Nübüvvet Takviminin İlk ve Son Yaprağı
Yaradılış itibariyle ilk, zaman itibariyle son peygamber kimdir? Bütün varlıkların sebebi nedir? Peygamberimiz (s.a.v.) neden inzivaya çekilirdi?
Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-, nûruyla Hazret-i Âdem’den önce, bedeniyle de bütün peygamberlerden sonra zuhûr etmekle, nübüvvet takviminin ilk ve son yaprağı olmuştur. Dolayısıyla O, yaradılış itibariyle ilk, zaman itibariyle son, peygamberdir.
BÜTÜN VARLIKLARIN SEBEBİ
Bütün varlıkların sebebi, nûr-i Muhammedî olduğundan, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Peygamberi “Habîbim” hitâbına mazhar olacak bir liyâkatte yaşatmıştır. Rabbimiz, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimizin müstesnâ ve mûtenâ hayatını, zâhiren ve bâtınen en güzel bir şekilde terbiye ederek, O’nu bütün insanlığa bir armağan olarak lutfetmiştir.
Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sîreti ve mübârek şahsiyeti, sırf insan idrâkine sığabilen tezahürleri ile dahî, beşerî davranışlar manzûmesinin en ulaşılmaz zirvesini teşkil eder. Zîrâ Allâh -celle celâlühû-, O mübârek varlığı, bütün insanlığa bir “Üsve-i Hasene” yani en mükemmel bir ahlâk numûnesi olarak yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki, O’nu, insan topluluğu içinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim çocukluk”tan başlatarak, hayatın bütün kademelerinden geçirip, kudret ve salâhiyet bakımından en üst noktaya, yani devlet reisliği ve peygamberliğe kadar yükseltmiştir. Tâ ki, beşeriyet kademelerinin herhangi bir yerinde bulunan herkes, O’ndan kendileri için en mükemmel fiilî davranışları örnek alıp, O’nu kendi iktidâr ve istîdâdı nispetinde gerçekleştirmeye meyledebilsin.
Esâsen Cenâb-ı Hak, O’nu peygamberlikle vazifelendirdiği ândan itibaren, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara bir “örnek” olarak gönderdiğini beyân buyurmaktadır:
“Andolsun ki, Allâh’ın Resûlü, sizin için, Allâh’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzab, 21)
Bu demektir ki, bütün insanlık îmânî ve ahlâkî, daha emin bir tâbirle, tasavvufî davranış mükemmelliğine ulaşabilmek için, o mübârek varlığın hayat ve faâliyetlerini lâyıkıyla öğrenmek mecbûriyetindedir. Her insan, öğrendiklerini kendi istîdâdı nisbetinde taklîde yönelmelidir. Bu ise, O’na duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nispetinde gerçekleşir.
PEYGAMBERİMİZİN İNZİVAYA ÇEKİLMESİNİN SEBEBİ
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, peygamberlikten önce de tevhid muhtevâsı içinde asîlâne bir hayat yaşamıştır. Bilhassa, peygamberlik vazifesinin kendisine verilmesinin yaklaştığı zamanlarda, kendini daha çok Allâh -celle celâluhû-’ya gerçek bir kul olmaya adamıştı. Hira (Nûr) dağında uzun müddet inzivâlara çekilmiş ve derin tefekkürlere dalmıştı.
Bu inzivânın sebebi, zâhirde halkın içine düştüğü sapıklık, zulüm ve sefâletten gönlüne akseden ızdırap ve bütün âlemleri içine alan merhameti idi. Hakîkatte ise, insanlığa ebedî bir meş’ale olan Kur’ân’ın, Allâh katından, Peygamber Efendimizin kalb-i şerîfi vâsıtasıyla insanlığa ulaştırılmasını sağlayacak bir hazırlık safhasıydı.
Zîrâ âyet-i kerîmede,
“De ki: Cebrail’e kim düşman ise, şunu bilsin ki, Allâh’ın izniyle Kur’ân’ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları tasdîk edici ve mü’minler için de müjdeci olarak o indirmiştir.” (el-Bakara, 97) buyrulmuştur.
Bu tecellî ve tezâhürlerle onun kalb âlemi, gerçek bir sâfiyete ererek, vahyi telakkî edebilecek bir seviyeye ulaştı. Vahye hazır hâle gelen o mübarek kalb, altı ay müddetle “sâdık rüyâlar” şeklinde tecellî eden manevî işaretler ve ilhamlara mazhar oldu. Böylece kendisine mâneviyât âleminden esrar perdeleri aralandı. Bu hâl, vahye muhâtap olmanın, sıradan kullar için tahammülü imkansız ağır yükünü taşımak hususundaki yaratılışında mevcut, ama gizli hâlde bulunan kâbiliyet ve istîdâdının zâhire çıkma mevsimi idi. Tıpkı, ham demirin içindeki istidât ile çelikleşmesi gibi…
Kısaca Fahr-i Kâinât Efendimiz, bütün peygamberlerin salâhiyet ve vazifelerinin cümlesini, şahsiyet ve davranışlarında cem etti. Neseb ve edeb asâleti, cemâl ve kemâl saâdeti onda zirveye ulaştı. Ahkâm vaz’ etti. “Kalbi tasfiye” ve “nefsi tezkiye” keyfiyetini ta’lim edip, berrak bir kalb ile Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılacak kulluk ve duâyı öğretti. En güzel ahlâkı yaşayarak, insanlığa en mükemmel numûne oldu.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları