Nur-i Muhammedi Nedir?
Varlığın ilk sebebi Cenâb-ı Hakk’ın bizzat Zât-ı Ulûhiyyeti, ikinci sebebi ise “Nûr-i Muhammedî”yi, şerefi ve kıymeti sebebiyle sâir varlıklar ile zarflandırmak ve tezyîn etmek gereğidir. Nûr-i Muhammedî nedir veyahut ne demektir? Hakîkat-i Muhammediye nedir?
Allâh Teâlâ için zaman ve mekân düşünülemez. O, zaman ve mekân kayıtlarından münezzehtir.[1] Ezelde yalnız kendisi var olan ve var olmak için başka bir var ediciye muhtaç olmayan Cenâb-ı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcâbı olarak ibâdetlerle tekrîm olunmayı murâd ettiğinden, “âlem-i kesret” (çokluk âlemi yâni kâinât) denilen mâsivallâhı[2] yaratmıştır. Bu yaratışta, ilk önce husûle gelen, bir “nûr”dur. O nûr da, “Hakîkat-i Muhammediye”nin özü, aslı ve mayasıdır.
VARLIK SEBEBİ NEDİR?
Nasıl ki kıymetli bir mücevher, çıplak bir sûrette takdîm edilmez ve etrâfına birtakım süslü ambalajlar konursa, bütün varlıklar da “Nûr-i Muhammedî” karşısında o mevkîdedir. O’nun izzeti hakkı için yaratılmıştır. Buna göre varlığın ilk sebebi Cenâb-ı Hakk’ın bizzat Zât-ı Ulûhiyyeti, ikinci sebebi ise “Nûr-i Muhammedî”yi, şerefi ve kıymeti sebebiyle sâir varlıklar ile zarflandırmak ve tezyîn etmek gereğidir.
NUR-İ MUHAMMEDİ NE DEMEKTİR? | İLK YARATILAN VARLIK
Diğer bir ifâdeyle İslâm ilâhiyatına göre varlıkların teselsülünde ilk mebde’ (başlangıç), Fâil-i Muhtâr (dilediğini yapmakta serbest) olarak Cenâb-ı Hak; vesîle ve sebep de “Nûr-i Muhammedî”dir. Yâni yaratılışta O, ilktir.
İslâm’a göre kâinât, birçok filozofun kabûl ettiğinin aksine “kadîm” değil, “hâdis”tir. Yâni, sonradan var olmuştur. Kadîm olan, sâdece Cenâb-ı Hak’tır. Sonradan yaratılmışların ilki ise “Nûr-i Muhammedî”dir. Bu sebepledir ki Allâh Resûlü:
“Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 1)
RİSALET TAKVİMİ
Yâni Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, nûrunun yaratılışı ve ona risâlet izâfesi itibârıyla Hz. Âdem aleyhisselam’dan öncedir. Cismâniyet kazanıp âlemimizde zuhûr etmesi bakımından ise nübüvvet takviminin son yaprağıdır. Zîrâ risâlet takvimi, varlığın ilki olan “Nûr-i Muhammedî” ile başlamış; son yaprağı da “Cismâniyet-i Muhammedî” ile nihâyet bulmuştur.
“Varlık nûru” ise kendilerinin şerefi îcâbı yaratılmış olan bütün mahlûkâtın, ilk yaratılmış varlık olan “Nûr-i Muhammedî”ye nisbetini ifâde eder. Bu varlıklarda bizâtihî (kendiliğinden) bir şeref mevcut olmayıp, onlar değerlerini “Nûr-i Muhammedî”ye izâfetle kazanırlar.
Şu hadîs-i şerîfler de bu hakîkati ifâde etmektedir:
“Âdem aleyhisselam cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatâsını anlayıp:
«–Yâ Rabbî! Muhammed hakkı için Sen’den beni bağışlamanı istiyorum.» dedi.
Allâh Teâlâ:
«–Ey Âdem! Henüz yaratmadığım hâlde Muhammed’i sen nereden bildin?» buyurdu.
Âdem aleyhisselâm:
«–Yâ Rabbî! Sen beni yaratıp bana rûhundan üflediğinde başımı kaldırdım, Arş’ın sütunları üzerinde “Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedün Resûlullâh” cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki Sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izâfe edersin!» dedi.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
«–Doğru söyledin ey Âdem! Hakîkaten O, Bana göre mahlûkâtın en sevimlisidir. O’nun hakkı için Bana duâ et. (Mâdem ki duâ ettin), Ben de seni bağışladım. Şâyet Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım!» buyurdu.” (Hâkim, II, 672)
İbn-i Abbâs radıyallahu anh’tan şöyle nakledilir:
“Allâh Teâlâ, Îsâ’ya aleyhisselam vahyetti ve şöyle buyurdu:
«Ey Îsâ! Muhammed’e îmân et ve ümmetinden O’na yetişenlere O’na îmân etmelerini emret! Şâyet Muhammed olmasaydı Âdem’i yaratmazdım! Muhammed olmasaydı Cenneti de Cehennemi de yaratmazdım. Arş’ı su üzerinde yarattığımda sarsılmaya başladı, üzerine “Lâ ilâhe illâllâh Muhammedün Resûlullâh” yazınca sâkinleşti.»” (Hâkim, II, 672)
Bir gün Câbir radıyallahu anh Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelerek:
“−Anam babam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Bana ilk yaratılan şeyin ne olduğunu bildirir misin?” diye sormuştu.
Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem:
“−Ey Câbir! Allâh Teâlâ, her şeyden önce senin Peygamberinin nûrunu, zâtının nûrundan yaratmıştır…” cevâbını verdiler.[3]
İbn-i Arabî Hazretleri, bu hususta şu mütâlaalarda bulunur:
“Allâh Teâlâ, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e Peygamberliğini müjdelediği vakit Âdem aleyhisselam henüz yoktu, su ile çamur arasında idi… Böylece Nebî ve Resûller vâsıtasıyla ortaya çıkan bütün şerîatlerin evveli ve bâtını olmak hükmü, Allâh Resûlü için tahakkuk etmiş oldu. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem daha o zaman şerîat sâhibi idi, çünkü hadîs-i şerîfinde: «Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.» buyurmuştur. «Ben insandım.» veya «Ben mevcut idim.» buyurmamıştır. Nübüvvet, ancak Allâh tarafından kendisine verilmiş bir şerîatle söz konusu olur.” (İbn-i Arabî, el-Fütühât, II, 171; IV, 66-67)
EN MÜKEMMEL VARLIK
İbn-i Arabî Hazretleri, diğer bir eserinde de şöyle der:
“Resûlullâh, insan nev’i içinde varlığın en mükemmelidir. Bunun içindir ki nübüvvet O’nunla başladı, O’nunla sona erdi.” (İbn-i Arabî, Fusûsu’l-Hikem, IV, 319)
Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’sinde buyurur ki:
“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed’e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır.”
HZ. MUHAMMED’E (S.A.V.) ŞİİR
Süleymân Çelebi Hazretleri de Mevlid-i Şerîf’inde Nûr-i Muhammedî’den şöyle bahseder:
Mustafâ nûrunu evvel kıldı vâr
Sevdi ânı ol Kerîm ü Girdigâr[4]
“O Yaratıcı ve Kerîm olan Allâh, önce Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nûrunu yarattı ve O’nu sevdi.”
HAKİKATİ MUHAMMEDİYE NEDİR?
Hülâsa, Hakîkat-i Muhammediye olarak da isimlendirilen Nûr-i Muhammedî, Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem’in mânevî şahsiyetini temsîl eden bir nûr, bir hakîkat veya bir cevherdir. Allâh katında en sevgili ve en kıymetli olan, O’dur. Mevcûdâtın varlık sebebi, Cenâb-ı Hakk’ın, hilkatte ilk olan Nûr-i Muhammedî’ye muhabbetidir. Bu sebeple bütün kâinât, Nûr-i Muhammedî’nin şerefine ve O’na bir mazrûf olmak üzere halkedilmiştir. Bütün mevcûdât O’nun hakîkatini tafsîl ve beyân için yaratılmıştır. Bu yüzden nasıl ki bir bardağa, bir ummânı sığdırmak mümkün değilse, Nûr-i Muhammedî’yi lâyıkıyla idrâk edebilmek de öyle mümkün değildir.
Dipnotlar:
[1] İnsan beyni ise yaratılışı bakımından zaman ve mekân şartlarıyla düşünebilecek bir vasıftadır. Müşahhas âlemden aldığı intibâları kullanarak -belli ölçüde de olsa- hakîkate ulaşır. Müşâhede sahası dışında kalan âleme âit hakîkatler için müşâhede edebildiği âlemden aldığı intibâları kullanmak mecbûriyetinde bulunan insanoğlu, bilcümle metafizik (fizik ötesi) gerçekler için gerek muhtevâ ve gerekse isim tâyininde mecâzî ifâdeleri kullanmaya -âdeta- mahkûmdur. [2] Mâsivallâh: Allâh’ın dışında ve O’ndan alıkoyan her şey için kullanılan bir tâbirdir. [3] Bkz. Aclûnî, I, 265. [4] Süleymân Çelebi, Hazret-i Peygamber’in Varlık Nûru olduğunu ve kâinâtın Nûr-i Muhammedî hürmetine var edildiğini, diğer beyitlerinde şu vecîz ifâdelerle dile getirmektedir:
Hak O’na verdi mükemmel eyledi
Yaradılmıştan mufaddal eyledi
Andan oldu her nihân ü âşikâr
Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var
Ger Muhammed olmaya idi ayân
Olmayıserdi zemîn ü âsumân
Hem vesîle olduğiçün ol Resûl
Âdem’in Hak tevbesin kıldı kabûl
Ger Muhammed gelmeseydi âleme
Tâc-ı izzet ermez idi Âdem’e
Nûh anınçün buldu hem garktan necât
Dahi doğmadan göründü mûcizât
Cümle ânın dostluğuna adına
Bunca izzet kıldı Hak ecdâdına
Ceddi olduğiçün ânın hem Halîl
Nârı cennet kıldı âna ol Celîl
Hem dahî Mûsâ elindeki asâ
Oldu ânın izzetine ejdehâ
Ölmeyip Îsâ göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmak için idi ol
Gerçi kim bunlar dahî mürseldürür
Lîk Ahmed ekmel ü efdaldürür
Çün temennî kıldılar Hak’tan bular
Kim Muhammed ümmetinden olalar
Sünnetin tut ümmeti ol ümmeti
Tâ nasîb ola sana Hak rahmeti
“Allâh, O’na lutufta bulunup O’nu mükemmel kıldı ve diğer varlıklar arasında fazîletli eyledi.”
“Arş ve ferşte, yâni yerde ve gökte gizli ve âşikâr ne varsa, hep O’nun vesîlesiyle meydana geldi.”
“Eğer Muhammed Mustafâ (s.a.v.) olmasaydı, şu yerler ve gökler olmayacaktı.”
“Hem O ulu Resûl vesîle olduğu için Allâh Teâlâ, Hazret-i Âdem’in tevbesini kabûl buyurmuştur.”
“Eğer Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- âleme gelmeseydi, Âdem -aleyhisselâm-’a izzet tâcı giydirilmezdi.”
“Hazret-i Nûh, O’nun sâyesinde boğulmaktan kurtulmuştur. O doğmadan böyle daha nice mûcizeler meydana gelmiştir.”
“Yüce Allâh, sırf dostluğu hürmetine O’nun ecdâdına son derece izzet eylemiştir.”
“Celîl olan Mevlâ, O’nun dedesi olduğu için Halîl’e (Hazret-i İbrâhîm’e) ateşi gül bahçesi eylemiştir.”
“Hem Hazret-i Mûsâ’nın elindeki asâ da (kâfirlere karşı) O’nun hürmetine ejderha olmuştur.”
“Hazret-i Îsâ da, O’nun ümmetinden olabilmek için ölmeyerek göklere yükselmiştir.”
“Gerçi bu saydıklarımız da peygamberdirler. Ancak Hazret-i Ahmet, onların en mükemmeli ve en fazîletlisidir.”
“Öyle ki, hepsi de Muhammed ümmetinden olmak temennîsi içinde oldular.”
“O hâlde O’nun sünnetini (örnek davranışlarını) yerine getirmek sûretiyle ümmeti olmaya bak ki, Hak Teâlâ’nın rahmeti sana nasîb olsun!”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
YORUMLAR