetlerle yapılan ibadetler de insanı günaha sürükleyebilir. Meselâ gösteriş veya dünyevî bir menfaat için yapılan ibadet ve hayırlar, sahibi için ancak vebaldir.
Diğer taraftan, hayır yapma hususunda kalpten geçen samîmî duygular, başlıbaşına bir ibadettir. İnsan âciz olduğundan, kâmil mânâda her hayrı işlemesi mümkün değildir. Bu durumda iyi niyet devreye girer ve insanoğluna büyük sevaplar kazandırabilir. Nitekim Allah’ın Resûlü, samîmî bir şekilde şehit olmayı isteyen kimsenin, yatağında ölse bile şehîtler zümresine dâhil olacağını bildirmiştir. (Müslim, İmâre, 156, 157)
“ALLAH SENİ HANGİ AMELİN SEBEBİYLE AFFETTİ?”
Horasan melik ve kahramanlarından Amr bin Leys’in (r.a.) hâli, bu bahiste canlı bir misâldir. Amr bin Leys’i (r.a.) vefatından sonra sâlih bir zât rüyâsında görmüştü. Aralarında şu konuşma geçti:
“–Allah sana nasıl muâmele etti?”
“–Allah beni affetti.”
“–Allah seni hangi amelin sebebiyle affetti?”
“–Bir gün bir dağın zirvesine çıkmıştım. Yüksekten askerlerime bakınca, sayılarının çokluğu hoşuma gitti:
«Keşke Resûlullah zamanında yaşasaydım da ona yardım edip destek olsaydım...» diye hislendim. İşte bu niyet ve iştiyâkıma karşılık yüce Allah, beni mağfiret etti.” (Kadı Iyâz, Şifâ, II, 28-29)
Bu hâdise, niyet ve ihlâsın ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.
Öte yandan iyi niyetli bir mü’min, kötülerle birlikte bulunarak onların çirkin hâllerine iştirak etmekten şiddetle sakınmalıdır. Çünkü fenalıklar, bulaşıcı hastalık gibi her tarafa yayılır. Ayrıca, zâlimlerin ve günahkârların yanında bulunmak, onların sayısını fazla gösterir ve taraftarlarının artmasına yardım eder. Bir de iyi niyetli insanları kötülerle birlikte gören bazı insanlar, kötülerin yaptığı çirkinliklerin doğru olduğunu zanneder.
YAPILAN HİÇBİR ŞEY KARŞILIKSIZ KALMAZ
Her ne kadar insanlar, âhirette niyetlerine göre muâmele görecekse de bu dünyada kötülerin başına gelen azap, onlara yakın olan iyilere de sirâyet eder. Nitekim ikinci hadisimizde, ticaret yapmak için veya gidecekleri yere daha emniyetli ulaşmak maksadıyla, yolda giden bir topluluğa katılan iyi insanların, kötülerin çirkin niyetleri sebebiyle yerin dibine geçirileceği haber verilmektedir.
Bu hadisten anlaşıldığına göre, belâ ve musîbetler, sadece cürmü işleyen zâlimlerin değil, aynı zamanda ona meydan veren gafillerin de cezasıdır. Bunların içinde hiçbir kusuru olmayan âcizlerin bulunması tabiîdir. Günah ve kusurları olmadığı hâlde başkaları yüzünden dünyada acı çeken böyle mü’minlere Allah Teâlâ, âhirette karşılıklarını fazlasıyla verecektir.
İHLASIN ÖNEMİ
Üçüncü hadisimizin verdiği ölçü, ihlâsın ehemmiyetini göstermekle birlikte, aynı zamanda bizim için çok mühim bir hayat düstûrudur. Buna göre, Allah’ın kullarına muâmele ederken, görünüşlerine, sözlerine ve mallarına bakmamalı, niyetlerine ve amellerine göre davranmalıdır. Çünkü her şeyin merkezinde kalp vardır. Kalp saf ve temiz olmadıktan sonra, dış görünüşün ve dünya nimetlerinin hiçbir kıymeti yoktur. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınız ne de evlâtlarınızdır. Ancak, iman edip sâlih ameller işleyenlerin durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir. Onlar, cennetin yüksek köşklerinde emniyet ve huzur içinde olacaklardır.” (Sebe’ 34/37)
SİZE CENNETLİKLERİ BİLDİREYİM Mİ?
Bu konuda, Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in şu îkazlarına dikkat etmek gerekir:
“Size Cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, fakat şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın gerçekleştireceği kimselerdir.” (Buhârî, Eymân, 9; Tefsîr, 68/1; Edeb, 61; Müslim, Cennet, 47)
Netîce îtibâriyle, kulların zâhirlerine değil, gönüllerine ve niyetlerine bakmalı, kendimiz için de Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etmeliyiz:
“Allah’ım! Niyetlerimizi rızâ-yı şerifin ile telif buyur.”
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları