Numan Bin Mukarrin (r.a.) Nasıl Müslüman Oldu?
Numan Bin Mukarrin (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur? Numan Bin Mukarrin’in (r.a.) Müslüman oluşu, yiğitliği ve şehadeti.
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın hilafeti zamanıydı. İran’a gönderilecek ordunun başına bir isim aranıyordu. Halife istişare heyetine, Rasûlullah Efendimizin hicretinden sonra Müslüman olan Numan bin Mukarrin’i önerdi. Herkes bu ismi muvafık görünce Hz. Ömer, Numan radıyallahu anh’ın nerede olduğunu sordu. Hz. Numan’ın mescitte, Rasûlullah Efendimizin kabri yanında namaz kıldığını haber alınca doğru oraya gitti.
NUMAN BİN MUKARRİN’İN (R.A.) MÜSLÜMAN OLUŞU
Hz. Numan Müslüman olmaya karar verdiğinde kabilesi Müzeyne’nin ileri gelenlerini toplamış ve onlara şöyle hitap etmişti: “Biz Muhammed'den ancak iyi şeyler duyduk. Hayırlı haberler aldık. O’nun merhamet, şefkat ve adaletini öğrendik. Başkaları ona koşarken, biz niçin yavaş davranıyoruz? Ben yarın O’na gitmeye karar verdim. İçinizden kim benimle beraber olmak istiyorsa sabah erkenden hazırlansın.”
Sabah olduğunda Hz. Numan’ın arkasında on kardeşinin de içinde olduğu tam 400 süvari vardı. Onların Medine’ye bu şekilde İslam’ı kabul etmeye gelişleri her yerde büyük bir yankı uyandırdı. Medineli Müslümanlar çok heyecanlandılar, Rasûlullah Efendimiz de memnuniyetini şu âyeti okuyarak ifade etti:
“Bedevilerden öyle kimse vardır ki Allah’a ve âhiret gününe inanır, hayır yolunda harcadığını Allah’a yakınlaşmaya ve Peygamber’in duasını kazanmaya vesile sayar. Gerçekten de, hayır yolunda yaptıkları harcamalar onlar için Allah’a birer yakınlaşma vesilesidir. Allah onları hususi rahmetine erdirecektir. Hiç şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Tevbe, 99)
Hz. Ömer, Hz. Numan’ın namazını bitirmesinden sonra ona: “Sana bir görev vermek istiyorum” dedi. Hz. Numan: “Eğer vergi toplayıcı olarak tayin edersen gitmem, fakat savaşa gönderirsen giderim” diye mukabelede bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Seni istediğin göreve tayin ettim” dedi. Hz. Numan önce elçi olarak Kisra’nın yanına gitti, sonra Kadisiye Savaşı sonrası mağlubiyeti hazmedemeyen Kisra’nın topladığı 150 bin kişilik ordu ile Nihavend’de karşı karşıya geldi. Komutasındaki ordu sadece otuz bin civarındaydı. Günlerden Cuma idi ve vakit öğleye yaklaşmıştı.
ZAFER KAZANMA DUASI
Düşman tarafından ok atışları başlayınca kumandanlardan Hz. Muğire, Numan radıyallahu anh’a: “Allah senden razı olsun, ne bekliyorsun? Görmüyor musun düşman bize ok yağdırıyor. Bir an önce hücum emrini versene” dedi. Numan ona: “Sen akıllı bir insansın ve makul düşünüyorsun. Fakat ben Hz. Peygamber’le birçok savaşta bulundum. Hz. Peygamber sabah serinliğinde başlamamışsa, güneş zail olup rüzgâr esmeye başlamadan ve zafer ümidi belirmeden savaşa girmezdi” dedi. Sonra orduya dönüp: “Mü'minlerin emiri minbere çıkıp, hutbede Müslümanların zaferi için duâ edinceye kadar hücuma geçmeyeceğiz” diye seslendi.
Hz. Numan nihayet taarruz vaktinin geldiğine ikna olduğunda askerlere dönüp şu talimatı verdi: “Ben sancağı üç defa sallayacağım. Birinci sallamamda herkes ihtiyacını görsün, abdestini alsın. İkinci defa salladığımda herkes silahını kontrol etsin, ayakkabılarının bağlarını bağlasın ve eksikliklerini tamamlasın. Üçüncü defa salladığımda hücuma geçiniz. Hiç kimse bir başkası için sakın geri kalmasın. Hatta Numan dahi öldürülse kesinlikle hiç kimse ona dönüp bakmasın bile. Şimdi Allah’a bir duâ edeceğim, herkes âmin desin.” Sonra şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Müslümanların zaferi uğrunda Numan’a şehitlik mertebesini ver. Müslümanlara fethi müyesser et!” Ordu âmin dedi. Sancağı dediği gibi üç defa salladıktan sonra zırhını çıkardı ve hücuma geçti. Başta birkaç darbe almasına rağmen kahramanca düşmanı yararak ilerliyordu. Atının kapaklanmasıyla yere düştü ve orada kaldı.
Numan bin Mukarrin yere düşünce, bayrağı Huzeyfe bin Yemân aldı. Bu sırada Hz. Ma'kil bin Yesar, yere düşen Hz. Numan’ın hemen arkasındaydı. O’nun savaşın başında verdiği: “Kimse, kimse ile oyalanmasın, velev ki ben bile olsam” talimatını hatırladığı için üzerine kendisinin tanıyabileceği bir işaret koyarak savaşmaya devam etti. Bu sırada İran ordusu kumandanı öldürüldü, panikleyen düşman dağılmaya başlayınca zafer Müslümanların oldu.
Hz. Makil, savaş bitiminde Nu'man bin Mukarrin'in yanına geldi. Üstü örtülü bir şekilde yatan Hz. Numan aldığı yaraların tesiriyle son nefesini vermek üzereydi. Hz. Makil’in su ile yüzünü sıvazlaması ile gözünü açtı ve savaşın durumunu sordu. Zaferin müyesser olduğunu duyunca Allah’a hamd etti, zafer haberinin Hz. Ömer’e ulaştırılmasını vasiyet etti ve kelime-i şehâdet getirip son nefesini verdi.
Hz. Numan’ın durumunu soranlara kardeşi, üzerindeki örtüyü kaldırıp: “İşte komutanınız. Allah onun gözünü aydın etti ve şehitlik mertebesine kavuşturdu” diyordu. Nihavend ile ilgili haber Medine’ye ulaştığında yine bir Cuma günüydü. Halife Hz. Ömer hutbede Hz. Numan’ın şehadet haberini verdikten sonra dayanamadı, başını iki elinin arasına alarak hıçkıra hıçkıra ağladı.
İSLAM CİHAT DİNİDİR
Bizim dinimiz cihât dinidir. Bu din Numan bin Mukarrin gibi bahadırların mirasıdır. Onların fedakârlığı, gayreti ve samimiyeti hem yolu açmış hem de yolda nasıl yürünmesi gerektiğini öğretmiştir. Yolda ancak cihât ile yürünür. Din, fedakârlık ve heyecan ile yaşanır. Ve böylece yayılan din ihya eder, yaşatır. Bunun dışında bir yol arayan İslam’ı bilmiyor demektir. Din, cihât dinidir. Din; doğruluğu, iyiliği ve fıtratı “norm” kabul etme ve sürdürme mücadelesidir. Cihât; çirkini, yanlışı ve sapkını “norm” kabul etmek isteyen anormallere karşı durmanın adıdır.
Hayat, iman ve cihâttan ibarettir. İman bir kalbe girdi mi orayı genişletir, öyle ki iman sahibi yerinde duramaz olur. O artık kıyam eder, önce nefsinin hakkından gelir, sonra başkalarına hakka erdirmek için yola düşer. Eğer mü’minin bir hayat tarzından bahsedilecekse bunun adı cihattır. Cihât niye yaşamak gerektiğinin cevabıdır. Allah’ın hoşnutluğu için ortaya konan her türlü çaba, kararlı davranış cihât olarak isimlendirilir. İmanla dirilen, diriltmek için yaşar. Diriltmek kaygısı bir merhamet tezahürüdür. İnsanlar yanmasın, hem dünyada hem âhirette saadete kavuşsun düşüncesi cihâtın özüdür. Cihât, gönlü dar insanların kârı değildir. Gönlünü âlem kadar genişletmeyene mücâhid denmez.
Cihât, İslam ile insan arasındaki engellerin kaldırılması mücadelesidir. Her devirde İslam ile insanların arasına engel koyanlar olmuştur. Firavunlar, Nemrutlar ve Ebu Cehiller bugün de vardır; sadece kisveler, şekiller ve suretler değişmiştir. Kin aynı kin, garez aynı garez ve gayz aynı gayzdır. Bunlarla mücadele etmek ve Kur’an’ın ifadesiyle “gayzınızla ölün” demek dinimizin gereğidir. Rasûlullah Efendimizin hayatı bir cihât destanı, Kur’an, bir cihât beyanıdır. O’na ümmet olanların şânı bu cihâta lâyık oldukları nispettedir.
ALLAH YOLUNDA GEREKTİĞİ GİBİ CİHAT EDİN
Her devrin cihâtı özünde birdir ve İslam, Kur’an ve Peygamber düşmanları ile mücadeledir. Ama her çağın da kendine özgü bir cihâtı vardır. Hac Suresi 78. Âyette geçen: “Allah yolunda, gerektiği gibi cihât edin” ifadesi gayretle, ihlasla, kınayanın kınamasına aldırmadan cihât etmek gerekliliği kadar, zamanın şartları neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan geri durmamayı da içine alır. Zamanını tanıyamayan cihâtının nasıl olmasını gerektiğini de tayin edemez.
Şimdilerde sadece ülkemizi değil bütün küreyi tesiri altına alan bir ifsat hareketi var. İnsan ile İslam arasını açmak için dört koldan saldıran bu ifsat hareketi medyası, kültür endüstrisi ve lobileri ile ahlâksızlığın norm ve böylece “normal” olması için sinsi ve planlı bir gayret sürdürüyor. Bu bir güç mücadelesidir. O zaman cihât, bu kirliliği matah bir şeymiş gibi gösterenlerle yapılan mücadelenin adı olur. Mücadele; insan kalmak, hayvandan aşağı düşmemek, kendimizi ve neslimizi korumak, temiz kalmak ve temiz yaşamak çabasıdır.
Sapkın ve sefih hayatlarını normalleştirmeye çalışan çağdaş münkirler norm olanı kendileri tarif etmek istiyorlar. Bu fıtratı ve tabii olanı tahrif etmeden yapılamaz. Sapkın yönelimleri sosyal, kültürel ve ekonomik yönleri ile tercih edilebilir hayat tarzlarına dönüştürmek anormali normalleştirmektir. Eşcinsellik gibi sapkınlıkların özellikle genç kuşaklar nezdinde sıradanlaşması bu türden bir tahrif hareketidir. İnsan onuru, sevgi ve özgürlük gibi kavramlarla pazarlanan ve bireysel tercihler yaftası altında savunulan bu sapkınlık ne yazık ki her geçen gün amacına daha çok yaklaşıyor.
Toplumu cinsel kimlikler paydasında tanımlamak ve buradan sapkın ve kirli hayat tarzları üretmek temelsiz, köksüz ve doğal olmayan bir şeytan siyasetidir. Bu siyasetin en iyi bildiği iş çığırtkanlık, azgınlık ve arsızlıkla bir kakofoni üretmek ve bu şekilde herkesin sesini bastırmaktır. Öyle ki o kakofoni içerisinde temiz kalmak ve yaşamak isteyenlerin sesleri işitilmez. Sesi çok çıkanın haklı olduğu zehabı yeni nesillerin zihinlerini bulandırır. İşte bu hengâmda cihât; temiz kalmak, temizliğin savunusu yapmak ve kirlilikle bilinip yayılmayı isteyenlere mâni olmaktır. Vazife, temiz olanın sesini yükseltmek ve o ses sahiplerini desteklemektir. Aslında bu, insanlığı ve fıtratı savunmaktır.
BAŞKALARI ONA KOŞARKEN, BİZ NİÇİN YAVAŞ DAVRANIYORUZ?
Numan bin Mukarrin Rasûlullah Efendimizin haberini aldığında kavmini: “Başkaları ona koşarken, biz niçin yavaş davranıyoruz?” diye harekete geçirmişti. Kirli kalmak ve kirliliği normalleştirmek isteyenlerin bu kadar gayret ettiği bir zamanda temiz kalmak isteyenler ne yapacaklar? Çare, İslam’ın dirilten çağrısı cihâttadır. Bugün cihât; fıtrata, aileye ve insana savaş açmış çağın ifsat hareketlerine karşı durmaktır. Bu konuda yavaş davranmamalı, mukabil vasıta ve vesilelerle harekete geçmeli ve harekete geçenlere destek vermeliyiz. Aksi takdirde o aziz sahabi gibilerin cihât ile bize bıraktığı mirası koruyamaz ve bunun da kimseye hesabını veremeyiz.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 437