Öğrenciyi Kendine Çekerek İkaz Et!
Mürebbi, mürşid, hoca ve ebeveyn gibi büyüklerin, muhabbet ve merhametten kaynaklanan ikazları ve cezalandırmaları kişiyi küsüp uzaklaştırmaz. Zira böyleleri, insanı iterek değil, kendilerine çekerek ikaz ederler.
Dr. Alaettin Kaya anlatıyor:
“Fethi Gemuhluoğlu ağabeyin üzerimizdeki hakkı o kadar büyüktür ki ödenebilecek gibi değildir. Biz Diyojen’i biliyoruz. Elinde fener, adam arıyor. Fethi ağabey ise gönlünde nur, İstanbul sokaklarında adam avlıyor. Kendisi tam bir insan avcısı. Birisi, büyümeye, yeşermeye, tohum olmaya müsait ise Fethi ağabey onu görüyor, avlıyor ve avlanan da kurtuluyor.
Ellili yıllarda, İstanbul sokakları her bakımdan dehşet vericiydi. Anadolu’dan gelen gençlerimizin çoğu bir savaşın içindeydi. Hem çalışacak, hem para kazanacak, hem okuyacaktı. Fethi bey gibi madeni keşfedecek bir dedektör lazımdı. Onun sayesinde böyle bir nesil meydana geldi, elhamdülillah. Bunun adı “Gemuhluoğlu nesli’dir.
Fethi bey, öyle her zaman yumuşak görünmezdi. Celâl sıfatı da vardı. Anlaşılan, benim celâl sıfatına ihtiyacım varmış, beni öyle sarsması gerekiyormuş. Kendisi tarafından hem kovulmuşluğum, hem de dövülmüşlüğüm vardır.
Sultanahmet’te, Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu’nda tahsilimizi yapıyoruz. Çalışkan bir talebeyim. Matematik hocamız Prof. Dr. Hüsnü Hamit dışındaki hocalarımızın ekseriyetinin kitabı yoktu. Derslerinde not tutardık. Ben de not tutanlardan biriydim.
Benim de bir cemaatim var ve bu cemaat benden not alıyorlar. Bir gün defterimi bir arkadaşıma verdim. O da bana, falanca gün falanca kahvede iade edeceğini söyledi. Bütün notlarım onda. Söylediği gün ve saatte kahveye gittim. İçeri doğru girdim, ama içeriyi göremiyorum, zira içerisi duman altı. Derken birden bir gürleme:
“Sen burada ne arıyorsun, gelirsem seni sille tokat dışarı atarım!” diye.
Bana seslendiğini anladım, çünkü benden başka adam yok. Birden Fethi ağabeyi gördüm, hafif ayağa kalkmış;
“Şu anda defol ve çık!” dedi. Ben ise sene başından beri tutuğum defterimi kurtarmaya çalışıyorum.
“Fethi ağabey defterlerim” dediysem de.
“Defter mefter yok, defol!” dedi. Defolduk. Ertesi gün defteri verdiğim arkadaş yanıma geldi ve:
“Geldim, seni saatlerce bekledim” dedi ve defterlerimi okulda teslim etti. Fethi ağabey daha sonra bana dedi ki:
“Seni ben oturtturmazdım orada, öbürlerine benzerdin.”
Dövülmeme gelince... Askerliğimi yedek subay olarak Genelkurmay’da yapıyorum. Çalıştığım yerin de özelliği var. Yedek subay olmama rağmen, bana bir şöför, bir de cip tahsis edilmiş. O zamanlar Fethi ağabeyin Ankara’da olduğu, Odalar Birliği’nde Erbakan ile beraber çalıştığı dönemler. Fethi ağabeyin eşi Almanya’da olduğu için, bazen yanına da uğrardım. Bir gün yine ziyaretlerine gittim. Birazdan olacaklar içime doğmuş olmalı ki, şoföre gitmesini söylemiştim. Ben resmî kıyafetle odanın kapısına kadar gittim. Yine gürlemeye yakın bir ses:
“Gir!” dedi.
Girdim, orada üç-dört tane adam oturuyor. Onlara baktı, bana baktı, gâyet ciddi. Ben bir şaşırdım, yani paşalarla filan iş yapıyoruz, ama hiç kimse bize bu tonla konuşmuyor. Bir şey var Fethi ağabeyde.
“Ağabey benim” dedim.
“Sen misin” dedi, fırladı ve bana vurmaya başladı. İçimden de diyorum ki, iyi ki şoför gitti. Yoksa ben oradan o vaziyette çıkınca şoför ne diyecekti. Dayağın ardından Fethi ağabey beni gönderdi. Yürüye yürüye Hacı Bayram’daki evime gittim. Dayağa alıştığımdan değil tabi ama ertesi gün yine uğramam lazım. Netice; tekrar gittim ama bu sefer şoföre gitmesini söylemedim. Çünkü ikinci seansın olmayacağına inanıyordum.
“Hoş geldin, özledim seni” dedi, geldi yanaklarımdan öptü, beni oturttu. Doğrudan doğruya mevzuya girdi.
“Merak ettin mi seni dün niçin dövdüm?” dedi.
“Ağabey elbette ettim, geldim belki bir şey öğrenirim diye” dedim.
Hâdise şu: Gittiğim yer, o zamanın darlıkları içerisinde bir ticaret odası. Tahsisler dönemi ve en önemlilerinden birisi lastik tahsisi. Lastik yok, Türkiye’de üretilmiyor, ithal ediliyor ve tahsisi ticaret odaları yapıyor. Bu gelenler, “Bu tahsisi bizim gönderdiğimiz adamlara verin diye” Fethi ağabeye teklifte bulunuyorlar ve ticarî ahlâka uymayacak bir pazarlık başlatmak istiyorlar. İşte Fethi ağabeyimiz aslında talepte bulunanlara dayak atmak istemişti. Dört tane adama dayak atamayacağı ve böyle bir talepten öfkelendiği için Fethi ağabey öfkesini benden almış.
“Kapıyı vurdun seni dövdüm!” demiş ve “Beni kurtardın’”ı da ardından eklemişti.”[1]
MEŞREBİNE GÖRE MUAMELE ETMELİ
Mürebbi, mürşid, hoca ve ebeveyn gibi büyüklerin, muhabbet ve merhametten kaynaklanan ikazları ve cezalandırmaları kişiyi küsüp uzaklaştırmaz. Zira böyleleri, insanı iterek değil, kendilerine çekerek ikaz ederler. Hatta bu hareketleri sonucunda yanlışını anlayan kişi zamanla kendilerine dua bile eder.
Ancak bu nevi davranışların yerinde ve dozunda olması da son derece önemlidir. Özellikle gönülden gönüle bir güven ve muhabbet hattı kurulmadan bu çeşit uygulamalara girmemek gerekir. Aksi halde kayıplar ve kırılmalar yaşanabilir.
Bir de çıt kırıldım bir kimse değil de kahır da çekebilen bir insan olmak mühimdir. Gerektiğinde başkaları adına ağır bir söz işitmeye tahammmül edebilmek ve yukarıdaki hadise de olduğu gibi dayak bile yiyebilmek gerekir. Ancak bu kıvamı herkesten beklemek de zordur. Meşreb meselesi, diyelim ve geçelim.
[1] Alaettin Büyükkaya, “Fethi Gemuhluoğlu”, 40 Vakıf İnsan içinde, s. 87.
Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları