Nûr Suresi 56. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Nûr Suresi 56. ayeti ne anlatıyor? Nûr Suresi 56. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Nûr Suresi 56. Ayetinin Arapçası:
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Nûr Suresi 56. Ayetinin Meali (Anlamı):
Öyleyse, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki Allah’ın rahmetine erişesiniz.
Nûr Suresi 56. Ayetinin Tefsiri:
Âyette
haber verilen vaat ve müjde sadece Resûlullah (s.a.s.) ve onun ashâbına değil,
bilakis kıyâmete kadar gelecek bütün müslümanlaradır. Burada Cenâb-ı Hak iki
şarta bağlı olarak üç vaatte bulunuyor:
Şartlar:
Biirncisi;
kâmil bir imana sahip olmak,
İkincisi;
sâlih ameller işlemek. Bundan maksat sadece namaz kılmak, oruç tutmak, hacca
gitmek gibi ibâdetler değil, aynı zamanda dünyanın imarına yardımcı olacak her
türlü işi Allah’ın rızâsına uygun tarzda ve en güzel şekilde yapmaktır.
Kâinatın fizik, matematik, sosyolojik, psikolojik tüm kanunlarından istifade
ederek bize ihsan edilen tüm dünya nimetlerini İslâm’ın yüceltilmesi ve hakkın
galip gelmesi için kullanmaktır.
Va‘dedilen
neticeler:
›
Kendilerinden önceki mü’minleri kâfirlerin yerine geçirip hâkim
kıldığı gibi onları da yeryüzüne hâkim ve iktidar sahibi kılacaktır. Meselâ
daha önce Firavun ve hanedanını helak ederek İsrâiloğulları’nı onların yerine
geçirmişti. Tarih boyu bu durum tekrar edip durmuştur.
›
Onlar için seçip râzı olduğu İslâm dinini onların iyiliğine
yerleştirip koruyacak, onlara İslâmı hayatlarına uygulama güç, kudret ve
imkânını bahşedecektir. Böylece İslâm Arap Yarımadası başta olmak üzere
dünyanın pek çok yerine yayılıp yerleşecektir.
›
İçinde bulundukları korku, şiddet ve endişe döneminin arkasından,
bunun yerine onları tam bir emniyet ve selâmete ulaştıracaktır.
Konuyla
ilgili olarak Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur: “Allah’a gerçekten iman
eden ve salih amellerde bulunan bu ümmeti; Allah katında yüce mertebe kazanmak,
dinini yaşamak, düşmanlarına karşı Allah’tan yardım görmek ve yeryüzünde güç
sahibi olmakla müjdele. Kim âhiret amelini dünya için yaparsa, onun âhirette
hiçbir nasibi yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 134)
Demek
ki, başarıların sebebi, mü’minlerin yalnızca Allah’a kulluk ediyor ve O’na
hiçbir şeyi ortak koşmuyor olmalarıdır. Başarı ve zafere ulaştıktan sonra da
yapacakları iş, yine Allah’a kulluk etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamaktır. Bu durumlarında bir değişiklik olduğunda, kendilerine lütfedilen
başarılar da değişecek, Allah’ın nimetlerine nankörlük edenler gâlibiyetlerini
kaybedeceklerdir. Allah Teâlâ buyurur:
“…Bir
toplum, içinde bulundukları iyi hâli değiştirmedikçe, Allah, onlara olan
nimetini değiştirmez. Fakat Allah, bir topluma kendi günahları yüzünden bir
kötülük dilediği zaman, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onları,
Allah’tan başka koruyacak kimse de bulunmaz.” (Ra‘d 13/11)
Bu
sebeple Cenâb-ı Hak mü’minlere sürekli ilâhî rahmete nâil olmaları ve o rahmet
içinde kalmaları için namazı kılmalarını, zekâtı vermelerini ve Resûlullah
(s.a.s.)’e itaat etmelerini bir daha hatırlatmaktadır. Zaten yeryüzünde
hâkimiyet elde eden mü’minlerin gerçek hedefi, Allah’ın dinini hâkim kılmak ve
onun olabildiğince kalabalık kitleler tarafından yaşanmasını sağlamaktır. Bu
hususa ışık tutan bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Allah’ın
dinine yardım eden o mü’minler, kendilerine yeryüzünde bir hâkimiyet
verdiğimizde, namazlarını dosdoğru kılar, zekâtlarını verir, her türlü iyiliği
emredip yayar, kötülük ve yanlışlıkları yasaklayıp önünü almaya çalışırlar.
Bütün işlerin neticede varıp değerlendirileceği yer Allah’ın huzurudur.” (Hac 22/41)
Bu
âyetlerde va‘dedilen müjdenin gerçekleşmesi ve örneklendirilmesi bakımından
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ve ashâbının durumu pek güzel bir numûnedir. Şöyle ki:
Resûlullah (s.a.s.) ve ashâbı Mekke’de on yıl kadar korku içinde ve gizli bir
şekilde insanları Allah’ın birliğine imana ve yalnızca O’na kul olmaya davet
ettiler. Sonra izin verildi, Medine’ye hicret ettiler. Arkasından savaş emri
geldi. Orada korku çekerek, gece gündüz silahlı dolaşarak sabırla beklemek
mecburiyetinde kaldılar. Bu ağır şartlar altında bunalan bir sahâbî
Peygamberimiz (s.a.s.)’e gelerek:
“Ey
Allah’ın Rasûlü! Devamlı korku ve tehlike içinde mi yaşayacağız? Silahları
bırakıp güvenlik ve huzur içinde yaşayacağımız bir gün gelmeyecek mi?” diye
sordu. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) şu cevabı verdi:
“İçinizden
bir kimsenin, silah taşımadan, elbisesine bürünerek kalabalıklar arasında
rahatça oturacağı günlere kavuşmak için çok değil, biraz daha sabredeceksiniz.”
Bu
sözün üzerinden çok zaman geçmeden bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Allah Teâlâ
Peygamberini Arap yarımadasına hâkim kıldı, silahı bıraktılar. Daha sonra içine
düştükleri iç savaş günlerine kadar Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın
hilâfetlerinde aynı huzur ve güven içinde yaşadılar. Sonra tekrar korkulu
günlere girdiler, korunaklar ve korumalar edindiler. Hâsılı onlar durumlarını
değiştirdiler, bu yüzden içinde bulundukları huzur da değişip yok oldu.
(Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 212)
Hâsılı başarı, huzur ve mutluluğun yolu, İslâm’ı
hayatın her alanını mükemmel bir tarzda tanzim edip kuşatan bir din hâlinde
benimseyip uygulamaktan geçer. Bu münâsebetle şimdi aile hayatına yeniden
dönülüp, aile fertlerinin ev içinde uymaları gereken pek mühim prensipler
hatırlatılarak şöyle buyrulur:
Nûr Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Nûr Suresi 56. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...